Zekât kurumunun güncellenerek aktif hale getirilmesi ile ilgili makaleye devam ediyoruz.
Birinci yazida “zekâtin anlam ve önemi”, ikinci yazida “zekâtin, Sadaka ve Infak ile Iliskisi”, üçüncü yazida “zekât-vergi iliskisi”, dördüncü yazida “zekâtin nelerden verilmesi gerektigi ve zekât mükellefiyeti” üzerinde durmustuk.
Bugün de kazançlarimizin ne kadarini, kime, nasil infak edecegimiz üzerinde duracagiz.
Dördüncü yazida, Müslümanlarin servetten degil, kazanip yararlandigi/harcadigi riziklardan zekât vergisini ödemeleri gerektigini ifade etmistik. “Ne kadar bir gelir/gidere sahip olduklarinda zekât mükellefi sayilacaklari” konusunda da Türkiye Istatistik Kurumu’nun verileri dikkate alinarak aylik nisabin çikartilmasi gerektigini yazmistik.
Istatistik Kurumu’nun verileri dikkate alindiginda dört kisilik bir ailenin zorunlu ihtiyaçlarinin karsilanmasi için yaklasik “aylik bes bin” liraya ihtiyaç oldugu ve bes bin rakamin altinda bir gelir/gidere sahip olanlarin zekât mükellefi sayilmamalari kanaatine varmistik.
Peki, zekât mükellefi olan biri ne kadar ödemelidir?
“Ne kadar ödemelidir” sorusuna, kimi alimler Bakara suresi 219.ayeti referans göstererek “fazlasini, arta kalani” seklinde cevap vermektedirler ki bu isabetli bir cevap degildir. Ayet söyledir:
“(Ey Muhammed!) Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar: De ki: Afv.” Dedigim gibi, genellikle “afv” kelimesini “ihtiyaçtan fazlasi” seklinde tercüme edilmislerdir. Oysa sorulan soru, “ne kadar infak edelim” degil, “ne infak edelim” sorusudur. Dolayisiyla bu ayetteki “afv”in tercümesi söyle olmalidir: “Hangi ürünlerden, nelerden yararlaniyorsaniz (neleri tüketiyorsaniz), onlardan yoksullarin ihtiyaçlarini dikkate alarak infak edin.”
Evet, “ne kadar infak edilmelidir” sorusunun cevabi, “ihtiyaçlar kadar” olmalidir. Bazi durumlarda riziklandiklarimizin yüzde besi yeterli gelirken, bazi durumlarda yüzde on bile az gelebilir. Onun için mutlaka yoksul/muhtaçlara yönelik bir bakanlik kurulmali, bu bakanlik muhtaçlari/ihtiyaçlari sürekli arastirarak bilgilerini güncellemeli ve ona göre de zekât oranlarini belirlemelidir. Tipki fitir/fitre sadakasini her yil yeniledikleri gibi.
Öyle ise, -birinci temel ilke olarak- sadece belirli birkaç maldan/üründen yüzde 2.5 vermek degil, “zekât kurulu” her ay/yil bir yandan muhtaçlarin ihtiyaçlarini tespit etmeli, diger taraftan zekât mükellefi olanlarin riziklandiklari (yararlandiklari, tükettikleri) tüm nimetleri esas alarak zekât ödemesi çikartmalidir.
Ikinci temel ilke olarak da nimetleri az tüketenlerden az, çok tüketenlerden çok zekât vergisi alinmalidir. Yani, her Müslüman ayni oranda zekât vergisi vermemelidir; kazanip tükettigi ölçüde vergisini vermelidir ki nimetler israf edilmesin. Tipki bazi belediyelerin, –su sikintisi ve israfi önlemek için- suyu az kullananlara düsük bir fiyat, çok kullananlara yüksek fiyat uyguladiklari gibi.
Mesela; 5-10 ton kullananlara tonu 2 lira, 11-20 ton kullananlara tonu 3 lira, 21-30 ton kullananlara tonu 4 lira gibi.
Bu ilkelere göre bir oran belirtmek gerekirse; dört kisilik bir ailenin gelir/giderleri (riziklari, harcamalari, tüketimleri) aylik 5-6 bin lira olanlar yüzde bes, 7-8 bin lira olanlar yüzde alti, 9-10 bin lira olanlar yüzde yedi, 11-12 bin lira olanlar yüzde sekiz, 13-14 bin lira olanlar yüzde dokuz, 15-16 bin lira olanlar yüzde on zekât vergisi vermelidirler. Tabi bu oranlar sadece bir taslak niteliginde olup, göreceli ve degiskendir. Son karari “zekât kurulu” vermelidir.
Sunu da hassaten belirtelim ki zekât zorunlu bir vergidir. Müslüman oldugunu kabul edenler bu vergiyi vermek zorundadirlar. Kisi zekâtini verdikten sonra isterse ayrica her türlü infakta bulunur. Yani zekât vergisi ayri, bagista bulunmak veya vakfetmek ayri islemlerdir. Kisi riziklandiklarinin vergisini/zekâtini –zorunlu olarak- verdikten sonra, dilerse ayrica farkli infaklarda bulunur; hatta yerine göre de bulunmak zorundadir.
Mesela; bir arsasini hastane, okul, cami gibi kamuya vakfedebilir. Yine, önemli gördügü bir ihtiyaç için (5, 10, 50, 100 bin lira gibi) bagista bulunabilir. Bilinmelidir ki ahiret hayati, asil bu gibi büyük meblaglar infak edilerek kazanilir.
Sunu da hatirlatalim ki resmi belgeyle tarla, arsa, konut, fabrika, atölye, dükkan, araba, araç-gereç, altin, para gibi büyük servete sahip olanlar o servetten yararlanmadikça elbette zekât vergisiyle mükellef degildirler; ancak mali/sermayeyi insanlarin yararina sunmadiklari ve atil biraktiklari için sorumlu tutulacaklardir; çünkü mali, para ve altin gibi kiymetleri üretime ve toplumun istifadesine sunmayip yillarca bekletenleri, ranta dönüstürenleri ve riba yoluyla paradan para kazanmaya çalisanlari Allah azapla tehdit etmektedir.
“Altin ve gümüsü biriktirip de onlari Allah yolunda harcamayanlara can yakici bir azap vardir.” (Tevbe 34)
“Mal toplayip, onu sayip durana yaziklar olsun.” (Hümeze 2)
Kimlerin, nelerden zekât vermesi gerektigini belirgin hale getirdikten sonra simdi de “zekât alacaklar” üzerinde kisaca duralim.
Ilmihal fikhinda “zekât alacaklar” Tevbe suresi 60.ayeti dikkate alinarak belirlenmistir. Bu ayette; fakirler, miskinler, amiller, müellefe-i kulüp, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar, yolda kalanlar olmak üzere sekiz sinif sayilmaktadir.
Tabi ki Allah, 7.yüz yil Arap toplumunun sosyo-ekonomik durumunu (ihtiyaçlarini) dikkate alarak sadakalarin/zekâtlarin verilecegi siniflari belirtmektedir. Bu siniflar/ihtiyaçlar günümüzde de devem ediyorsa, elbette bu talimata uymak zorunludur; ancak bu siniflardan biri veya bir kaçi kalkmis veya sekil degistirmis ise, ona göre davranmak gerekir.
Fakir ve miskinler/yoksullar hiçbir zaman yok olmaz; onlar her asirda devam eder. Amiller, yani zekât islerinde çalistirilan memurlar ise, günümüz Türkiye’sinde söz konusu degildir; ancak kimi vakif vb. teskilatlarda çalisip baska geliri olmayanlar bu kapsamda degerlendirilebilir.
Müellefe-i kulüp: Bu sinif, Islam’in sefkat ve merhamet dini oldugunu göstermek amaciyla, gayr-i müslim de olsa tüm muhtaçlara infak etmemiz gerektigini göstermektedir. Bu sinif da her zaman bulunabilir.
Köleler sinifi her ne kadar geçmisteki evsafiyla yoksa da modern kölelik devam etmektedir. Özellikle kamplarda, çadirlarda, sokaklarda sürünen insanlar da bir çesit köledirler. Özgürlükleri ve bagimsizliklari kisitlanmis olan bu gibi insanlarin mücadelesine destek vermek için zekât gelirinden pay vermek çok daha kiymetlidir.
Borçlulara gelince, normal iaselerini karsilayacak maaslarinin/gelirlerinin yetersizliginden veya hastalik gibi afetlere maruz kaldiklarindan dolayi borçlanmislarsa elbette zekât gelirlerinden yararlanabilirler; ancak henüz geçinemezken, baska varliklara yatirim yaptiklarindan dolayi borçlanmislar ise, zekât gelirinden yararlanamazlar.
“Yolda kalanlar” sinifinin günümüzde pek bir ehemmiyeti kalmamistir. Günümüzün ulasim ve iletisim imkânlari ile seferilik hükümleri tamamen degismistir. Varlikli kisi, çesitli nedenlerden dolayi yolda parasiz kaldiginda, yakinlariyla iletisime geçerek para çikartir veya borçlanir, evine ulastiginda borcunu gönderir/öder.
“Fi sebilillah (Allah yolunda olanlar)” sinifi çok kapsamli bir siniftir. Kimi âlimler sadece cihad edenlere özgüdür” demislerse de esasen “Allah yolu” “mesru” olmak kaydiyla insanlik adina yapilan tüm hizmetleri kapsamalidir. Dolayisiyla sadece cihad ve ilim için degil, insanlik için hayirli/yararli olan tüm alanlara zekâttan pay verilebilmelidir.
NOT: Zekâtin güncellenmesi konusuna devam edecegiz. Kalan son yaziyi, maddeler halinde özetleyerek sonuçlandiracagiz insallah…
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU
Eyüp Polat