Sünnet kavrami Kur’an’da birkaç ayette izafet terkibi/isim tamlamasi olarak Allah’a izafe edilince; “sünnetullah/Allahin yasasi” ve “sünnetülevvelin/öncekilere uygulanan kanun” (Enfal 38, Isra 77, Fatir 43) seklinde kullanilmaktadir. Bu ayetlerden hareketle dilciler, sünnetin kapsamini genisleterek kanun, düzen, prensip yaninda takip edilen yol, gidisat, yasayis, adet, gelenek, gibi anlamlar yükletmislerdir.
Tarihi süreç içerisinde Kur’an’in kullandigi “sünnetullah, sünnetülevvelin” bir kenara birakilarak yerine “sünnetünnebi” kullanilmaya baslandi ve sünnet tamamen Nebi as ile özdes hale getirildi. Öyle ki artik “sünnet” denilince sadece Resulullah akla gelir oldu.
Peki, “sünnetünnebi” (Nebi’nin sünneti) ifadesi yanlis mi, kullanilamaz mi? Dilcilerin kullandigi (yol, yasayis) anlaminda elbette kullanilabilir. Öncekilerin yasayislari için kullanilan sünnet kavrami, lafzi anlamda sadece Nebi için degil, herkes ve her grup için kullanilabilir. Tartisilan mevzu, Nebevi sünnetin varligi degil, Nebi’nin sünnetinin (yasam seklinin) nasil oldugudur? Evet, sünnete itiraz veya elestiriler, ontolojik anlamda degil, “nasillik” üzerinden yapilmaktadir.
Resulullah’in sünneti üzerinde yapilan tartismalar ve elestiriler, Kur’an’in öngördügü prensiplere uymayan bir hayat tarzini ona giydirmeye çalisma hakkindadir. Kaynaklarimiza baktigimizda, onun yöresel olan kilik kiyafeti, yeme içmesi, gezip dolasmasi gibi mübah olan mevzular sünnet olarak gösterilmis, asil adalet ve merhamet gibi temel prensipler (misyonu) gözardi edilmistir.
Resulullah as’in misyonuna uymayan bir hayat seklini ona nispet etmek, sahteciliktir. Kur’an isiginda misyonunu ele aldigimizda, uyduruk rivayetlerle ona giydirilmeye çalisilan sahte hayati rahatlikla tefrik edebiliriz; zira Kur’an, onun nasil bir kisilige ve misyona sahip oldugunu bize açikça beyan etmektedir.
Evet, gerçek sünnet, yani Resulullah’in yolu, Resulullah’in Kur’an’a uyarak yasadigi hayat seklidir. Gerçek sünnet, Allah’in buyruklarina tabi olmakla elde edilirken, sahte sünnet de sahte rivayetlere tabi olmakla elde edilir. Dolayisiyla, sik sik gündeme getirilen sünnet ve hadis düsmanlari, Kur’an’a uyanlar degil, Kur’an’in mesajlarini savsaklayip onun yerine uyduruk rivayetleri Nebi as’a reva görenlerdir. Binaenaleyh, “sünnet ve hadis düsmanlarini Ilahiyat fakültelerinden atacagiz” diyenlerin, önce gerçek sünnet ve hadisin ne oldugunu ögrenmelerini tavsiye ederim.
Bu kisa gizirgahtan sonra “kimlerin Resulullah’in sünnetine daha çok uydugu” üzerinde duralim.
Yukarida da belirttigimiz gibi, Resulullah’in tabi oldugu kaynak Allah’in ayetleridir. O, Allah’in ayetlerine uygun bir hayat yasamistir. Dolayisiyla kim Kur’an ayetlerine göre yasiyorsa, Resulullah’in sünnetine göre yasamis olur. Öyle ise, 1400 yillik zaman içerisinde ortaya çikanlarin –ister mezheplesmis içtihatlar, ister bireysel kalmis içtihatlar olsun- söylemlerine ve fiillerine bakmak lazim; kimin söylemleri ve fiilleri Kur’an’in temel referanslarina uygun ise, o Resulullah’in sünnetine en yakin olandir.
Simdi, konunun daha iyi anlasilmasi için bir mukayese yapalim.
Bir örnek olarak, Ehl-i sünnet disinda görülen ve –biraz da- “sünnet düsmani” kabul edilen Mutezile ekolünün temel prensipleri ile kendilerini adeta “firka-i naciye” gören Ehl-i sünnetin temel esaslarini (ki homojen, yekpare bir mezhep te degildir) karsilastiralim; bakalim hangisi Kur’an’a daha uygundur?
Mutezile, dini, su bes esas/temel üzerine insa ediyor:
Tevhit
Adalet
Emru bil ma’ruf, nehyu anil munker (Iyiligi yaymak, kötülügü yok etmek)
el-va’du vel va’id (Allah’in, iyilikler ve kötülükler için verdigi sözün gerçeklesmesi, ahiret hesabi))
el-menzile beynel menzileteyn (Büyük günah isleyenlerin durumu ile alakali bir presip)
Buna karsilik ehl-i sünnet de dini, Kelim-i sehadet, Namaz, Oruç, zekat, Hac olmak üzere bes esas/sart üzerine insa ediyor:
Bakildiginda, E. Sünnet daha ziyade bireysel Müslümanligi öncelemektedir. Adalet, ehliyet, liyakat, merhamet gibi toplumsal prensipleri öncelikleri arasinda degil, sonlara birakmistir; zira tarih boyunca E. Sünnet koalisyonu iktidarda kalmis, tebasina adeta sunu empoze etmistir: Namazinizi kilin, orucunuzu tutun, zekatinizi verin ve bize itaat edin; sakin ha muhalefete kalkisip basiniza is açmayin!
Buna karsilik Mutezile toplumsal Müslümanligi öncelemekte ve Müslüman toplumun ayakta kalmasi için saglam temeller atmaktadir. Yani Mutezilenin bu bes esasi mülahaza edildiginde, hem Allah ve hem de toplumla iliskilerin saglam temellere oturtuldugu rahatlikla görülecektir. Dolayisiyla Mutezilenin temel esaslari, Resulullah’in yeryüzünde gerçeklestirmeyi amaçladigi hedeflerle bire bir örtüstügü ve uymayi daha çok hak ettigi rahatlikla söylenebilir.
Evet, adaleti öncelemiyorsaniz, iyiligi ve ahsen olani yaymaya, haksizlik ve kötülükleri engellemeye yönelik bir çabaniz yoksa namaz, oruç ve hac ritüellerinin ne faydasi olur ki! Resululla’in basta gelen temel ilkesi adalet üzere hareket ederek güven saglamak degil miydi? Evet O, toplumun güvenini namaz kilarak, oruç tutarak kazanmadi; adalet, merhamet ve hakka riayet ile kazandi. Iste onun basta gelen sünneti budur.
Son söz: Hakikat üzere olmak, ne Ehl-i sünnetin, ne Ehl-i Sia’nin (ki onlar, asil Resulullah’a en yakin bizleriz demektedirler) ve ne de baskalarinin kuruntulariyla olacak degildir. Resulullah’in sünnetine uymak isteyenler, onun nelere öncelik verdigini Kur’an’dan ögrenerek iyi bilmeleri gerekir. Aksi takdirde “sünnet ehli” olacaklari yerde “bid’at ehli” oluverirler ki onun da bedeli agir olacaktir.
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)