Bu haftaki makalemi akil-iman iliskisine tahsis etmek üzere planladim. Yazima baslamadan, televizyon programlarindan tanidigim ve begeni ile izledigim Vahdettin Ince’nin “kocakari itikadi” basligiyla bir yazisi sosyal medyada karsima çikti. “Tevafuk oldu” diyerek yaziyi okudum.
Vahdettin Ince, yazisinin ana fikrini son cümlesinde söyle belirtmektedir: “Kocakari itikadi”, kocakarilarin inandiklari her seye inanmak demek degildir; inandigin seye onlar gibi inanmaktir.”
Bu son cümlesini söylemeden önce de söyle demektedir: “Bir çok Islam aliminin, özellikle kelam ve felsefe alaninda eserler veren ve rakipleriyle cerbezeli tartismalara giren alimlerin son günlerinde geçmiste savunduklari fikirlerinden pisman olduklari ve “kocakari itikadi”ni benimsedikleri rivayet edilir. Bu rivayetleri hep kuskuyla karsilardim.
…Ta ki su korona belasi kapiyi bize kapattirana kadar…”
Yazi okundugunda, Vahdettin Hoca’nin da “Kocakari itikadi”na teslim oldugu açikça görülecektir.
Açikça belirtmek isterim ki tarihi süreç içerisinde bazi ulemanin hayatlarinin sonuna dogru her seyden vaz geçip “Kocakari itikadi” denilen itikadi benimsemesi, söz konusu bu itikadin dogru bir itikat oldugunu asla göstermez. Sahih bir itikadi, gelenekten, atalardan ve kocakarilardan degil, Allah’in bize ögrettigi ayetlerden ögrenmekle mükellefiz. Birileri hayati boyunca dile getirdigi fikirlerinden, yaptigi zikzaklardan ve bir türlü içine sindiremedigi malumattan rahatsizlik duyarak “gerisin geriye” dönebilir veya yasadigi çeliskili hayattan tat alamayabilir; ama bu tutum, hiçbir sekilde onlari hakli kilamaz.
Vahdettin Hoca, “Kocakari itikadi”, kocakarilarin inandiklari her seye inanmak demek degildir; inandigin seye onlar gibi inanmaktir” diyor. “Onlar gibi inanmak” dedigi husus, herhalde “onlar gibi teslimiyet gösterelim” demek istemektedir; ancak kabul etmek gerekir ki “teslimiyet” gösterilen kocakari itikadi, öyle masum ve makul bir inanç degil, aksine beraberinde sorunlar tasimaktadir. Niçin, derseniz?
Her seyden önce itikat/iman, asla belirsizlik kabul etmez; ilme ve kanita dayanmasi lazim. Kisi, kime ve neye inandigini adi gibi bilmesi ve asla kuskuya düsmemesi gerekir. Bunu da ancak Allah’in ayetlerinden ögrenebilir. Mesela Allah inanci, yüzlerce ayette bütün açikligiyla ögretilmektedir. Eger “Kocakari itikadi” denilen itikat ile bu is olsaydi -ki o itikat, bilgisiz ve bilinçsiz ve kof bir itikattir- Allah, kendisini yüzlerce ayette anlatmazdi. Demek ki bir seye/varliga teslim olmak yetmiyor; hangi seye/varliga inaniyorsak, onu bütün ayrintilariyla bilmemiz ve kusku duymadan kabullenmemiz gerekir.
Yine, konuyla ilgili sikça dile getirilen bir diger husus da “dini en az bilenlerin, daha dindar olduklari” ile ilgili kanaatin bulunmasidir.
Peki, bu fikir nereden çikti, neden kaynaklanmaktadir?
Sebep: Bazi Ilahiyat diplomasina sahip olanlarin, ibadetlere karsi lakayt davranmis olmalari.
Sonuç: “Ilahiyatçilar (dini bilenler) böyle lakayt davraniyorlarsa, az bilip onunla amel etmek daha iyidir.”
Hatta bazi kimseler, “genellikle çok bilenler sapitiyor, seytan da çok biliyordu; ama amel etmiyordu” veya “benim ninemin itikadi Ilahiyat profesöründen daha güçlüdür” diyerek, az bilmenin daha kiymetli oldugunu vurgulamaktadirlar.
Yüksek sesle belirtmek isterim ki hem “kocakari itikadi” hem de “az bilmenin daha kiymetli oldugu” varsayimi, Kur’an tarafindan asla onay almaz. Müminler için mutlak dogru ölçü ve referans Kur’an olduguna göre, Kur’an’in onaylamadigi bu temelsiz varsayimlari ciddiye alamayiz. Kur’an, bastan sona ilme, akla, tefekküre, tedebbüre yer vermektedir. Yüzlerce ayette ilme/bilmeye, akli kullanmaya, tefekküre atif yapilmakta ve alternatif fikirler ortaya atanlarin, fikirlerini kanitlamalarini istemektedir.
Kur’an, bilenlerle bilmeyenlerin kesinlikle bir olmayacagini, kendi hakikatlerini kavrayanlarin ve kendisine hakkiyla saygi duyanlarin ancak alimler oldugunu, dolayisiyla bilmeyenlerin zikir ehline (ilim ehline, alimlere) sormasi gerektigini açikça vurgulamistir.
Yine Kur’an, ilmi dikkate almayip zanlariyla hareket edenleri ve bilgisizce tartisanlari uyarirken, kendilerine ilim verilenlerin ve ilimde derinlesenlerin derecelerini yükselttigini belirtmektedir.
Ayrica Kur’an, bilgisizce hareket edenleri “cahiliye” olarak nitelerken, buna karsilik “Rabbim, ilmimi arttir!” diye Allah’a yakarmamizi ögütlemektedir.
Nebi as da “alimler peygamberlerin varisleridir” buyurarak, ilmin ne derece önemli oldugunu belirtmistir.
Kur’an mesaji bakimindan bütün bunlarin, (akli kullanmanin, tefekkürün, hikmetin, bilginin ve bilme faaliyetinin), ne kadar önemli oldugu ayan beyan ortada dururken, alternatif iman provalariyla hakikate varmak mümkün degildir. Dolayisiyla ilim olmadan, akil kullanilmadan, “iman akilla temellendirilmeden” iyi/saglam bir imana sahip ve iyi/muttaki bir Müslüman olamayacagimizi bilmemiz gerekir.
“Imani akilla temellendirilme” mevzusu müminler için hayati bir öneme haiz oldugu için, bu mevzuyu bir sonraki yazimizda ayetlerin isiginda sürdürmeye devam edecegiz, insallah!
Selam ve Muhabbetlerimle…
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)