Tasavvuf, mutasavviflarin sayisinca tarifi olmakla beraber, genel olarak “Allah'i tanimak, kendini Allah'in yoluna adamak, Allah'tan uzaklastiran dünyevi islerden uzak durarak kendini uhrevi hayata hazirlamak” üzere ortaya çikarilmis bir ilim olarak tanimlanmistir.
Mutasavviflar, tasavvuf ilminin kaynagini bir takim ayetlere (3/145, 4/77) ve hadislere dayandirmaktadirlar. Ihsan ve takvayi esas alarak dünya hayatina ve maddi zevklere dalmamayi, ahirete ve manevi degerlere önem vermeyi tasavvufun gayesi olarak kabul etmislerdir.
Mutasavviflara göre ahireti kazanmak, Allah’i çok zikretmek, nefsi tezkiye etmek, güzel ahlaka sahip olmak, Allah’in huzuruna selim bir kalple çikmakla elde edilir. Bunun için de ask, sevgi, vecd ve istigrak (ruhunun kendinden geçmesi) gibi duygularla hareket edip, manevi makamlar (velayet) elde etmek gerekir.
Mutasavviflar, tasavvufun dogusunu, Resulullah as sonra ortaya çikan siyasi anlasmazliklar, baski ve zulümler, ihlasli dindarliga dayali hayat anlayisinin terk edilmesi ve yerine bencilligin, servet ve debdebe tutkularinin yer almasina baglamaktadirlar.
Mutasavviflar/sufiler, nefsin ve seytanin tuzaklarina düsmemek için, “dünya ehli” olarak niteledikleri insanlardan uzak durmayi tercih ederek, “Allah dostu” olarak kabul ettikleri arkadaslari ile “manevi kardeslik” bagiyla baglanmayi hayat tarzi olarak gördüler. Bir araya gelip sohbet etmek, zikir yapmak, inzivaya çekilmek için özel mekanlar olusturdular. Daha sonralari bu mekanlara tekke, zaviye, dergah gibi isimler verdiler. Bu mekanlarda hem tasavvuf egitimi, hem de medreselerde okutulan akait, tefsir, hadis, fikih gibi ilimler de okutulurdu. 9.asirdan itibaren fikih ilminin yani sira “tasavvuf ilmi” adi altinda yeni bir ilim dogdu ve bu alanda eserler kaleme alindi.
Kabul etmek gerekir ki tasavvuf ilminin ve tarikat hareketlerinin Islam’i teblig etmede, gaza ve cihad mefkuresini yaymada, fütüvvet denilen mesleki ve esnaf teskilatinda, ahiler yoluyla ticaret hayatini gelistirmede, sosyal yardimlasmada, edebiyat, siir ve tasavvuf müziginde önemli hizmetleri olmustur.
Bilindigi gibi, baslangiçta hemen hemen tüm islami yapilanmalar takva ilkesini esas alarak kurulur; yararli hizmetler yapar; ancak zamanla yozlasarak degisiklige ugrar ve yavas yavas fabrika ayarlarindan uzaklasirlar. Tasavvuf adi altinda ortaya çikan yapilar/tarikatlar da böyle olmustur.
Tasavvuf/tarikat yapilanmasini inceledigimizde 10. asirdan itibaren kurulus felsefesinden uzaklastigini ve fabrika ayarlarindan saptigini rahatlikla görebiliriz. En büyük sapma, “kaynak” sapmasidir ki Islâm düsünce tarihinde bilginin kaynagi vahiy ve ona bagli olarak “akil yürütme” kabul edilirken, tasavvufta; kesf, ilham, rüya, keramet, rabita gibi gnostik kavramlar bilginin kaynaklari olarak kabul gördü. “Resullere mucize, velilere keramet” denilerek, keramet veliligin göstergesi ve Allah ile aldatmanin yolu haline getirildi.
13. asirdan itibaren medreselerde ilim, “velev kane yüz seksen” nakaratinda söylendigi gibi, sürekli tekrar ve hasiyelerle sürdürülürken, tekke ve zaviyelerde de keramet” yarismalari yapilmaktaydi.
Esasen tasavvuf paradigmasina göre hareket eden tarikat liderleri, ilmin dünyevi tarafi ile ugrasmayi lüzumsuz gördüler; Onlar, batini ilimle ugrasarak taraftarlarini ahirete hazirlamaya çalistilar. (!) Bilmezler ki ahiret hayati da ancak dünya isleri ile kazanilir.
Müslüman toplumlarda ilim, felsefe ve düsünce alanlarinda Ebu Hanife, Mutezile, Maturidi paradigmasi yerine Hallac, Ibn Arabi, Gazali paradigmasi hakim olunca, akil, düsünce, bilim yerini sezgi, ilham, rüya ve kerametlere birakti. Aydinlik zamanlar gitti, karanlik zamanlar geldi. Yaklasik 6-7 asir karanlikta kaldik. Kur’an ve akil aydinliginda yürüyemedik. Onun yerine rivayetlerle, geçmisin fetvalarini tekrarla, hasiyelerle, hikayelerle, rüyalarla, kerametlerle, cenknamelerle vs. oyalandik durduk.
Bilindigi bibi, Müslümanlar bir zamanlar, Kur’an’in (2/164, 3/190, 10/6, 12/105, 14/32,33,34, 67/3 ki 1/8’ini teskil eder.) ayetlerini dikkate alarak varliklar üzerinde düsündüklerinde, o ayetler isiginda çalismalar yaptiklarinda, pek çok alanda çigir açtilar ve büyük basarilar kazandilar; ancak bu bilinç ve bu ruhtan uzaklastiklarinda, gerilediler, pek çok degerini kaybettiler.
Müslüman dünyasina zamanla hakim olan gnostik tarikat dinciligi, maalesef Kur’an’in israrla istedigi akli kullanma ve bilimle ugrasmanin önüne set çekmis, asirlarca halklarin sürünmelerine sebep olmustur. Hastaliklara karsi ilaç ve asilari kesfetmeyi, elektrigi bulmayi, bilgisayari, otomobili, motoru, günlerce havada kalan uçaklari, onlarca ton agirligi havada ve denizde tasiyan araçlari üretmeyi Müslüman aklin bulmasi gerekirken, “batil” veya “dinsiz” dedigimiz din mensuplari aklini kullanarak buldu ve büyük paralara tahvil etti.
Evet, Hristiyan dünyasi, 16. Yüzyilda “reForm” hareketleriyle akli-bilimi merkeze alarak kilisenin din baskisina son verirken, tarikat-cemaat hurafeciligine tapmis ilim adamlari(!) tarikat liderlerinin önünde el baglamaya devam ediyorlardi. Gün geldi, bilimi merkeze alan Bati güçlendi, emperyal zihniyet ve güçle isgal etmedigi/sömürmedigi Müslüman ülkesi birakmadi.
(NOT: IV. Murat döneminde Galata Kulesi’nden uçmayi basaran Ahmet Çelebi için, din adamlari: “Bu adam, cinlerle is birligi yapiyor, idam edilmeli” demislerdi. IV. Murat, bu adamlara inanmamis ve idam ettirmemisti; ancak medrese ögrencileri ve ulema isyanindan korktugu için, Ahmet Çelebi’yi Cezayir’e göndermisti.
Nüfusu 2.2 milyar olan Hristiyan dünyasi, 20. Yüzyilda 800’den fazla ödül alirken, nüfusu 1.7 milyar gözüken Müslüman dünyasi, ancak bilim alaninda 3 ödül alabilmistir. Nobel edebiyat ödülü alan Misir’li Necip Mahfuz ile fizik ödülü alan Pakistan’li Abdüsselam “mürted” ilan edilmislerdir. Necip, Selefi örgütlerce biçaklanarak yaralanmis ve daha sonra vefat etmistir.) (1911)
Devem edecek, insallah…
Selam ve muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.