Geçen haftaki yazimizda Imam Gazali’yi -pek çok kimse gibi- ilimlerin tasnifi noktasinda elestirince, bir arkadas “kim oluyorsun da Imam Gazali’yi elestiriyorsun” demisti. Bunun üzerine bu haftaki yazimizi Imam Gazali’ye ayirdik.
Konuya geçmeden önce bir iki ilke belirlemek isterim. Birinci ilke sudur: Din ölçeginde Allah’in vahyi ve o vahyin muhatabi olan Resullullah hariç, her insan elestirilmeye müsaittir. Elestiri (müzakere) yapilmazsa, “tapinma” baslar ve orada asla hakikat beklenemez
Ikinci ilke; ilimde otorite (allame, hüccet) sayilmak, en dogrusunu bilmek degildir. En dogrusunu sadece Allah bilir.
Üçüncü ilke; Dinde sahislara degil, dogrulara uymak esastir. Onun için sahislarin degil, dogrularin pesinde olmaliyiz.
Ilim/bilim tarihine baktigimizda kimi insanlarin mutlak otorite kabul edildiklerini görürüz. Resulullah döneminde tek otorite vahiydi ve o vahye uyan Muhammed as idi. Sonrasinda -özellikle ilk iki asirdan sonra- ilimle ugrasan bazi kimseler, vahiy yerine otoriter kabul edilmeye baslandilar. Önce mezhep imamlari, ardindan tasavvuf önderleri otorite kabul edilerek vahyin ve elçisinin önüne geçirildiler.
Tasavvufta derinlestiklerini söyleyen bazi zatlar, Allah’tan ilham(vahiy) aldiklarini, Allah’in kendileriyle konustugunu ileri sürerek halki manevi baski altina alarak etkilemeye çalistilar. Ilimde otorite kabul edilince de artik müzakere edilmez ve bilgilerinin dogrulugu ispatlanamaz hale geldi. Kur’an ölçü olmaktan çikti. Halbuki ölçü, otorite olanlar degil, Kur’an ve elçisi olmaliydi.
Esasen hiç kimse ilimde kendisini mutlak otorite göremeyecegi gibi, baskasini da otorite gösteremez; ancak ilim tarihine baktigimizda, maalesef pek çok kimse otorite kabul edilerek Kur’an’in ve elçisinin önüne geçirilmistir. Bu yüzden nakilcilik, taklitçilik, mezhepçilik, statükoculuk basini alip gitmis, düsünce üretme, felsefe, akil, bilim, medeniyet gibi kavramlar bu gelenek içerisinde neredeyse kaybolup gitmistir.
Bunlari söylerken “ilimde derinlesmis” yani bugünkü ifadeyle “otoriter duruma gelmis kimse yoktur” demiyorum. Elbette ilimde yükselmis pek çok insan vardir. Çalisma ve eserleriyle kendilerini ispatlamislardir; ancak otoriter kabul edilenlerin her seyi dogru bildigi, içtihatlarinin mutlak dogru oldugu ve uyulmasi gerektigi anlamina gelmez. Onlarin da yanlislari mutlaka vardir. Zaten farkli yorum ve içtihatlarda bulunmalari da onu gösterir.
Kabul etmek gerekir ki Islam dünyasinda Imam Gazali de hüccet/otorite kabul edilmis bir alimdir. Bu yükselmesinde elbette kendi payi kadar takipçilerinin (ögrencilerinin) payi büyüktür.
1058 yilinda Horosan Tus Sehrinde dünyaya gelen, zeki ve çaliskan olan Gazali, erken yaslarda ilim tahsiline baslamis ve daha sonra da Imam Cüveyni’nin yaninda 1080-1085) bes yil ögrencilik yapmistir. Bu zaman zarfinda Fikih, Usul, Mantik, Kelami ve Felsefe okudugu, 400’üzerinde eser yazdigi ve bunlardan 70 tanesinin günümüze kadar geldigi belirtilmektedir. Fikih ve tasavvuf konularinin islendigi “Ihya” adli eseri, en meshur olan eseridir.
Imam Gazali 34 yasinda iken Bagdat Nizâmiye Medresesine Müderris olarak tayin edildi, sonra da bas müderris oldu. Burada yogun bir tedrisata basladi; fakat ancak dört yil dayanabildi. Medresenin kurucusu Nizam’ul-Mülk’ün, Batini fedaileri tarafindan öldürülmesi, ardindan dönemin hükümdari Meliksah’in faili meçhul bir suikaste kurban gitmesi, Gazali’nin sagliginin bozulmasina (bunalima girmesine) neden oldu ve hekimlerin de önerisi üzerine Bagdat’taki Nizamiye medresesinden ayrilmak zorunda kaldi.
Bir süre Sam, kudüs, Mekke’de kaldiktan sonra tekrar memleketi Tus’a döndü. Vefati olan 1111 yilina kadar (on yedi yil) bunalimli hastaligi devem etti. Yakalandigi bu hastalik sebebiyle dünya nimetlerinden elini etegini çekerek tasavvufta huzur bulmaya basladi ve tekkede müritler ile birlikte sufi bir yasam sürdürdü.
Gazali, Ihya adli eserini Bagdat’tan ayrildiktan sonra, yani bunalimli döneminde ve tasavvufa tam yöneldigi dönemde yazdi. Dolayisiyla topladigi rivayetleri bir ölçü ve ayiklamaya tabi tutmadan, sonucunun nereye vardigini düsünmeden kitabina aldi.
Baslangiçta kelam ve felsefe okuyan Gazali, zamanla Imam Safii, Malik, Ahmed, Esari, Süfyan ve diger selefi hadisçilerin etkisinde kalarak bu ilimlere düsman oldu. Erken tarihlerde akilcilik ile lafizcilik (nasçilik) beraber atbasi giderken, Gazli ile birlikte Kelam ve Felsefeye açilan savasla akilcilik mahkum edildi, nasçilik hakim kilindi. Böylece Islam’da düsünce özgürlügünü ve akilciligi çikmaza soktular ve islevsiz hale getirdiler. Kelam ve felsefeyle ugrasanlari da bozguncu, karistirici, sapik, hatta kafir kimseler olarak göstermeye çalistilar.
Özellikle Haricilik, Selefilik ve Es’arilik müntesipleri akli merkeze alanlari sapik ve kafir saymayi adet haline getirdiler. Gazali’nin basini çektigi akil karsitligi, Islâm dünyasinda maalesef günümüze kadar devam etmistir. Bu gün halen ilahiyat fakültelerinde Kelam, felsefe, düsünce ve akil düsmanligi devam etmektedir.
Gazali’nin önemli bir hatasi, Es’ari paradigmasiyla sahneye çikmis olmasidir. Es’ari, Kur’an’in vurguladigi insan iradesini kaldirdi. Gazali de Es’ari’nin bu düsüncesini benimseyerek tasavvufa aktardi. Evet, Es’ari ve onun izini takip eden Gazali, dinde akil ve seriat ayrimciligi yaparak akli seriata mahkum ettiler. Zan edildi ki vahiy Allah’in yaratigi, akil da insanin yarattigidir. Dolayisiyla vahiy konusursa Allah konusmus olacak, akil konusursa insan konusmus olacaktir. Halbuki vahyi de akil da yaratan Allah’tir. Vahyin muhatabi akildir; akil olmadan vahiy nasil anlasilacak ki!
Gazali’nin, bütün bilimlerin inkisaf ettigi ve olgunluga eristigi bir çagda yasamis olmasi büyük bir avantajdi; ancak bu ilimleri çagin idrakine tasiyarak bir sistem olusturamadi. Akli kullanmak ve ilimleri güncellemek yerine, akli, düsünceyi (felsefeyi) yerden yere vurdu, islevsiz kildi. Devamindaki çaglarda Islâm bilimleri ve medeniyeti onlarin gölgesinde dibe vurdu.
Gazali’nin düsüncesi ve yerlestirdigi statüko öylesine kabul gördü ki Ihya adli eseri, Kur’an’dan daha çok ragbet gördü, gelenekselcilerin bas kitabi oldu. Imam Nevevi (ö.1277), “Ihya” adli eser hakkinda söyle demisti: “Nerde ise veya az kaldi, Ihya Kur’an olacakti!”
Islâm ilimleri ve medeniyetinin çöküsünün sebeplerinden biri de Gazali ve diger ulemayi otorite/üstad kabul edip, onlarin, akil, bilim ve felsefe düsmanligini sürdürmektir. Halbuki -kim olursa olsun- ulemayi ilimde ve dinde otorite kabul etmek demek, onlarin yanilmazligini düsünmek ve taklit gelenegini sürdürmek demektir. Bu da otorite tapiciligindan, köle olmaktan baska bir sey vermeyecektir.
Eger Islam dünyasi yeniden ihya olup dünyaya önderlik yapacak ise, akilciligi ilmin merkezine yerlestiren Mutezile, Maturidi ve Ibni Rüsd gibi alimlerin müktesebatindan yararlanmak gerekir. Gazali’den de elbette yararlanacak çok sey vardir. Özellikle dünya metaina dalanlar, nefsinin isteklerine tapanlar, ahiret hayatini ciddiye almayanlar için Gazali’nin eserlerinde önemli uyarilar vardir. O uyarilara elbette kulak vermek gerekir.
Gazali ile ilgili sunun da belirterek konuyu kapatalim: Gazali, gerçekten yazdigi yüzlerce eserle kendisini bir ilim adami olarak ispatlamistir. 53 yillik kisa ömrüne çok eserler sigdirmistir. 80-90 yil yasamis olsaydi, kim bilir daha neler üretecekti; ancak sunu da belirtelim ki daha kirkina varmadan bunalima girmis olmasi, onu saglikli düsünmekten alikoymustur. Tarihte pek çok kimse, sagligi bozulunca, duygusal düsünmeye baslamis ve daha çok kendini ibadete vermis, “inzivaya” girerek dünyadan elini çekmeye baslamistir. Bu da çok dogaldir. (Musa Carulllah buna güzel bir örnektir.)
Iste, Imam Gazali’yi de bu kategoride ele alip, yazdiklarini vahiy ve akil süzgecinden geçirerek yararlanmak lazimdir. Kendisine Allah’tan rahmet dilerim.
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU 28 MART 21
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)