Kur’an’da 10’dan fazla ayette geçen “ins ve cin” terkibi, meallerde genellikle “insanlar ve cinler” seklinde çevrilmektedir ki bu çeviri dogru degildir. “Ins ve cin” terkibinin geçtigi ayetleri anlamaya çalistigimizda, daha genis anlamlar ihtiva ettigini rahatlikla görebiliriz.
Simdi konuyu vuzuha kavusturmak için “ins ve cin” terkibinin geçtigi birkaç ayet üzerinde durmaya çalisalim.
1.“De ki eger ins ve cin bu Kur’an’in benzerini getirmek için bir araya gelseler ve birbirlerine yardimci olsalar, yine de onun benzerini ortaya koyamazlar.” (17/88)
Bu ayetteki “ins ve cin” terkibinin, “bilinen-bilinmeyen, taninan-taninmayan, görünen-görünmeyen, yerli-yabanci, yani kim varsa (herkes) anlaminda kullanildigi açiktir. Bu ayette Rabbimiz demek istiyor ki “kainatta kim varsa, tümü bir araya gelseler, bu kitabin bir benzerini ortaya koyamazlar.”
2. “Ben, cinni ve insi bana kulluk etsinler diye yarattim.” (51/56)
Bu ayette, kainatta kim ve ne varsa tümünün, baska varliklara degil, sadece Allah’a kulluk etmesi istenmektedir. Zaten insanlar disindaki tüm varliklar iradesizdir, kendi fitratlari geregi tesbih/secde/kulluk etmektedirler. Yani, Allah’in yüceligini kabul ederek fitrat yasalarina uymaktadirlar. Kulluktan kaçan sadece akil ve irade sahibi olan insandir.
“Göklerde, yerde ve içindekilerin tümü O’nu tesbih ederler. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir hiç bir varlik yoktur; ancak siz onlarin tesbihlerini kavrayamazsiniz.” (17/44)
3. “Ey cin ve ins topluluklari! Eger göklerin ve yerin ötesine geçmeye güç yetirebilirseniz, haydi geçin; ancak buna güç yetiremezsiniz.” (55/33)
Bu ayette verilmek istenen mesaj, taninan-taninmayan, bilinen-bilinmeyen, kim olursa olsun, tüm insanlarin sorumluluktan ve hesap vermekten kaçmalarinin imkansiz olmasidir. Yani, denilmek isteniyor ki “ey sorumlu olan insanlar! Allah’in hesabindan kurtulmak istiyorsaniz, buyurun kaçin, kurtulun; ancak bunu yapamazsiniz; zira böyle bir gücünüz ve imkaniniz yoktur.
4. “hakikat su ki cinden ve insten birçogu cehennemliktir; zira kalpleri vardir, onunla kavramazlar. Gözleri vardir, onunla görmezler. Kulaklari vardir, onunla isitmezler. Bunlar, hayvanlar gibidirler; hatta daha bilinçsiz ve gafildirler.” (7/179)
Bu ayette, kalpleriyle idrak etmeyen, hakikati görmek ve duymak istemeyen tüm sorumlu insanlar kastedilmektedir. Kur’an, sadece insanin Allah’a karsi sorumlu bir varlik oldugunu belirtir. Sayet, insanin yani sira “ontolojik/biyolojik bir varlik/cin” var olmus olsaydi, Allah onu da açikça belirtir ve kendilerine elçi göndererek sorumlu tutardi. Kur’an, cinlerin/cincilerin cehenneme gireceklerini beyan ederken (7/38, 11/119), ayni kisilerin cennete girecegi ile ilgili hiçbir ayet gösterilemez. Dolayisiyla bu ayetteki cinlerden kastin, seytanlasmis cinciler ve müneccimler oldugu açiktir.
Konuyla ilgili diger ayetler de verdigimiz bu dört ayet kapsaminda degerlendirilmelidir. Tabi konuyu dogru anlayabilmek için geçmis/ilkel toplumlarin “cin” telakkilerine bakmak gerekir. Isin arka plani görülmeden mevzuyu anlamak kolay olmayacaktir.
Esasen insanin, gayb konusundaki bilgisizligi ve meraki, onu yanlis telakkilere götürdügü açiktir. Cin varligi gaybi bir mevzu oldugu için, istismar kaynagi olmustur. Baktigimizda, önce “cin” kavrami etrafinda mitolojik korkular ulusturulmus, sonra bu mitolojik korkulara birçok unsur eklenerek kulaktan kulaga gittikçe büyümüs ve çogu insanlari esir almistir. Kur’an’da geçen cin kavramiyla ilgili yorumlarin neredeyse tamamina yakini, mitolojik anlatimlar etkisinde yapildigi rahatlikla görülür.
Geçmis tüm toplumlarin kültürleri incelendiginde, görünmeyen varliklara cin adi verildigi ve sebebi açiklanamayan olaylarin gizli failleri olarak görüldügü gözden kaçmayacaktir. Dogu ve Bati geleneklerindeki görünmez ruhlar, cinler, periler, seytanlar ve benzer varliklarin tamami bu kapsamda degerlendirilmelidir. Yunan mitolojisinde cinler, tanrilarin altinda, insanlarin üstünde bir yere yerlestirilirdi. Arap cahiliyesi, cinleri bir yandan Allah’in yani sira tapinacak varliklar olarak görürken, diger yandan, cinler ile Allah arasinda nesep iliskisi kurmaktaydilar.
Bazi kahinler ve müneccimlerin, kendilerinin özel cinleri ve seytanlari oldugunu, bunlarin semadan kendilerine haberler getirdigini söyleyerek insanlari aldatmaya çalisirlardi; ancak gaypdan cinler araciligiyla haber aldigini söyleyerek insanlari kendine baglayanlarin ve onlara tahakküm edenlerin bu iddialari, Kur’an tarafindan yalanlanmaktadir.
Mesela, “Biz semada burçlar yaptik ve bakanlar için onu donattik. Onu her türlü lanetlenmis seytani güçlerden koruduk. Kulak hirsizligi yapan olursa, onu sihap (parlak bir isik) kovalar” (15/16-18) ayetleri, “mecazi” bir ifadedir ve elçiye gelen vahyi bilginin korundugunu, hiçbir sekilde baskalarinin ele geçiremeyecegini belirtilmektedir.
Kur’an, -gayb olarak- sadece elçilerin Allah ile iletisimde olduklarini, bu elçiler disinda ne Allah’tan ne de baska yerlerden haber/bilgi almanin mümkün olmadigini açikça belirtmektedir. Kur’an ayetleri, bir “sihab/parlak bir isik” gibi onlari yakmaktadir (yalanlamaktadir). Bununla birlikte, Muhammed as’a vahyi cin ve seytanlarin getirdigi iddialari da ret edilmektedir.
Kur’an’da Adem ve esi’in yaratilisi sonrasi adi geçen iblis/seytan, esasen kötülügü temsil eden resimsiz bir figürdür. Binaenaleyh, insana sürekli vesvese vererek kötülüge sevk eden, yine insanin kendisinden baskasi degildir. Cinlerden denmesinin nedeni, ontolojik/biyolojik bir varlik olarak ortada olmamasindan (gizli/nefsten) kaynaklanmis olmasidir. Zaten Kur’an, “iyiliklerin Allah’tan, kötülüklerin ise insanin kendinden” kaynaklandigini açikça beyan etmektedir. (4/79)
Yine Kur’an, “Münafiklar, inanmis olanlara rastladiklari zaman, inandik derler; lakin seytanlariyla yalniz kaldiklari zaman, biz sizinle beraberiz, onlarla sadece alay ediyorduk” (2/14) ayetindeki seytanlarin kendi arkadaslari oldugunu açikça ortaya koymaktadir.
Hülasa, geçmis ilkel toplumlarin cin tasavvuru bilinmeden Kur’an’daki ins ve cin terimleri ile cin-seytan kavramlari dogru anlasilamaz. Tabi, bu mevzunun uzunca konusulmasi gerekir.
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)