Kimlik, kisinin kim ve ne oldugunu belirten bir aidiyettir. Genel olarak vatandaslik ve dindarlik olmak üzere iki çesit kimligimiz vardir. Vatandaslik kimligini, sahip oldugumuz devlet verir; dindarlik kimligimizi de dinin sahibi Allah verir. Her ikisi de tercihlerimiz sonucunda verilmektedir.
Basta sunu belirtelim ki bir ülkenin/devletin kimligini tasimak nasil o devletin yasalarina uymayi zorunlu kiliyorsa, Müslüman kimligini tasimak da Islam dininin yasalarina/ilkelerine uymayi zorunlu kilar.
Bu kisa girizgâhtan sonra, Islam dinini tercih edip “Müslüman kimligi” tasiyanlarin kimlik sorunu üzerinde durmaya çalisalim.
Basta da belirttigimiz gibi, söz konusu “Müslümanlik” ise, kimligi veren bizzat Allah’tir. “O, size “Müslüman” adini verdi.” (Hac 78) Müslüman adini veya kimligini tasimak, Islam dininin bütün ilkelerine gönül rizasiyla “evet” demektir. Müslüman olmak, bir tercih ve aidiyet meselesidir. Kime, neye ait oldugunu bilip, ona göre yola koyulmaktir.
Islam dininin ilkelerine gönül rizasiyla “evet” deyip Müslüman kimligine sahip olanlarin öncelikle yapmasi gereken is, kimligin kisiye yükledigi hak ve sorumluluklari dinin sahibinden (kitabindan) ögrenmektir. Dinin sahibinden degil de baskalarindan ögrenmeye kalkarsaniz, kimligin özüne zarar verirsiniz. Kimlik kirilmasina neden olmamak için dinin kaynagi (Kur’an) temel referans kabul edilmelidir.
Bir kisi kendi özgür iradesiyle Müslüman olmayi tercih ettiginde, onun emredildigi (tasidigi) kimlikte su yazilidir:
“Süphesiz benim salatim (duam), ibadetlerim, hayatim ve ölümüm tüm varliklarin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortagi yoktur. Bana böyle emredildi. Ben, Allah’a teslim olanlarin ilklerindenim.” (En'am suresi 162)
“O’nun hiçbir ortagi yoktur” argümanina, “sözde” hiçbir Müslümanin itirazi yoktur, olamaz; ancak özde ve fiiliyatta pek çok kimse -bilerek veya bilmeyerek- uluhiyette, rububiyette ve ubudiyette O’na onlarca ortak peyda eder. Öyle ise, Allah’a sirk kosmamak için, Allah’in nasil bir ilah ve yetkilerinin neler oldugunu her Müslümanin adi gibi bilmesi zorunludur. Bilinmelidir ki hem siyasi alanda hem de teoloji alaninda, Allah’in yetkilerini kendilerinde veya baskalarinda görenler, açikça sirke düsmüslerdir.
Siyasi alanda Allah’in ahkamini gereksiz görenler, teolojik alanda ona buna “sefaat yetkisi” verenler, sirkten ari olamazlar; zira “yaratma Allah’a ait oldugu gibi, hüküm de Allah’a aittir. Binaenaleyh, Allah’in ahkamini ve ilkelerini ciddiye almayanlarin kimlik sorunu yasadiklarini bilmek lazim. Teolojik alanda da –müsriklerden ödünç aldiklari- “sefaat yetkisi”ni ona buna verenler, kimliklerini muhafaza ettiklerini iddia edemezler, kendilerini kurtaramazlar; zira “sefaat yetkisi” bütünüyle Allah’a aittir. Bu konuda –melekler hariç- hiç kimseye yetki vermemistir.
Bilindigi gibi, Allah’in varligi ve birligi konusunda Mekke müsriklerinin bile itirazi yoktur; ama Allah, bazi varliklari sefaat için araci yapmalarindan dolayi onlari “müsrik” olarak vasiflandirdi. Bugün de modern dünyada müsriklerin, Allah’in varligi konusunda kuskulari yoktur; ancak onlarin fikriyatinda Tanri, evreni yaratan, fakat insanlarin islerine müdahale etmeyen bir tanridir. Yani modern çagin müsrikleri, esasen deisttir.
Öyle ise, Müslüman kimligi tasiyanlarin tevhit -uluhiyet, rububiyet ve ubudiyet- konusunda dogru bilgiye sahip olmasi ve çok hassas davranmasi Islam inancinin geregidir. Bu hassasiyeti tasimayanlarin “benim salatim (duam), ibadetlerim, hayatim ve ölümüm tüm varliklarin Rabbi olan Allah içindir” deme lüksü olamaz. Gerçekten hayatimizin “kim veya kimler için” olduguna, yani hayatimizda kimlerin ve nelerin öncelikli olduguna dönüp bakmamiz, kendimizle yüzlesmemiz vaciptir. Aksi takdirde iman nazariyesi anlamsiz kalir.
Kimlik kirilmasina/krizine girmemek için yapilmasi gereken ikinci is, seref ve itibari (mesruiyeti) baskalarinin yaninda arayarak degil, kimligi bizzat veren Allah’in yaninda yer alarak kazanmaktir; zira kimligimizin mesruiyeti Allah’a aittir; ama maalesef Müslüman kimligini tasiyanlarin ekseriyeti bu noktada kimligin verdigi sorumlulugu terk ederek, seref ve itibari baskalarinin yaninda aramaktadirlar.
Müslüman kimligine sahip çikmak için yapilmasi gereken bir üçüncü is, onun bunun adami olmaktan kaçinmaktir. Geçmisin iyi/dogru müktesebatindan yararlanirken, hiçbir mezhebin, tarikatin, cemaatin veya sahislarin müntesibi degil, sadece Kur’an ve elçisinin müntesibi olma zorunlulugumuz vardir. Müslüman kimligine zarar veren, Müslümanlari bölüp parçalayan adi “ehl-i Sünnet” de olsa, asla müntesibi olmamaliyiz. Intisab edecegimiz tek kimlik var; o da “Islam” kimligidir. Binaenaleyh biz, “ehl-i sünnet” degil, “ehl-i Islam” kimligini tasidigimizi asla unutmamaliyiz.
Çagimizda kimlik kirilmasina/krizine neden olan olgulardan bir digeri de Müslüman kimliginin, modern çagin popüler kavramlari olan demokrat, laik, liberal, hümanist gibi fenomenlerin gölgesinde kalmis olmasidir. Çagimizda maalesef bu kavramlar “din” gibi veya dine paralel olgular seklinde algilanarak Müslüman kimliginin üzerine çikarilmaktadir. “Laiklik ve demokratlik” o kadar baskin ki “Müslümanlik” ya unutulmus ya da silik kalmistir.
Hülasa -konuyu uzatmadan- belirtelim ki her iddia sahibinin iddia ettigini ispatlamasi zorunludur. Hal böyle iken, çagimizda “Müslüman” oldugunu iddia edenlerin kahir ekseriyeti ya kimlik krizi yasiyor ya da sahte kimlik tasiyor. Bilinmelidir ki Müslüman olarak tasidigimiz kimlik, Allah’in belirledigi renkteki (sibgetullah) kimliktir. Sibgetullah, Islam’in ilkelerini ve degerlerini tasimak demektir. Yani hayatimizi nasil yasayacagimizi, hangi kaynaktan bilgilenecegimizi, neleri kabul, neleri ret edecegimizi, kimleri dost, kimleri de düsman olarak görecegimizi bilip hayata aksettirmektir.
Dolayisiyla Müslüman kimligi tasidigini iddia edenlerin, “sahte kimlik” tasiyip tasimadiklarina dikkat etmeleri zorunludur. Bunun için de yapilmasi gereken is, Kur’an’i hayata sahip olup olmadiklarini test etmeleridir. Bilinmelidir ki Kur’an ilkeleriyle bagdasmayan bir hayat sergilemek, kimlik krizine neden olmaktadir.
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)
M. Cihad ULUÇ