TEZEKKÜR

Z-K-R fiil kökünden türeyen tezekkür, lügatte; hatırlamak, bir şeyi zihinde tutmak, ezberlemek, anmak vb. gibi (Rağıb, el-Müfredat, 8.179) anlamlara gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime va'z-u nasihat, öğüt almak, ibret almak ve düşünme gibi anlamlarda kullanılmıştır:
TEZEKKÜR
Hüseyin KUBAT
Hüseyin KUBAT
Eklenme Tarihi : 10.03.2025
Okunma Sayısı : 17

TEZEKKÜR

(Hatırlamak-Anmak)

Z-K-R fiil kökünden türeyen tezekkür, lügatte; hatırlamak, bir şeyi zihinde tutmak,ezberlemek, anmak vb. gibi (Rağıb, el-Müfredat, 8.179) anlamlara gelmektedir. Kur'an-ıKerim'de bu kelime va'z-u nasihat, öğüt almak, ibret almak ve düşünme gibi anlamlardakullanılmıştır: " ... Rabbim bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hala (kendinize gelip) öğüt almıyormusunuz (tetezekkerun)? (En'am, 6/80). “Hâlâ ibret almıyor musunuz?” şeklindeki uyarıyla Hz. İbrâhim, kavmini, putperestlikle kendisinin kesin delillerle kanıtladığı tevhid inancıarasında doğru öncüllere dayalı aklî değerlendirme ve mukayese yapmaya, bu suretle hakikati bulup tanımaya çağırmıştır.

"O ki rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihayet onlar, ağır ağırbulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvelerçıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız (tezekkerun)."(A'raf, 7/57). Her biri bir hârika olan, fakat devamlı tekerrür etmesi sebebiyle alıştığımız ve bu yüzden dikkatten kaçırdığımız tabiat olaylarının arkasındaki yüce kudretin tanıtılmasına devam edilmektedir. Bu arada âyetin sonuna, Allah’ın ölü topraktan türlü türlü canlı bitkiler çıkarması gibi kıyamet gününde ölüleri de kabirlerden diriltip çıkaracağı şeklinde bir bilginin eklenmesi özellikle ilgi çekicidir. Buna göre tabiattaki sürekli canlanma ve yenilenme bir yandan onu canlandıran Allah’ın varlığına ve hükümranlığına, bir yandan da öldükten sonra yeniden dirilmenin mümkün olduğuna delâlet etmektedir. Âyetin sonunda bütün bu bilgilerin, insanlar ibret alsınlar, düşünüp kendilerine gelsinler diye verildiğine işaret buyurulmuştur. Çünkü Kur’an bir tabiat bilgisi veya astronomi kitabı değildir; onun temel gayesi insana rehber olmak; onu, akıl ve bilgi dünyasını sağlıklı temeller üzerine kurmaya, böylece itikadî ve amelî hayatını her türlü sapmalardan korumaya yönlendirmektir. Bu bakımdan Kur’an’da verilen çeşitli konulara dair bilgilerin, düzenlemelerin, uyarıların asıl hedefi, insanlığın, Allah tarafından kendisine lâyık görülen seçkin konumuna ulaşacağı biçimde eğitilmesi ve geliştirilmesidir.

"Bu indirdiğimiz ve uygulamasını farz kıldığımız bir süredir. Düşünüp öğütalmanız için (tezekkerun) onda açık açık ayetler indirdik." (Nur, 24/1). Z-K-R fiilinin enbelirgin anlamı hatırlamak ve anmaktır. Bu nedenle Cenab-ı Allah insanlara peygambergönderdiğinde, onlara hatırlatmasını emretmiştir. Hâlbuki bilinen şeyler hatırlatılır. Bunagöre İslamın getirdiği bütün emir ve nehiylerin/İslami hükümlerin hak ve gerçek olduğu, insan fıtratına uygun olduğu ve bunların insanlar tarafından bilindiği sonucuna ulaşabiliriz.Demek ki peygamberlerin getirdiği aslinda insanların bildiği, bilmesi gereken dogrular, evrensel gerçeklerdir. Burada üzeri küllendiğinden, unutulup değiştirildiğinden dolayıdoğrusunun yeniden anlatılması ve insanlara öğüt verilmesi gerekiyor. Bundan dolayı Cenab-ıAllah Peygamberine şöyle emretmiştir: "Ama yine de hatırlat (fezekkir), çünkü hatırlatmak(zikra), müminlere fayda verir."(Zariyat, 51/55 "(Ey Muhammed) sen hatırlat (fezekkir),çünkü sen ancak hatırlatan (müzekkir), öğüt verensin."(Gaşiye, 88/21). Tezekkürde hatırlatmak ve öğüt almak daha önceliklidir.

Düşünme, tedebbürde olduğu gibi geleceğe değil de geçmişe yönelikse tezekküradını alır ve “hatırlama, anma” anlamına gelir. Zikir ve tezekkür sözlükte aynı anlamdadır ve “hem lisan ile anma hem de kalp ile hatırlama, akıldan geçirme” demektir. 

Tezekkürde insan fıtratına yerleştirilmiş bulunan ma’rifet özelliğini arama ve “Elest Bezmi”‘nde verilen kulluk sözünü yakalama nüktesi vardır. Bu yüzden ölümü ve ölüm ötesini düşünme anlamındaki “Râbıta-i mevt”‘e daha çok “Tezekkür-i mevt” denilmektedir. Belki mübtedî sâlikler (yeni başlayanlar, yola yeni girenler) için bir tefekkür özelliği taşıyan ölümle irtibat kurma ve ölüm gerçeği ile mutlak hakîkati arama işi, zamanla insanın ölü iken yaratılmış olması sebebiyle o ilk halini hatırlaması ve içinde bulunduğu hali de o halden farksız bir hiçlik ikliminde algılamasıdır. Nasıl başlangıçta hiçbir şey yok sadece Allah var idiyse, şu anda da O’nunla yarışacak veya O’nun varlığını sınırlayacak bir başka varlık bulunmadığını hatta kendi öz nefsinin bile o yüce varlık karşısında “yok mesâbesinde olduğunu” tahattur etmektir, hatırlamaktır.(Tefekkür ve Tezekkür. H. Kâmil Yılmaz).

Müslümanlar, İhlâs sûresinin anlamını düşündüğü bir tefekkür ve tezekkür faaliyeti gerceklestirmelidir. Önce Allah’ın azametini, tekliğini, O’nun biricik kudret sâhibi olduğu ve hiç kimseye muhtaç bulunmadığı; ardından kimsenin babası veya oğlu olmadığı ve hiçbir şeyin O’na denk olamıyacağı düşünülür.  “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.” (Hadîd, 57/4) âyetinin anlamını düşünerek adeta Rabb’ının; “Her haline nâzırım, yanında hazırım” demekte olduğunu hissetmesi ve düşünceyi bu noktaya yoğunlaştırmasıdır. Böylece tefekkür ve tezekkürün eylem boyutu da devreye girecek, kulun Hakk’ın murâkabesinde, gözetiminde olduğu duygusuyla tâatlere yönelmesi ve ma’siyetlerden sakınması kolaylaşacaktır. “Biz insanoğluna şahdamarından daha yakınız.” (Kaf, 50/16) âyetiyle Allah’ın bize yakınlığının had ve sınırının bulunmadığını, O’nun her türlü maddi ilişkiden uzak ve vareste olarak bizi ihata edip kuşattığını düşünür. O’nun azamet ve kudretini göremeyişinin kendi aczinden kaynaklandığının bilinciyle daha bir canlı kulluğa sarılır. “Allah onları, onlar da Allah’ı severler.” (Mâide, 5/54) âyetinin anlamını tezekkürle Allah’ın kendisini ve bütün inananları muhabbet ve rahmetiyle kuşattığını idrâk ile bu muhabbete lâyık olma heyecanıyla gayret göstermesi gerektiğini, böylece kâinatın menşe’inin sevgi, devamının sevgi ve sonunun da sevgi olduğunu anlar.

Diğer taraftan tasavvufun sâliklerine “murâkabe” adıyla telkin ve ta’rif ettiği Allah ile ilgili düşünce alıştırmalarında da bu tür bir tezekkür ufku vardır. Murâkabede sâlik, Allah’ı Kur’an’da tarif edilen özellikleriyle ve O’nun kendisine karşı olan konumuyla tezekkür etmeye çalışır. Zihnin sebepler üzerinde yoğunlaşmasıdır. Geçmişe yöneliktir. Hatırlama eksenlidir. Derin düşüncedir. Unutan insanın hatırlamasını ister. Zihinde hıfzedilmiş bilginin kalple hatırlanması ve dille telaffuz edilmesidir. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de “And olsun biz Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için (lizzikri) kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ” (Kamer, 54/17) “Şüphesiz bunlar bir öğüttür (tezkira). Kim dilerse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (Müzzemmil, 73/19) buyurmaktadır. Tezekkür öğüt almak demektir. Ölümden, kıyametten, insanın çaresizliğinden, Allah’ın mutlak hükümdarlığından, cennet ve cehennemden bahseden, yer yer dehşetli uyarılarda bulunup yer yer müjdeler veren ayetler, eski ümmetlerin başına gelenleri ortaya koyan Kur’an kıssaları... Bütün bunlar silkinip toparlanmamız, kendimize gelmemiz için bizlere haykırıyor.

Tefekkür zihni bir faaliyet olarak başlar sonrasında kalbi ve ruhi bir fonksiyon haline gelir. Bir zihin eylemi olarak yaşanan ve matlubun (istenilen, arzu edilenin) aranması şeklinde değerlendirilen tefekkürü bir kalp eylemi olan tezekkür takip eder. Bir şeyi unuttuktan sonra hatırlamak ve ibret almak manalarına gelen tezekkür; bir düşünceyi veya teklifi kabul ya da reddetmeden önce onu iyice değerlendirme anlamına gelir. Tezekkür tefekkürden daha derindir. Tefekküre göre tezekkür, arzu edilen bir şeyi aradıktan sonra tekrar elde etmeye benzer. Tefekkürle elde edilen manalar tezekkürle daha berrak bir hale gelir. İnsandaki tefekkür gücü bir şeyle ne kadar meşgul olursa insan da onu tanıma arzusu ve tezekkür o kadar artar. Kullukta ve ibadetlerde bulunması gereken en önemli esaslar; iyi niyet, ihlâs ve samimiyettir. Diğer bir ifade ile kulluk ve ibadetleri ihsan şuuru ile yapmaktır. Bu Rabbimizin kullarından isteğidir. “(Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et.” (Zümer, 39/2)

Kullukta ve ibadetlerde bulunması gerekenler; ihlâs, samimiyet ve ihsan içerisinde olmalıdır. Bunları sağlayan en önemli hasletlerde “tezekkür ve tefekkür” dür. Bu iki kavram, Kur’an’da çokça zikredilen ve bizlerin de her daim kendileriyle beraber olmamız istenen şuurluluk halidir. Tezekkür ve tefekkürün mahalli akıl ve kalptir. Aklın ve kalbin yaratılışına uygun olarak işlevini yerine getirmeleri; tezekkürtefekkür olarak ortaya çıkmaktadır. Aklın ibadeti olarak ta kabul edilen “tezekkür ve tefekkür” başlı başına müstakil bir ibadet şeklidir. Kalbin ve aklın diri ve uyanık olma halidir. Rabbimize yakın olma vesilesidir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” (Buhârî, “Deavât”, 66). Önemine binaen Rabbimiz, zikrin çokça yapılmasını, zikirden yüz çevrilmemesi gerektiğini, mal ve evlatların kişileri zikirden alıkoymaması gibi hususlarda da uyarılar yapmaktadır. “Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır.” (Münafikun, 63/9)

Hüseyin KUBAT 

Ocak 2025 Burhaniye

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!