Geçen haftaki makalemizde “kocakari itikadi” ve “az bilmenin daha kiymetli oldugu” varsayimi üzerinde bir miktar durmus ve bu varsayimlarin Kur’an tarafindan asla onay alamayacagini belirtmeye çalismistik.
Bu haftaki yazimizda da “iman” kavraminin epistemolojik degeri, akil, bilim/ilim ve tefekkürle iliskisi üzerinde durmaya çalisacagiz. Bakalim, akilla temellendirilmeyen, kof bir karikoca imani, Kur’an tarafindan onay alacak mi?
Müslümanlar olarak, bütün mevzularimizi “vahiy ve akil” merkezli ele almak zorundayiz. Vahiy ve akildan bagimsiz hiç bir mevzu/konu, bizi saglikli sonuçlara götüremez.
Geçen yazida da belirttigimiz gibi, Kur’an; bastan sona ilme, akla, tefekküre, tedebbüre, hikmete, kanita yer vermektedir. Kur’an’da bilenlerle bilmeyenlerin esit olamayacaklari, bilmeyenlerin zikir ehline (ilim ehline, alimlere) sormasi gerektigi, ilmi dikkate almayip zanlariyla hareket edenlerin ve bilgisizce tartisanlarin uyarildigi, kendilerine ilim verilenlerin ve ilimde derinlesenlerin derecelerinin yükseltildigi belirtmektedir.
Kur’an mesaji bakimindan bütün bunlarin, (akli kullanmanin, tefekkürün, bilginin ve bilme faaliyetinin), ne kadar önemli oldugu ayan beyan ortada dururken, alternatif iman provalariyla –mesela kocakari imani ile- hakikate varmaya çalismak, asla saglikli bir netice kazandirmaz. Dolayisiyla ilim olmadan, akil kullanilmadan, “iman akilla temellendirilmeden” iyi/saglam bir imana sahip ve iyi/muttaki bir Müslüman olamayacagimizi bilmemiz gerekir.
Islam dininin en büyük yorumculari olan Ebu Hanife ve Maturidi “vahiy gelmemis olsa bile, akil, iyi ve kötüyü, faydali ve zararliyi bilir” diyerek akla büyük önem atfetmislerdir. Kelam alimleri de “akil ile nakil tearruz ederse (çatisirsa), akil evvel (asil itibar kabul edilir), nakil tevil olunur” demislerdir.
Bilmek gerekir ki basta ayetler olmak üzere “akil disi, aklin alani disinda” hiçbir teklif yoktur. Allah, biz insanlara her ne teklif ediyorsa (bizleri bilgilendirip mükellef kiliyorsa) tümünün muhatabi akildir. Gaybin da sehadetin de muhkemin de mütesabihin de muhatabi akildir. Onun için önce akledip anlamali, sonra da inanip güvenmeliyiz.
Ayetler isiginda konuya yaklastigimizda, iman mefhumunun akilla temellendirildigi açikça görülecektir. Mesela, Ibrahim as, ahiret günü insanlarin yeniden diriltilecegine inandigi halde, bu imanin (kabulün) akilla aydinlatilmasini istemektedir.
“Ibrahim, “Rabbim! Ölüyü nasil diriltecegini bana göster” demisti. Rabbi ona, “inanmadin mi” diye sorunca, Ibrahim, “hayir (elbette inandim); fakat kalbimin tatmin olmasi için (görmek istedim)” demisti.” (Bakara 260)
Bir ayette de Allah’in pesi sira baska ilahlara tapmakta olanlarin, akillarini kullanmadiklarindan dolayi sirke düstükleri belirtilmektedir: “Ibrahim, “Allah’in pesi sira size hiçbir yarar ve zarar veremeyen seylere hala tapacak misiniz” demisti. Size de tapmakta olduklariniz seylere de yaziklar olsun! Hala aklinizi kullanmayacak misiniz?” (Enbiya 67)
Diger bir ayette, Allah, kendi gücünü ve yetkisini dile getirirken, bu gücün, ancak akli kullanmakla kavranabilecegini söyle bildirmektedir:
“Allah, sizin için isitme duygusu, gözler ve kalpler yaratandir. Sizi yeryüzünde çogaltip yayandir. Yasatan ve öldürendir. Sonuçta sadece O’nun huzurunda toplanacaksiniz. Gecenin ve gündüzün birbiri ardinca degismesi yalnizca O’na aittir. Aklinizi kullanmayacaksiniz!” (Müminun 78-80)
Görüldügü gibi Allah, her seyin yaraticisi ve sahibi oldugu halde, aklini kullanmayanlarin, rahatlikla bir takim sahte/düzmece ilahlara tapabileceklerini haber vermektedir. Allah ile birlikte baska ilahlara tapmadan saglam bir imana sahip olabilmek için aklin aktif olmasi istenmektedir. Dolayisiyla her neye ve kime inaniyorsak onun, mutlaka vahiy ve akil temelli olmasi gerekir.
Yani imanimiz (kabullerimiz), vahye, akla ve takvaya uygun olmak zorundadir. Aksi takdirde bazi kimseler, imanimiz içerisine Allah ile beraber pek çok sahte ilah yerlestirerek, onlara kul olmamizi saglayarak bizi aldatabilirler. Iste, bazi kimselerin özlem duydugu kocakari imani, bu gibi tehlikeler tasimaktadir. Yani, aldatilmaya, içine Allah’la beraber baska varliklar katmaya oldukça müsait bir imandir.
Hülasa; vahiy, akil ve takva temelinde nitelikli bir iman/inanç istiyorsak, bu kocakari benzeri iman/inanç degil, bilgiye (ilme/bilime), hikmete dayali aktif bir iman/inanç olmalidir Zira neye ve kime inandigimizi “adimiz gibi” bilmezsek, her an inancin temel kaide ve prensiplerinin disina çikabiliriz.
Tabi ki “dogru bilgi” yetmez, dogru bilgiyle birlikte imanin mutlaka salih amelle beslenmesi lazim. Yani, taassup, taklitçilik, bagnazlik, riyakarlik gibi olumsuz eylemlerden uzak, tamamen iyi niyet, ihlas, sadakat, sevgi, samimiyet, teslimiyet, hasenat, fedekarlik gibi olumlu aktivitelere sahip olmalidir. Yani sahip oldugumuz iman, hem duygusal, hem de sosyal anlamda ahlak kaidelerine uymak zorundadir.
Kisaca, iman ve dindarligi daraltici bir “dini darlik” olarak degil, aksine akla dayali “dini bilgelik” olarak görmek gerekir. Binaenaleyh, Kur’an hakikatleri ve akil merkezli hareket ederek, Rabbimize, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karsi dürüst, adil, ahlakli ve samimi olmak, kibir ve husumetten, baskasini asagi, hor ve hakir görmekten uzak durmak zorundayiz.
Evet, bütün duyularin merkezi -manevi olarak- akildir; akilin merkezi de kalptir. Kalpleri körelmis olanlar, akillarini çalistiramazlar. Akil çalismadan ne göz görür, ne kulak duyar, ne de kalp tasdik eder.
“Bütün bu söylenenlerde akledecek kalbi olan veya bilinçli bir sekilde kulak veren bir kimse için alinacak dersler vardir.” (Kaf 37)
Selam ve muhabbetlerimle…
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)