Geçen hafta Imam Gazali’yi kisaca tanitmaya çalistik. Bu hafta da Gazali’ye “tehafütü tehafüti’l felasife” adli eseriyle reddiye yazan ve hem Islam dünyasini ve hem de Avrupa fikriyatini büyük ölçüde etkileyen Ibni Rüsd’ün paradigmasi (felsefesi) üzerinde kisaca duracagiz.
Muhammed bin Ahmed bin Rüsd, 1126 yilinda Kordoba’da dogdu. (1198 yilinda, 72 yasinda Fas’ta vefat etti.) Dedesi ve babasi kadi/hakim olunca, (Kordoba’da) kendisi erken yaslarda ilim tahsiline basladi ve yüksek zekasi ve kavrayisi ile herkesin dikkatini çekti. Fikih, hadis, felsefe, kelam, tip, matematik, tabiat ilimleri, siyaset okudu. Filozofluk yaninda kadilik ve tabiplikte de ün yapti.
Ibn Rüsd’e göre insan, akli sayesinde insandir ve tüm varliklardan üstündür. Akilli olmasi ona büyük imkan saglamaktadir. Onun için aklini kullanarak varliktaki düzeni düsünüp anlamaya çalismasi, yaratilisinin amacidir. Bunun için de dogru bilgi, dogru eylem ve öncesinde de saglam bir zihniyet ve yönteme ihtiyaç vardir.
Ibni Rüsd, akli merkeze alarak kiyas ve tevil yöntemini kullanarak yol almaya çalisan bir düsünürdür. Ona göre vahiy ile akil uyum halindedir. Bu uyum, ya dogrudan ayetlerin zahirinden anlasilan mana ile veya hakikatin birligi ilkesine dayali olarak yapilan te’villerle gerçeklesir. Hakikat tek olduguna göre dini söylem ile felsefi söylem arasindaki farklilik, hakikatin anlatilmasi ve açiklanmasi noktasinda her ikisinin dayandigi ilkeler ve kullandigi yöntemlerden kaynaklanmaktadir.
Ibn Rüsd’e göre, hakikat hakikate zit olmayacagina göre, akilla elde edilen bilgi ve delillerle, vahiy yoluyla elde edilen bilgi ve deliller asla birbirine ters düsmez. Ikisi birbirinin destekler. Aklin onayladigini veya ret ettigini, vahiy iptal etmez, destekler.
Ibni Rüsd’e göre vahiy ile akli, din ile felsefeyi karsi karsiya getirip çatistirmak, kavga ettirmek, hakikat adina kabul edilir bir durum degildir; çünkü Islam’da din, akil, hikmet, hakikat, seriat, ilim ve bilim ayrimi yoktur. Bu ayrimi yapanlar, Islam’a, dolayisiyla Müslümanlara büyük zarar vermektedirler. Müslümanlarin pek çok alanda geride kalmasinin temel nedeni de budur.
Ibn Rüsd, din ve felsefe iliskisini ele alirken sunu söyler: Felsefenin amaci, var olanlar üzerinde düsünmek ve onlari Allah’in varligina delaletleri bakimindan incelemektir. Kur’an’da geçen i’tibar, nazar, teakkul, tefekkür, tefakkuh gibi kavramlar da dinin dogru bir sekilde anlasilmasini kolaylastiran unsurlardir. Zaten dinin amaci, Allah’i ve bütün yaratilanlari burhana dayanarak bilinmesini ve dogru bir sekilde anlasilmasini saglamaktir. Onun için de kiyas metodunu te’vil yoluyla çalistirmaktan baska çare yoktur.
Ibn Rüsd, “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel ögütle davet et; onlarla en güzel sekilde tartis” (Nahl 125) ayetini esas alarak, insan iliskilerinde hikmet, ögüt ve cedel yöntemlerinin kullanilmasi gerektigini söyler. Ona göre akil, burhan yöntemini kullanir; vahiy ise, hem akla, hem hayale ve hem de hisse hitap eder; dolayisiyla o, akil yürütme (burhan), diyalektik (cedel) ve retorik (hitabet) yönteminin üçünü birden kullanarak sonuca varmaya çalisir.
Burhana dayali akil yürütme belirli bir varlik hakkinda, belirli bir bilgi sagladigi gibi, din de ayni varlik hakkinda ya bilgi verir veya o konuda bir sey söylemez. Sayet burhanin verdigi bilgi ile dinin verdigi bilgi birbirine ters düserse, tek çözüm dinin verdigi bilgiyi te’vil etmektir. (dogru anlasilmasini saglamaktir)
Ibn Rüsd’e göre Allah’in sifatlari ve Allah’a yön, mekan ve organ isnat eden ayetler hakkinda akil yürütmek faydasizdir. Mahiyetleri bilinemez; zira Allah, göklerin ve yerin nurudur.
Ibn Rüsd’ün düsünce ve metodu, Islam dünyasindan ziyade Avrupa Hiristiyanligini sarsmis ve iki karsit gruba ayirmistir. Bir grup, akli ve bilimi öne çikartirken, diger grup da dini öne çikartarak akli mahkum etmeye çalismistir. Akli ve bilimi esas alan Batili bilim adamlari, Ibni Rüsd’ün eserlerinden yararlanarak/etkilenerek “Ibn Rüstçülük hareketi” diye bir hareket baslattilar ve Avrupa’da modern bilim ve düsüncenin (Rönesans) olusumunda etkili oldular.
Ibn Rüsd’ün düsüncesi ve metodu kendi dönemini ve daha sonra Bati dünyasini büyük ölçüde (müsbet anlamda) etkiledigi halde, Gazali ile giristigi “tahaffüt” (tutarsizlik) tartismalarinda Osmanli ulemasinin –maalesef- Gazali’den yana tavir alip burhani devre disi birakmasi, Ibn Rüsd’ün düsünce ve metodunun Islam dünyasinin gelismesine katki saglamasini engellemistir. (Kay. Islam Ansk.)
Tezim o dur ki Islam dünyasinin gelismesini, ilim/bilimde ilerlemesini ve adalet üzere hareket etmesini istiyorsak, burhana dayali müktesebattan (mesela, Ibni Rüsd’den) yararlanmaktan, vahyin ve aklin rehberliginde “hikmet” merkezli hareket etmekten baska çaremiz yoktur. Aksi takdirde Islam dünyasi olarak ne gelisme kaydedebiliriz ne de adaleti saglayabiliriz.
“Allah, hikmeti diledigine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayir verilmis demektir. Ancak aklini kullananlar düsünüp ögüt alirlar.” (Bakara 269)
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)
M. Cihad ULUÇ