Dava; çagirmak, seslenmek, dua etmek anlamlarina gelen Arapça bir kelimedir. Genel anlamda dava, bir kimsenin; basta din olmak üzere, siyaset, ticaret, hukuk, saglik, egitim vb. alanlarda sahip oldugu hakki, ilgililerden talep etmesi ve bu ugurda mücadele vermesidir.
Dava, kisaca bir “hak talebi” mücadelesidir. Müslüman oldugumuza göre, davamiz “Islam davasi” olmalidir. Islam davasi demek, Islam kurallarinin bütünüyle yürürlükte olmasi için hak talebinde bulunmak demektir. Diger bir ifadeyle Islam davasi demek, dini Allah’a has kilmak ve yeryüzünde zulmü ortadan kaldirip Allah’in istedigi adaleti saglamak için mücadele vermektir.
Müslüman oldugunu kabul eden her insan, Allah’in yükledigi bu sorumlulugu kabul etmis demektir. “Müslümanim, ama Allah’in tevdi ettigi vazifeyi kabul etmiyorum; sorumluluk almiyorum” deme hakkina hiç kimse sahip degildir.
“Ey inanlar! Allah’a karsi sorumlulugunuzun bilincinde olun ve dogru söz söyleyin ki Allah da islerinizi düzene koysun ve günahlarinizi bagislasin…
Biz, göklere, yere ve daglara sorumlulugu yüklenmelerini teklif ettik de onlar yerine getirmekten çekindiler; ancak insan yüklendi; çünkü o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzab, 71, 72)
Bu ayette anlasilan o dur ki Allah tarafindan insana yüklenen vazife, göklerin, yerin ve daglarin bile kaldiramayacagi “manevi” bir agirliga sahip bir vazifedir. Dolayisiyla insan, sadece akrabasini, komsusunu, hemsehrisini degil -dünyanin neresinde olursa olsun- aç ve açikta (evsiz-yurtsuz)kalan, hakki elinden alinan, zulme ugrayan, çaresiz kalan kim varsa sahip çikmali, bunu “dava” olarak görmeli ve bu ugurda bütün gücünü kullanarak mücadele vermelidir.
Evet, Islam davasi, emanetlere sahip çikmayi ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi zorunlu kilmaktadir.
“Süphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasinda hüküm verdiginiz zaman adaletle hüküm vermenizi emretmektedir…” (Nisa, 58)
Türkiye cografyasinda son bir asirlik (1920-2020) tarihe baktigimizda yaklasik ilk yarim asirda “Islam davasi” için mücadele verenlerin sayisi iki elin parmaklarindan fazla degildir. O yillarda birkaç mütefekkirin verdigi mücadele, Islam adaletinin hakim kilinmasindan ziyade, Islam’i bir medeniyet biçimi olarak görüp, kültürel alanda verdikleri bir mücadele biçimiydi.
Türkiye’de “Islam davasi” için mücadele, 1970’li yilardan itibaren N. Erbakan’in M. Nizam hareketiyle baslatildi. Bu hareketin nihai hedefi iktidar olmakti. Bir tarafta M. Selamet, bir tarafta MTTB, bir tarafta Akincilar dernegi 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar yogun siyasi bir mücadele verdiler.
Islam davasi için baslatilan bu siyasi mücadelenin yani sira, Ilahiyat Fakültesi, Islam Enstitüleri, Imam-Hatip okullari ögrencilerinin de büyük katkisi olmustu. Yetmisli yillarda baslayan sivil egitim-ögretim ve hizli okuma faaliyetleri, Islam düsünce mekteplerinden onlarca entelektüel birikime sahip düsünürler çikartmistir. Bu düsünürler, yazdiklari kitaplarla, verdikleri konferanslarla binlerce insanin yetismesine katki saglamistir. Müslüman entelektüeller artik sadece dini meselelerle degil, ekonomi, siyaset, sosyoloji, hukuk, felsefe, iletisim, milletler arasi iliskiler gibi birçok alana ilgi duyarak bu alanlarda kendilerini yetistirmeye çalistilar.
12 Eylül ihtilali ile parti ve diger yan kuruluslari kapatilinca, Islam davasi mücadelesini verenlerin önemli bir kismi, ihtilal anayasasinin agir müeyyidelerini içlerine sindiremeyip yeni bir yola koyuldular. Artik partisel hareketlerle, politik siyaset zemininde Islam davasinin sürdürülemeyecegini kabul ederek mevcut “müesses sistem”e karsi tavir almaya basladilar. Müesses nizama karsi öylesine öfkelendiler ki artik hiçbir sekilde yollarinin kesismemesi gerektigine inanarak her türlü uzlasmayi geride biraktilar. Hatta bazi Müslümanlar, hutbelerini dinlememek için Cuma namazlarina bile gitmemeye basladilar.
Türkiye’deki partisiz bu yeni hareketin temel hedefi, dini, kaynagindan dogru ögrenmek, gençlere ögretmek ve tabandan Müslüman bir nesil yetistirmekti. Bunun için de çok yogun bir okuma faaliyeti baslattilar. Öncelikle 70’li yillardan itibaren Mevdudi, Ali Seriati, Hasan el-Benna, Seyyit Kutup gibi düsünürlerin tercüme edilmis kitaplarini okuyarak evrensel boyutta düsünmeye basladilar. Böylece Türkiye’de kendi yerel dinamikleri kadar dis dinamiklerin etkisiyle önemli düsünsel güç kazandilar. Yani, naslara dayali, evrenselci, ümmetçi ve köktenci bir Islami düsünceye, bir misyona sahip oldular ve kendilerine “radikal Müslümanlar” denilmeye baslandi.
Düsünce bazinda mesafe kat eden bu radikal Müslümanlar, haritada bir kisminin yerlerini bile bilmedikleri Afganistan, Filistin, Filipin, Eritre, Moro, Açe Sumatra, Cezayir gibi dünyanin birçok yerindeki mustaz’aflarin meselelerine ilgi duymaya ve sikintilarini dile getirmeye basladilar.
Yine, doksanli yillarin basinda Sovyetlerin dagilmasiyla gündeme gelen ve bagimsizliklari için mücadele veren Çeçenistan, Bosna- Hersek, Kosova, Arnavutluk gibi ülkelere de ilgisiz kalmamis, konferanslarla, mitinglerle, maddi ve manevi yardimlarla hep yanlarinda olmuslardir.
Bu dönemlerde radikal Müslümanlarin, zulüm, sömürü ve isgal karsiti siyasi bir dil kullanarak insan hak ve özgürlüklerine vurgu yapmalari son derece önemlidir. Yine vahsi kapitalizmin tüketim anlayisina ve materyalizmin ruhsuzluguna karsi ahlak ilkelerine çagri yaparak kendilerine yakisan bir durus sergilemeleri son derece oldukça kiymetlidir. Radikal Müslümanlarin bu durusu, salt slogandan ibaret bir durus degildi; aksine bu durus, insanligin vicdani olma misyonunu tasiyan asil bir durustu.
1990’li yillarin ortalarina gelindiginde, -özellikle 1994 seçimlerinde Istanbul, Ankara gibi büyük sehirlerde- N. Erbakan hareketi seçimleri kazanip belediyeleri yönetmeye baslayinca, radikal Müslümanlarin bir kismi, hareketlerini –metot yönünden- yeniden degerlendirmeye aldilar ve partisiz siyasetin disinda kalmanin Müslümanlara siyasal anlamda pek yarar saglamadigini, dolayisiyla Müslümanlarin maslahatini düsünerek yeni bir açilimla mevcut Türkiye siyasetinin içerisinde yer almanin daha dogru olacagi kanaatine vardilar ve bu kanaat üzerine Erbakan Hoca’nin partisini destekleyerek kismen 1996 da iktidara getirmis oldular.
Daha sonra, Erbakan Hoca’dan ayrilip kendi partisini (Ak Partiyi) kurup 2002 yilinda iktidara gelen MTTB’li R. Tayyip Erdogan, mevcut müesses nizami kismen islah ederek davasini sürdürdü. Bu yeni dönem, her türlü özgün düsünceye, her kültür ve mezhebe, her tür siyasi görüse imkan verildigi bir dönem oldu. Isteyen herkes vakif ve dernek açarak, sendika kurarak, siyasal örgütünü olusturarak yasalar çerçevesinde hizmetini verebilecek duruma geldi.
Artik hiç kimsenin dinine, diline, irkina, mezhebine, tarikatina ve siyasi görüsüne bakilmaksizin herkese esit davranilacaginin sözü verilmistir. Artik Islami düsüncenin demokratik-laik yönetime tehdit olusturmayacagi da açikça ortaya konulmustur. Bu dönem, artik hiç kimsenin taleplerini anti demokratik yollarla hal edemeyecegi, aksine herkesin taleplerini mevcut yasalar (demokrasi) çerçevesinde arayabilecegi bir dönem olmustur.
Kabul etmek gerekir ki Ak Parti hareketi pek çok alanda büyük hizmetler yapti; ancak 20 yila yakindir iktidar olmasina ragmen birçok konuda “muktedir” olamadi. Halen adalet, insan haklari, özgürlükler ve bürokrasi alanlarinda sikintilar var ve bu yüzden çok sayida Müslüman, dün beraber iken, bugün Ak Partiden ümidini kesmis durumda ve ciddi sekilde elestirmektedir.
Özetle belirtmek isterim ki 70’li yillarda “Islam davasi” olarak baslatilan hareket, gerçekten dogru-düzgün bir hareketti ve kendilerini o hareketin bir parçasi olarak görenler de düzgün ve samimi Müslümanlardi. Bu dava hareketi, on binlerce gencin düsünmesine, okumasina, meslek sahibi olmasina, Allah’a ve topluma karsi sorumluluk bilinciyle hareket etmesine vesile olmustur. Yetisen bu gençlik, ideallerini davasiyla bütünlestiren, mazlumlarin yaninda zalimlerin ve emperyalistlerin karsisinda olan, fedekar ve de cefekar bir gençlikti.
Kabul etmek gerekir ki Ak Partinin iktidara gelmesi ile “dava” ile ilgili mücadele politik siyaset zeminine çekilmis oldu. Dünün dava gençlerinin bir kismin politize olurken, bir kismini da masa-kasa askiyla kaybolup gittiler. Artik bugün o gençleri görmek mümkün degildir.
Dünün dava gençleri (radikal Müslümanlari) mevcut sistemle öylesine entegre oldular ki davalarini unutup gittiler. Geçmiste elestirdikleri yolsuzlugun, hukuksuzlugun ve adaletsizligin bir parçasi haline geldiler. Dava için mücadele eden pek çok mücahit, müteahhit olup çiktilar. (Not: Müteahhitlik hakkiyla yapilirsa, elbette kiymetlidir.)
Simdi soralim, sorgulayalim; Islam davasi askiniz ne oldu? Dava iktidara (Nirvana’ya) mi ulasti, yoksa siz mi tükendiniz? Bilelim ki yeryüzünde din Allah’in oluncaya (Allah’in mesajlari yürürlüge girinceye) kadar ve fitne/zulüm ortadan kalkincaya kadar Islam davasinin mücadelesi sürecektir. (Enfal suresi, 39)
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)
Deniz ilbey