Resulullah as sonrasi, Müslümanlar dinleri konusunda çesitli fraksiyonlara, firkalara, hiziplere, mezheplere bölündüler; bölünmeler maalesef devam etmektedir. Dinin farkli anlasilmasi, bir dereceye kadar dogal karsilanmalidir; ancak Müslümanlarin karsi karsiya gelmesi, birbirlerini tekfir etmesi ve hatta savasmasi asla kabul edilemez; zira Allah, müminlerin kardes oldugunu” belirtmektedir. Hiçbir akil, kardeslerin karsi karsiya gelmesini ve düsmanlar gibi davranmasini uygun görmemektedir.
21. yüz yilin baslarindan geçmise projeksiyon tuttugumuzda, “din” adi altinda yüzlerce hizip, firka ve cemaat görmekteyiz. Her biri sirtini (görüsünü) bir yerlere (kaynaga) dayandirarak yol almaya çalismaktadir. Müslümanlar arasinda en ilk ve en büyük bölünme siyasal alanda meydana gelmistir. Halifelik seçimi ile baslayan ayrilik, gün geçtikçe büyümüs ve sonunda Ehl-i Beyt’e dayali “Sia” ile iktidara dayali “Sünnilik” ortaya çikmistir.
Hem Sia’nin, hem de Sünni paradigmanin kendi içerisinde onlarca hizip ve cemaatleri vardir. Asirlardir süren Sia ile Sünnilerin düsmanliklari bir yana, hem Sia’nin ve hem de Sünnilerin kendi içlerindeki gruplarin tekfir ve kavgalari, ne derece kardes olduklarini gözler önüne sermektedir. Kavga/çatisma zamanla öylesine hararetlenmis ki her bir grup/hizip, kavgali oldugu muhatabini, toplumda olumsuz kabul edilen isimlerle yaftalamaya çalismaktadir.
Sünni dünyada nelerle suçladiklarina baktigimizda, daha çok Sii, Selefi, Vehhabi, radikal, oryantalist, gelenekçi, tarikatçi, tekfirci, el-kaideci, Isidçi, Deasçi gibi hiziplerle suçlamaktadirlar. Hatta bazilari daha ileri giderek, Kur’an’ci, mealci, hadisçi, mezhepçi, tasavvufçu vs. diyerek bagli oldugu kaynaklar üzerinden vurmaya çalisirken, bazilari da kimi sahislari öne çikartarak sahislar üzerinden karalamaya çalismaktadirlar. Oysa bu yaklasimlar ve ithamlar, dedikodu türünden gayri ahlaki tutumlardir. Islam adina kabul edilir bir durum degildir.
Esasen, her mümin, tercihini kendisi yapmalidir. Bir kimsenin, “ben Selefiyim, ben radikalim, ben oryantalistim, ben akilciyim, ben idealistim, ben tarihselciyim, ben gelenekçiyim, ben tarikatçiyim, ben mealciyim vs.” diyerek tercihini yapmasina kimsenin müdahale etme hakki yoktur. Bir kimse, hiçbir hizip, gurup ve fikir kabul etmiyorsa, baskasinin onu herhangi bir isimle yaftalamasi mümince (dürüstçe) bir tavir olamaz. Müminler, bir baskasini “sucu, bucu” diye asagilayamaz. Böyle bir yaftalama, “asagilik” diyebilecegimiz ahlak disi bir tutumdur. Baskalarinin yanlisligini tartisacaksak, fikirler bazinda delileriyle tartismaliyiz.
Gruplar arasindaki kavgalara baktigimizda, çogunlukla, ortaya çikmis olan fikir akimlarinin da dogru dürüst bilinmedigini görmekteyiz. Mesela, “Selefilik” diye bir fikir, inanç akimi vardir. Geçmiste tüm Müslümanlarin temel referansi iken ve “selefi” olmakla övünürken, bugün neredeyse herkesin adindan bile korktugu bir örgüt haline gelmistir. Bugün, birilerini “Islam disi” göstermek isteyenler, Selefi olmakla suçlamaktadirlar. Oysaki selefi doktrine en çok kendileri yakindir. Dolayisiyla, istisnalar hariç, dürüst davranani görmek oldukça zordur.
Evet, Müminler, Kur’an ilkelerine bagli kalarak sahislardan çok fikirleri, yanlislari elestirmelidirler. Kime ait olursa olsun, söylenen fikrin/sözlerin Kur’an’a uygunlugu aranmalidir. Elbette Kur’an’a uygunluk aranirken, farkli yaklasimlar/söylemler ortaya çikacaktir. Çikan bu farkliliklar, çatisma malzemesi olarak görülmemeli, kavga sebebi olmamali, zenginlik olarak kabul edilerek istifade edilmelidir.
Arkadaslarla zaman zaman çesitli konulari mütala ettigimizde, en çok yapilan yanlis, sahislar üzerinden konuyu sürdürmek olmustur. Oysa, her alimin/düsünürün güzel tespitleri de var, yanlisa düstügü hususlar da vardir. Ister vefat edenler olsun, ister yasayanlar olsun, fikirlerine ve tespitlerine bakmaliyiz. Yanlis ve dogrulari üzerinde delillerimizi ortaya koyarak tartismaliyiz. Kafir, müsrik, münafik gibi kavramlarla yargilama yapamayacagimiz gibi, cennet veya cehenneme gönderme gayreti içerisinde asla olmamaliyiz. Dolayisiyla, her seyden önce –karsimizdaki hangi fikre sahip olursa olsun, konusma ve tartisma ahlakina sahip olmaliyiz. Bunu beceremedigimiz sürece, asla aramizdaki ihtilaflari asgariye indiremeyiz.
Özetle belirtmek isterim ki her isin/meslegin bir ahlaki/disiplini oldugu gibi, konusmanin, tartismanin ve elestirmenin de bir ahlaki/disiplini vardir. Bu ahlak/disiplin temel ilke kabul edilmedikçe, -konunun uzmani da olsaniz, her gün Allah’in ayetlerini de okusaniz- birbirinize katki saglayamazsiniz, sorunlari çözemezsiniz ve kimseyi ikna/tatmin edemezsiniz.
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.