Zekât, Tapu Üzerinden Degil, Rizik Üzerinden Verilmelidir
Zekât kurumunun güncellenerek aktif hale getirilmesi ile ilgili makaleye devam ediyoruz. Birinci yazida “zekâtin anlam ve önemi”, ikinci yazida “zekâtin, Sadaka ve Infak ile Iliskisi”, üçüncü yazida “zekât-vergi iliskisi” üzerinde durmustuk; bugün de “kim, nelerden, ne kadarini, kime, nasil infak edecegini ve nasil bir organizasyonun yapilmasi gerektigi” üzerinde duracagiz insallah…
Zekâti Kimler, Nelerden ve Ne Kadar vermelidir?
Kimlerin, nelerden ve ne kadar zekât vermeleri gerektigi konusuna deginmeden önce, zekât/sadakanin verilis amacina dikkat çekmek isterim.
Bilindigi gibi bütün varliklar içerisinde Allah’in, akil ve irade verdigi, her seyi onun hizmetine sunup sorumlu kildigi ve muhatap aldigi tek varlik INSANdir. Insanin vazifesi, Rabbini ve verdigi nimetleri/riziklari unutmamasi ve bu nimetleri diger insanlarla paylasarak sükrünü eda etmesidir.
Allah dileseydi elbette tüm insanlari esit kilardi; ama öyle yapmadi; farkli derecelerle birbirlerine muhtaç kildi ki koydugu sistem/düzen yürümüs olsun. Kisiler hangi derecede olurlarsa olsunlar, fitraten asildirler, muhteremdirler. Kendilerini degistirmedikçe kendilerine hürmet etmek vaciptir.
Insanlarin yasamlarini onurlu bir sekilde sürdürmeleri için yeme, içme, giyinme, iskan, isinma, saglik, egitim, iletisim, ulasim, seyahat gibi temel maddi gereksinimlere ihtiyaçlari vardir. Hatta sefkat, merhamet, sevgi, saygi, dua, ibadet gibi manevi degerler de insan için vazgeçilmezdir. Iste insanin, sahip oldugu bütün bu degerlerin (nimetlerin, riziklarin) zekâtini/sadakasini vermesi dinen zorunludur.
Rabbimiz; “Ey inanalar! Hiçbir iltimasin, dostlugun, alisverisin olmayacagi o gün gelmeden önce, Allah’in size verdigi RIZKI ihtiyaç sahipleriyle paylasin. Sükrünü ödemeyip nankörlük edenler, zalimlerin ta kendileridir” (Bakara 254) buyurarak, yararlandiklarimizin sadakasini vermemizi istemektedir.
Evet, RIZIK, hayatimizi sürdürürken faydalandigimiz (kullandigimiz, harcadigimiz, tükettigimiz) bütün nimetlerin ortak adidir. Yani, insanin geçimini saglayan, ona faydasi olan tüm maddi-manevi degerler riziktir. Dolayisiyla Allah’in verdigi riziklari (nimetleri) kullandigimiz ölçüde sadakasini vererek sükrümüzü eda etmemiz zorunludur.
DIKKKAT; resmi evrakla sahip olduklarimizin degil, faydalandiklarimizin zekât vergisini vermeliyiz. Yani, Allah’in bizden istedigi, RIZIK olarak faydalandiklarimizdan vermektir. Rizik olarak faydalanmadiklarimiz –tapusu bizde olabilir- bizim degildir. Mesela, birkaç tane tarlaniz, baginiz, bahçeniz olsun… Oralardan faydalanmadikça (riziklanmadikça) sizin degildir. Zaten -bilindigi gibi- tarladan degil, ürünlerden zekât alinmaktadir.
Ister arazileriniz, ister fabrikalariniz, isletmeniz olsun, ister magazalariniz, ticarethaneleriniz olsun, ister otelleriniz, restoranlariniz olsun, ister katlariniz, yatlariniz olsun; bunlardan kazandiginiz ölçüde sizindir.
Sürülerinizin oldugunu var sayalim; o sürülerin ticaretinden, etinden, sütünden ve yününden yararlandiginiz ölçüde sizindir ve zekât vergisine tabidir.
Zekât açisindan degerlendirildiginde yararlanilmadigi sürece bu varliklarin hiç bir önemi yoktur. Sahibi görünen kisi, bütün bunlardan riziklandigi/yararlandigi ölçüde temlik/hak sahibidir; degilse baskasinindir. Öyle mülk-servet sahibi kimseler vardir ki servetinden milyonda bir riziklanmadan ölüp gider ve mülk-servet baskasina kalir.
Evet Kur’an’da Allah, basta hayvanlar olmak üzere, zirai ürünler, su, seyahat araçlari (gemiler) gibi pek çok nimetler verdigini ve o nimetlerden riziklandigimizi belirtilmektedir. (Müminun 18-22, Yasin 71-73)
Yine pek çok ayette Allah, “size rizik olarak verdiklerimizden infak edin” buyurmaktadir. (Bakara 3, 254, Kasas 54, Ra’d 22 gibi)
Bu ayetler dikkate alindiginda zekât vergisinin servet/mal üzerinden degil, kazanç/rizik üzerinden verilmesi gerektigi asikardir. Söyle itirazlar gelebilir: Milyarlarca servete sahip olan biri, sadece bes bin lira maasi olan biri ile esit hale gelmez mi? Cevap, gelebilir, fakat bu adaletsizlik degildir. Kisi, ne kadar servet sahibi olursa olsun, riziklandigi (fayda gördügü) kadar kendisinindir; degilse mülk Allah’indir, baskasina kalacaktir.
Sunu da belirtelim ki servet sahibi kimselerin harcamalari da genellikle servetleriyle orantilidir. Mesela; kiraya verildigi takdirde ayda bes-on bin liralik gelir getirecek konutta oturur. Bindigi araç bes yüz-bir milyonluktur. Her yil yüz-iki yüz bin lira harcayarak tatil yapar. Lüks restoranlarda yemek yer. Çocuklari en pahali özel okullarda egitim görür. En yüksek dereceli hastanelerden yararlanir vs. Tabi ki bütün bu harcamalarin (riziklanmalarin) faturasi da zekât vergisine yansiyacaktir.
Bu çikarimlari dikkate aldigimizda; birinci temel ilke olarak diyebiliriz ki zekât vergisi, mal (mülk-servet) üzerinden degil, rizik (yararlandigimiz, harcadigimiz nimetler) üzerinden verilmelidir. “Nedir bunlar” derseniz, hayatimizi sürdürürken faydalandigimiz (kullandigimiz, harcadigimiz, tükettigimiz) bütün nimetlerdir. O halde, “hangi mallardan zekât verilir, hangilerinden verilmez” sorusunun bir ehemmiyeti yoktur. Riziklandiginiz bütün nimetler, “size “rizik” olarak verdigimizi ihtiyaç sahipleriyle paylasin” emri geregi, zekât kapsamindadir.
Ikinci temel ilke; zekât mükellefi olabilmek için belli bir rizka/nimete (yararlanmaya, harcamaya, tüketime) sahip olmak gerekir. Bu da aile reisinin, aylik harcamalari için defter tutmasiyla ortaya çikacaktir.
Örnegin; mutfak giderleri 2000, iskan/konut 1000, enerji-yakit 1000, giyim-kusam 500, saglik 300, egitim 300, iletisim 100, ulasim 100, seyahat-turizm 200, diger vergiler 500 olmak üzere dört kisilik bir ailenin toplam harcamalari 6 bin lira olsun. Bu ailenin zekât mükellefiyeti olabilmesi için Türkiye’deki “asgari geçim ve hayat standarti”na bakmamiz lazim.
Türkiye’de bugün itibariyle -Istatistik Kurumu’nun verileri dikkate alindiginda- diyebiliriz ki dört kisilik bir ailenin yeme, içme, giyinme, iskan, isinma, enerji, saglik, egitim, iletisim, ulasim, seyahat gibi zorunlu ihtiyaçlarinin karsilanmasi için yaklasik aylik bes bin liraya ihtiyaç vardir.
Bes bin rakamin altinda bir gelir/gidere sahip olanlar, zekât mükellefi sayilmamalari gerekir. Aylik 5 bin lira, yilda (5x12) 60 bin lira eder. Bu rakami altin vb. degerlere dönüstürüp bir nisap miktari (zenginlik ölçüsü) çikarmanin hiçbir yarari ve anlami yoktur; zira hayat standartlari sürekli degistigi için bu rakamlar göreceli ve sürekli degismektedir. Onun için her yil –tipki fitir/fitre sadakasi gibi- yenilenmesi zorunludur.
Bugünkü yazimizi/tezimizi özetlersek;
1) Zekât, mülk-servet üzerinden degil, rizik (kazanç, fayda, harcama) üzerinden verilmelidir. Yani, Allah’in nimetlerinden yararlandigimiz ölçüde zekât vergisi söz konusu olmalidir. Hizmet alimi gibi
2. Zenginlik ölçüsü (nisap); 80 gram altin, 40 koyun/keçi gibi belli miktarda mala-servete-ticarete sahip olmak degil, ne kadar riziklandigimiz (kullandigimiz, yararlandigimiz) ile ölçülmelidir.
Mesela; maas 5 bin, ticaret 3 bin, zirai ürünlerden 2 bin, hayvan ürünlerinden bin lira (toplam 11 bin lira) gibi.
3. Zekât sadece birkaç maldan degil, riziklandigimiz (kazanç, fayda, harcamalardan) bütün gelirlerden verilmelidir.
4. Fitir/fitre sadakasi nasil her yil güncellenerek veriliyorsa, zekât sadakasi da ayni sekilde –sosyo-ekonomik durum dikkate alinarak-güncellenmelidir.
Bu kriterler dikkate alinarak zekât verildiginde, inaniyorum ki kimseye haksizlik olmayacak, adalet yerini bulacak ve her Müslüman severek-isteyerek zekâtini ödeyecektir.
NOT: Zekât konusuna devam edecegiz insallah…
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU 4.02.21