“Sen ve beraberindekiler, emrolundugunuz gibi dosdogru olun. Asiri gitmeyin. Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa ates size de dokunur. Allah’tan baska dostlariniz da yoktur ve yardim da göremezsiniz.” (11/113.)
Zulüm; her türlü haksiz ve adaletsiz uygulamalarin adidir. Diger bir ifadeyle zulüm; bir kimsenin, kendi hak alaninin disina çikarak baskalarina zarar vermesi veya birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunmasi demektir.
Zulüm, alani oldukça genis olan bir kavramdir. Kur’an’da türevleriyle birlikte yüzlerce ayette geçmektedir. Hangi alan olursa olsun, Allah’in belirledigi sinirlari asarak haktan batila, -yani adil, mesru, dogru ve gerçek olandan- sapmak zulümdür. Kur’an’da sirk, inkar, nankörlük, bozgunculuk, sapkinlik, haddi asma, ölçüsüz davranma zulüm olarak nitelendirilmistir. Yani, Allah’in hükümlerini çigneyerek insanlara karsi yapilan her türlü haksizlik zulüm olarak vasiflandirilmistir.
Zulüm, hem yaratana, hem de yaratilanlara karsi yapilmaktadir. Sirk kosmak, inkar ve nankörlük etmek, sükretmemek, O’nun ayetlerini ve ahkamini ciddiye almamak gibi eylemler yaratana karsi zulümdür.
Allah, öncelikle sirk kosmanin büyük bir zulüm oldugunu (31/13), bütün inkarcilarin ayni zamanda zalim olduklarini (2/254) haber vermektedir; zira Allah’in hakki olan yetki ve tasarruflari baskalariyla paylasmak, en büyük haksizliktir, zulümdür.
Kur’an, Allah’in hükümlerini (emirlerini) ister söz, ister davranislariyla ciddiye almayip çigneyenlerin zalim olduklarini ve dünyada çesitli felaketlerle helak edildiklerini (11/67), ayrica, dünyada yaptiklari, iyi gibi görünen islerinin de bosa gidecegini (3/117) bildirmektedir.
Kur’an, insanlarin saldirilara ugramasini ve vatanlarindan zorla çikartilmasini, 22/39-40), yetimlerin mallarinin geregi gibi korumamasini, mesru sinirlar disinda birilerinin malini (hakkini) yemeyi (4/29-30) zulüm olarak adlandirmaktadir.
Evet Allah, bütün insanlara adaleti emrediyor; adil olmalarini istiyor. Adaletli davranmayanlari da zalim olarak adlandiriyor. Insanlik tarihi boyunca elçilerin/kitaplarin gönderilis amaci da tamamen adaleti tesis edip zulmü önlemek ve herkesin hakkina kavusmasini saglamaktir.
Kur’an ayetlerine baktigimizda, her ne anlatilirsa anlatilsin, sözün/mesajin mutlaka “adalet” noktasina getirildigi ve adaletli davranmayanlarin (zalimlerin) akibetlerinin “dallin” olduklari rahatlikla görülecektir. Dolayisiyla bir toplumda adalet bütünüyle yürürlükte degilse, o toplum bireylerinin Allah’a yönelik diger ibadetlerinin pek bir kiymeti olmayacaktir; zira zalimler asla felah bulamazlar.
Peki, zalimlerden olmamak için ne yapmali, nasil davranmali, kimlere hangi görevler düsmektedir?
Bu konuda elbette her bireyin kendi sorumluluklari vardir; ancak birinci derecede devlet yetkilileri, ikinci derecede de diger sektör yetkililerinin çok daha fazla sorumluluklari vardir. Her isin/alanin hacmine göre sorumlulugu söz konusudur. Bir aile reisinin sorumlulugu ile bir bld. baskaninin sorumlulugu bir olmadigi gibi, bir il valisinin sorumlulugu ile bir devlet reisinin sorumlulugu da bir olamaz. Yani, kisinin aldigi yetki/alan ne kadar çok ise, sorumlulugu da o derece çoktur.
Türkiye üzerinden konusursak, adaleti saglama (zulmü önleme) konusunda birinci derecede (belki yüzde seksen) kanun çikartanlar (meclis) ve kanunlari uygulayan devlet yetkilileri sorumludurlar. Adaleti saglayici kanunlar çikartilmazsa veya çikartildigi halde bu kanunlar uygulanmazsa, büyük haksizliklar (zulüm) ortaya çikacaktir. Dolayisiyla is/görev, bütünüyle “devlet” denilen mekanizmaya düsmektedir. Öyle ise, devlet yönetiminde görev alanlarin, basta kendileri adil, ehliyetli ve liyakatli olmali, sonra da yüklendigi görevi hakkiyla yerine getirmelidirler.
Devlet dedigimiz erk, her seyden önce, insanlarin canlarina ve mallarina yönelik çok hassas olmalidirlar; zira Islam hukuku, “can can, dise dis, göze göz” diyerek, adaletin mutlak anlamda yerine getirilmesi ve hiç kimseye haksizlik yapilmamasini emreder. Dolayisiyla can ve mal konusunda Allah’in ahkamini uygulamak zorundadirlar. Suç isleyenlere yönelik adil ve caydirici cezalar çikartip uygulamadiklari takdirde, büyük haksizliklar ve büyük kayiplar olacaktir.
Devlet erki, herkese -bütün inançlara ve topluluklara karsi- esit mesafede olmak zorundadir. Kamuda is ve görevle ilgili atamalarda bireyler arasinda ehliyet ve liyakat ölçülerine dikkat etmeli ve adil olmalidir. Imkan ve firsatlari adaletli dagitmali, ise alimlarda ailelerin sikintilari dikkate alinmalidir. Is ve sorumluluklara göre ücret ödemeli, asgari ücret insanca yasanacak düzeyde olmalidir. Ekonomi alaninda üretime öncülük etmeli, istihdam saglamali, çalisamayacak durumda olanlarin nafakalarini karsilamalidir.
Yine, kamunun mallarini israf etmemeli, bölgelere ve kurumlara göre dengeli dagitip kötüye kullanmamali; ihaleleri seffaf ve adilane yapmali; hizmet almada vatandaslara kolaylik saglamali, rüsvetle is yapanlari tespit edip agir cezalar vermeli ve kamu nizaminin düzenli islemesini saglayan denetimleri mutlaka tam yaptirmalidir.
Diger taraftan, insanlara inançlarindan, düsüncelerinden, irklarindan ve kiyafetlerinden dolayi ayricalikli davranmamali, özgürlüklerini kisitlamamali, ülkelerini terk etmeye zorlamamalidir. Egitimde herkese firsat esitligi vermeli, çaresizlikten dolayi egitim alamayanlara imkan saglamali, mezun olan gençleri sadece diploma sahibi degil, her birine güzel bir meslek/is kazandirmalidir.
Devlet görevlilerinin yani sira, her ferdin ahlaki anlamda görev ve sorumluluklari vardir. Basta ana-baba, es, kardes, arkadas, akraba, komsular olmak üzere bütün insanlarin hak ve özgürlüklerine karsi saygili olunmalidir. Yalan ve iftirada bulunmamali; zan ile hareket edilerek insanlar töhmet altina alinmamali; giybet edilerek baskalari çekistirilmemeli; insanlar alaya alinarak asagilanmamali; siddet uygulanmamalidir.
Ticaret ve alis verislerde “hak” mefhumuna itina gösterilmeli, mali satan veya alanin, malin degerine dikkat etmeli ve kisinin rizasi olmaksizin zor ve hileyle elinden alinmamalidir. Kisaca, insan onurunu zedeleyen her türlü olumsuz davranistan kaçinmalidir. Aksi takdirde zulümden yakalarini kurtaramazlar.
Bilinmelidir ki gerek dis dünyada gerekse insanlarin vicdanlarinda adaletsizligin meydana getirecegi tahribat, hiçbir tahribatla kiyaslanamaz. Basta hak ve güven olmak üzere bütün degerler, ancak adaletle ayakta kalir. Toplumda adalete olan güven yitirilince, çöküs kaçinilmaz olur. Insanlar uzun süre, yoksulluga tahammül edebilirler; ancak bu yoksullugun altinda yatan sebebin adaletsizlik olduguna inanirlarsa, buna asla razi olmazlar ve katlanamazlar.
Zulmün bütünüyle ortadan kaldirilmasini ve adaletin saglanmasini istiyorsak, hangi görev ve konumda bulursak bulunalim, hak ve adalet ilkesine titizlikle riayet etmemiz, geçmiste yaptigimiz haksizliklardan tövbe etmemiz ve ilgililerle helallesmemiz gerekir. Bilinmelidir ki zulüm devam ediyorsa, tövbe ve helallesme anlamsizdir ve yine bilinmelidir ki Allah’in koydugu sinirlara riayet etmeyenler, zalimlerin ta kendileridir ve zalimler asla kurtulusa eremezler. (2/29, 6/21)
Konuyu Nebi as’in su duasiyla sonlandiralim: “Allah’im! Fakirlikten, kitliktan, zillete düsmekten, zulmetmekten ve zulme ugramaktan sana siginirim.”
NOT: Bir sonraki yazimiz, “din adina yapilan zulümler” olacaktir, insallah… Zira din adina verilen fetvalar, kesilen ahkamlar, yasanan uygulamalar büyük haksizliklara sebebiyet vermistir, vermektedir.
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)