Islam dininin temel kaynagi olan Kur’an, insanligin kurtulusu için evrensel ilkeler/kurallar koyar. Bu ilkeler kadimdir/sabittir; insanligin varolusuyla var olmus, kiyamete kadar bakidir/yürürlüktedir ve hiçbir zaman degistirilemez. Bu ilkeler üzerinden yapilan içtihatlar (yorum ve teviller) ise, kadim ve baki degildir; tarihseldir, hadistir, geçicidir, konjonktüreldir; duruma göre degisime ugramaktadir.
Esasen “din” denilince temel ilkeler akla gelmelidir. Temel ilkeler üzerinde insa edilmis seriat, hukuk, içtihat, tevil, yorum vs. kisilerin kendi görüsleridir ve tarihseldir. Bu görüsler, kendi döneminin insanlarini aydinlatir (veya saptirir). Bu içtihatlar evrensel olamaz, sonraki çaglarin ihtiyaçlarini karsilayamaz.
Sahabe ve tabiin dönemindeki içtihatlar, kendilerine yeterli olabilir ve ihtiyaçlarini karsilayabilirdi; ancak bu içtihatlarin/hukukun, asirlar sonrasi insanlarin ihtiyaçlarini karsilama imkani bütünüyle yoktur. Dolayisiyla her dönem, kendi Hasan Basrilerini, Ebu Hanifelerini, Ibni Rüstlerini, Elmalilarini çikartmasi lazim ve bu gibi alimler de kendi çagin insanlarini muhatap almali ve onlarin ihtiyaçlarina göre hukuk/içtihat yapmalidirlar.
Bu kisa girizgahtan sonra temel ilke/kurallar üzerinde durmaya çalisalim. Bilinmelidir ki Allah’in bizlere ögrettigi dinin iki ana/temel ilkesi vardir; biri Tevhit, digeri de salihattir; her ikisi de evrenseldir, kadim ve bakidir.
1.Tevhit ilkesi: Allah’i geregi gibi taniyip inanmaktir. Yani, Allah’in varligi ve birligi yaninda, yetkilerini ve tasarruflarini da kabul etmek ve hiçbir varlikla paylasmamaktir. Ayrica sadece O’na ibadet etmek, nimetlerine sükretmek ve günahlarimiza karsi da sadece ona istigfarda bulunmak ve tövbeyi (pismanligimizi, özrümüzü) O’na arz etmek esastir.
Bu ilke, ilk insandan beri yürürlüktedir ve kiyamete kadar da yürürlükte kalacaktir. Bu ilkeyi bütün insanlarin kabul etmesi, Allah’in insanlar üzerindeki hakkidir; zira insanlari var eden ve yasamalarini saglayan sadece O’dur. Bu temel ilkeyi geregi gibi anlayip kabul etmeyenlerin “iyilik” adi altindaki çabalari Allah katinda ise yaramayacaktir.
2. Salihat ilkesi: Salihat, her türlü hasenati/iyilikleri içinde barindiran temel ilkedir. Hakki ve adaleti gözetip zalimlerden olmamak, takvali davranarak sadakat sahibi olmak (dogruluk, dürüstlük, güvenirlik, sözünü tutmak), insanlarin ihtiyaçlariyla/dertleriyle dertlenmek ve onlarla baris içinde yasamaya çalismak, basta anne-baba olmak üzere yakin ve uzak akrabalarla güzel iliskiler içerisinde olmak salihattir. Ayrica merhamet, iffet, istisare, ehliyet, cesaret, haddini bilmek, sükür, sabir gibi güzel ahlaki ilkeler salihattir ve hiçbir zaman modasi geçmeyen evrensel ilkelerdir.
Diger taraftan fertlerin, ailelerin ve toplumun çökmesine neden olan her türlü haksiz kazanç, zulüm, yalan, iftira, giybet, hased, kibir, nankörlük, cimrilik, azginlik, fahsa gibi münker/kötü olan ahlaki davranislar da evrenseldir; her zaman kötüdür, zararlidir, ilkesel olarak bunlardan kaçinmak esastir.
Evet, bu iki temel ilke evrenseldir, çaglar üstüdür, her çagda ve her toplumda geçerlidir. Içtihat, yani fikih/hukuk ise tarihseldir, konjonktüreldir, dinamiktir. Temel ilkeler merkeze alinarak içtihat -ihtiyaçlara göre- sürekli yenilenmelidir; zira Insan, farkli cografyalar içerisinde çok farkli evrelerden, tarihi süreçlerden geçmektedir. Zaman ve mekanin degisimiyle birlikte karsilasilan meselelerin hükümleri de –illete binaen- degismelidir.
Resulullah as dönemindeki hayat sartlari ve standartlari ile üç yüz sene sonrakiler farklidir. Hakeza, Arabistan hayat sartlari ve kültürü ile Anadolu bölgesinin farklidir. Dolayisiyla her çagin kendisine has bir içtihat/hukuku olmalidir. Bu hukuku düzenleyecek olanlar, geçmiste yasayan hukukçular degil, bugünün hukukçulari olmalidir. Her müçtehit, sadece kendi dönemin müçtehidi olmalidir.
Evet, bugün çözülmesi gereken yiginlarca birikmis meseleler vardir. Insan haklarindan diger canlilarin haklarina, yoksulluk içinde kivranan insanlarin durumlarindan bir ülkeyi satin alabilecek kadar servete sahip olanlarin durumlarina, ekonomi ve ticaretten, egitim ve tarima, çevre problemlerinden sehirlesmeye, geleneksel dini dayatmalardan modernizmin dayatmalarina ve teknolojinin bas döndürücü hizina kadar pek çok konu Islami çözümler beklemektedir.
Islam dini sorun üretmek degil, sorunlari çözmek için Allah tarafindan gönderilmistir. Resulullah as dönemindeki toplumlarin ne kadar problemleri varsa, Resulullah vahiyle çözmeye çalismistir. Resulullah as’in bu uygulamasini sonraki ulemanin da sürdürmesi zorunludur. Ulema/uzmanlar, her türlü meseleyi vahyin isiginda ve adaletle çözmek zorundadir; aksi halde adalet yerine zulüm, hak yerine haksizlik, iyilik yerine kötülük, fayda yerine zarar vermis olur ve insanlar dinden uzaklasmis olurlar.
Mevzunun daha iyi kavranmasi için birkaç somut örnek vererek sonlandiralim.
1.Çagimizda her gün açliktan on binlerce insanin öldügü bir dünyada zekat/sadaka vergisini sadece %2.5’ta tutan ve ayda 10-20 bin lira kazanana degil, 80 gr. Altini olan evsiz-barksiz gariplere zekat vergisi emreden bir hukuk, insanlarin vicdanlarini rahatlatamaz.
2. Binlerce kilometre yolu birkaç saatte rahat bir sekilde giden ve en konforlu meskenlerde kalan bir yolcuya oruç tutmama ruhsatini veren, fakat 45 derece sicagin altinda çalismak zorunda kalanlara ruhsat vermeyen bir içtihat, akillari ikna edemez.
3. Hac vazifesini yerine getirmek isteyenleri sadece zilhiccenin 9-12. günlerine mecbur birakip, milyonlarca Müslümani hac vazifesinden alikoymak ve ayrica “ihram” adi altinda yari çiplak bir sekle sokmak hukuken kabul edilir bir durum degildir.
4. Nikah sadece evlenecek çiftlerin kabulü ve Nüfusta tescili ile biten bir durum iken, belediyelerde, müftülüklerde, dügün salonlarinda -yetkisiz yetkilerle- kiyilmasi eziyetten baska bir sey degildir. O da yetmez gibi bir de “dini nikah” adi altinda ikinci bir tören, isi daha da zorlastirmaktadir. O da yetmezmis gibi, belirli gün ve gecelerde “nikah tazeleme” merasimleri yapilmaktadir ki bu uygulamalar isi ciddi sekilde sulandirmaktadir.
(NOT: Nikahin dini veya la dinisi yoktur. Cahiliye döneminde evli olanlar bile Müslüman olduktan sonra nikahlarini tazelemediler.)
5. Çagin ekonomi, iktisat, ticaret ve sosyal hayat ile ilgili sorunlarini nakliyeci medrese mollalarina götürüp “seriat” adi altinda çözmeye çalismak (onlara fetva sormak), seriata/hukuka yapilmis büyük bir saygisizliktir; zira çagin sorunlari uzmanlik gerektirir. Her bir mesele -geçmis asirlarin içtihadiyla degil, uzmanlarindan olusan komisyonlarca çözülmelidir.
Özetle belirtmek isterim ki asirlar önce -agirlikli olarak tarihteki siyasi iktidarlar tarafindan- sekillenen içtihat/hukuk, 21. Asrin insaninin sorunlarini çözemez ve mutlu kilamaz. Onun için çagimizda, evrensel ilkeler dikkate alinarak -her mesele- uzmanlari tarafindan hükme baglanmak zorundadir. Aksi takdirde müslümanlar huzur bulamadiklari gibi, dini terk edenlerin önüne de geçemezler.
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)