Islam dedigimiz din, tamamen ilkeler üzerine bina edilmis bir sistemdir. Insanlik tarihi boyunca indirilen vahiy, bütünüyle temel ilkeler koyar. Mesela; “sizin Allah’tan baska ilahiniz yoktur; o halde sadece O’na kulluk edin” ayeti, bütün insanlik için temel bir ilkedir.
Allah katinda ister resuller, ister siradan insanlar olsun, vahyin belirledigi ilkelere bagli kaldiklari kadar degerlidirler. Resuller vahye uyduklari için Allah katinda degerli olmuslardir. Sayet vahyin belirledigi ilkelere uymamis olsalardi, onlarin da pek bir degeri olmazdi. Dolayisiyla Kur’an’da istenen ittiba, sahislara degil, vahyin koydugu ilkeleredir.
Evet, Allah, sahislara tabi olmayi degil, vahyin belirledigi ilkelere tabi olmayi istemektedir. Sahislar bu ilkelere (hakikate) tabi oldugu sürece dinlenir ve uyulur; degilse tabi olunmaz. Resul de vahye uydugu için ona tabi olma (Resule itaat) istenmistir. Dolayisiyla Resule tabi olan vahye tabi olmus olur.
“De ki: Ben, yalnizca bana Rabbimden vahyolunana uyarim. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf, 203)
Islam’a göre bir söz, kisilere göre degil, söylenen söze göre deger kazanir veya kaybeder. Kimin söyledigi önemli degil, kim söylemis olursa olsun, “ne söylendi” ona bakilir. En büyük ulema ve en büyük makam da söylemis olsa, vahyin ilkelerine ters düsüp düsmedigine bakilir ve ona göre deger verilir. Mesela; Din isleri yüksek kurulu, “kiyamet falan tarihte (2082’de) kopacak” diye bir beyanatta bulunsa, asla kabul edilemez; zira bu beyanat, “onun vaktini Allah’tan baska hiç kimse bilemez” temel kuralina aykiri düser.
Yine; “Muhammed as, halen beden ve ruhuyla hayattadir, gezip dolasiyor” fikrini Celaleddin Süyuti (ö. 1505) ve benzer görüslere sahip olanlar da söylemis olsalar, asla kabul edilmez; zira “her nefis ölümlüdür” temel ilke geregi, o da vefat etmistir. Vefat eden birinin kiyametten önce dirilmesi yaratilisin ilkelerine aykiridir.
Yine; “bu yazdiklarim Resulullah’a arz edilmis ve onun onayi alinarak yazilmistir” iddiasini “Ruhul Furkan” adli eserin sahibi ve ayni görüste olan digerleri de söylese, asla dogru kabul edilemez; zira Resulullah as vefat etmistir ve hiç kimseyle görüsme imkani kalmamistir. Onun adini kendi emelleri dogrultusunda kullananlar ilim adami olamazlar.
Hakeza; “ruhlari kibrit kutusuna koyup –sorgusuz- meleklerden kaçiririm” diyen biri, “herkesin sorgulanacagi” temel ilkeyi ciddiye almayarak hesap gününü kayirmaciliga dönüstürmüstür.
Diger taraftan, kim olursa olsun, hangi makamda bulunursa bulunsun, ilkeler esas alinarak, yapilan isin dogru olup olduguna bakilarak karar verilmelidir. Devlet baskani veya hukukun basindakiler de olsa, yaptiklari is, vahyin ve fitratin ilkelerine aykiri ise kabul edilemez.
Mesela; “adam öldürmek” temel bir ilke olarak suçtur ve fail kim olursa olsun, cezalandirilmalidir; ancak eger, cinayeti isleyen kisi, dinsel, tarihsel, toplumsal bir statüden dolayi ayricalikli olabiliyorsa ve dolayisiyla ceza almaktan beri kiliniyorsa, o toplumda adalet ilkesi yerle yeksan olmus demektir.
Vahyin Ilkeleri kisi, toplum, kusak, dönem ayirimi yapmadan herkes için geçerlidir. Hiçbir kisinin, hiçbir toplumun, hiçbir kusagin ve dönemin/asrin ayricaligi yoktur, olamaz. Vahyin ilkeleri karsisinda (Allah katinda) herkes “taragin disleri” gibi esittir. Dolayisiyla hiçbir dönem ve hiçbir kusak tarihteki yer ve konumlari itibariyle ayricalikli ve imtiyazli duruma getirilemez. Bu kusak, ister Sahabe, ister Tabiun, ister Selçuklu, ister Osmanli, ister Cumhuriyet dönemi olsun, vahyin ilkelerine ne kadar uygun davranip davranmadiklarina bakilir ve ona göre degerlendirilir (notu verilir.)
Kabul etmek gerekir ki tarihte kimi sahislar, kusaklar ve dönemler kutsallastirilmis, imtiyazli ve sorgulanamaz hale getirilmistir. Öyle ki asirlar geçmesine ragmen, o sahis ve kusaklari sorgulayanlar, siddetli tepkilere maruz kalmistir, kalmaktadirlar. Mesela; “sahabe gökteki yildiz gibidir” varsayimindan hareketle, Kur’ani ilkelere aykiri hareket eden (Muaviye vb) sahabiler konumlari itibariyle pek elestirilememistir. Fatih S. Mehmet, besikteki kardesi Ahmed’i, 3. Murat bes tane kardesini bogdurttugu halde, kimse onlara “katil” diyememistir ve Allah’in hükmü olan kisas uygulanamamistir.
Kur’ani ilkeleri çignemeye sebep teskil edenlerden biri de “kutsallik” atfetmektir. Bir kisiyi, bir kusagi ve bir varligi kutsayanlar, onlardaki yanlislari göremez ve dolayisiyla elestirmeyi günah sayarlar. Halbuki müminler için kutsal/mübarek olan sadece Allah ve Allah’in kelamidir. Müminler, bunlara kayitsiz sartsiz iman eder, güvenir ve asla tartismaya ve elestiriye tabi tutmazlar; ancak insanlarin söz ve eylemleri ilkeler baglaminda rahatlikla elestirilebilmelidir. Hakikat, ancak yanlislar görülüp elestirilerek düzeltilirse ortaya çikar.
Insanlarin yanlislari ilke eksenli degerlendirmedigi (sorgulama-elestiri) yapilmadigi takdirde, zamanla kaniksanacak, geriden gelen kusaklarin dinsel ve siyasi kimliklerini olumsuz yönde etkileyerek kültür haline getirecektir. Bu kültür/ahlak neticesinde halk, ilkeli davranmak yerine, otoriter ve güç odaklarin yaninda olacaktir. Evet, Müslüman toplumda vahyin temel ilkeleri gözardi edildiginde, halk güç odaklarina yakin durmaya, firsatçiliga, adam kayirmaya, rüsvete önem vererek gayri ahlaki bir kültüre sahip olacaktir.
Müslüman mukallit olamaz; olmamalidir. “Benim babam, benim dedem, benim hocam, benim seyhim, benim bakanim vd. böyle demistir” diyerek “ön kabul” kurbani olmamalidir. Kimden gelirse gelsin, söylenenlerin veya yapilanlarin mahiyetini ve delilini arastirmali, ilkelere ve akla ters düsenleri körü körüne savunmamali, baglanmamali ve “uydum kalabaliga” anlayisiyla hareket etmemelidir. Ister tarihte yer edinmis sahislar, ister kusaklar ve isterse mezhep ve firkalar olsun, hiç biri sorgulama ve elestiri disinda kalamaz. Eger geçmisten ders çikartilmak isteniyorsa, ilkeli ve elestirel bir kültüre sahip olmamiz kaçinilmazdir.
Kur’an, atalarinin söylediklerini ve yaptiklarini sorgulamayip körü körüne taklit edenleri elestirerek söyle uyarmaktadir: “Onlara, Allah’in indirdigine uyun, denildigi zaman onlar, “Hayir! Biz atalarimizi üzerinde buldugumuz yola uyariz” dediler. Ya atalari bir sey anlamamis, dogruyu da bulamamis idiyseler?” (Bakara, 170)
Özetle söylemek gerekir ki Islam, kisi odakli degil, ilke odakli bir sistemdir. Her alanda temel ilkeler koyar ve insanlarin, söylenenleri ve yapilanlari taassupla, taklit ederek körü körüne degil, ögrenerek, tahkik ederek, sorgulayarak kabul etmesi istenir. Aksi takdirde ne bu dünyada ne de öte dünyada huzur bulamayiz.
Selam ve muhabbetlerimle… Besir ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)