Zekât kurumunun güncellenmesiyle ilgili makaleye devam ediyoruz. Birinci yazida “zekâtin anlam ve önemi”, ikinci yazida “zekâtin, Sadaka ve Infak ile Iliskisi üzerinde durmustuk. Bugün de -üçüncü olarak- zekât-vergi iliskisini belirttikten sonra, “kim, nelerden, ne kadarini, kime, nasil infak edecegini ve nasil bir organizasyonun yapilmasi gerektigi” üzerinde duracagiz insallah…
Zekât-Vergi Iliskisi
Önce zekât vergisine bakalim:
Bilindigi gibi, Kur’an’da “zekâti veriniz” emredilmekte, ancak zekât ile ilgili detaylar yer almamaktadir. Hatta “kimlere verilecegi” ile ilgili açiklama/ayet, (Tevbe 60) zekât kavramiyla degil, sadaka kavramiyla açiklanmaktadir ki bu da zekâtin sadaka oldugunu ortaya koymustur.
Evet, zekât, Kur’an’da detaylari belli olmayan ve herkesin vermesi gereken bir sadaka olarak bilinir. Hatta zengin olmayan Nebi’nin hanimlarina da “zekâtinizi veriniz” emredilmektedir. (Ahzab 33)
Zekât, Kur’an’da sadakanin bir parçasi olarak tanitilirken, zamanla Islam fikhinda bütün infaklarin basi kabul edilerek söyle tanitilmistir:
Zekât; belli bir zenginlige sahip olan kimsenin, belli mallardan, belirli yerlere harcanmak üzere verdigi paydir/vergidir.”
Evet, zekât, Nebi as’in son iki yilindan itibaren Medine’de vergi niteligine kavusturulmus, hukuk haline getirilmis ve tayin edilen memurlarca toplanmaya baslanmistir. Bu da zekât uygulamalarinin degiskenligini ve detaylarinin yönetenler tarafindan düzenlemesi gerektigini ortaya koymustur.
Nebi as’dan sonra Ebu Bekir ve Ömer devrinde de zekât devlet memurlari tarafindan tahsil edilmis, ancak Osman devrinde ikili bir ayirima gidilerek, görünen/bilinen mallardan devlet almaya devam etmis, görünmeyen/bilinmeyen mallar ise sahiplerinin reyine birakilmistir.
Nebi as döneminde zekât/sadakanin yani sira bir de ganimet mallari vardi. Vefatindan sonra Müslüman cografyasi genisleyince beytülmal/hazinenin, Müslümanlardan alinan zekât, gayri Müslümanlardan baris yoluyla alinan FEY, savas yoluyla alinan cizye/haraç gelirleriyle mali kaynaklari artmaya basladi. Bu kaynaklar, o dönemin vergileriydi; vergilerini vermeyenlere bazi müeyyideler uygulanirdi.
Dört halife döneminden sonraki (Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlilar) dönemlerde de devletin mali kaynaklari zekât, ganimet, ösür, haraç, cizye, fey ve bazi örfi vergilerle devam etmistir.
21. asra geldigimiz bu çagda Müslümanlar arasinda zekâtin bir vergi olup olmadigi, kazançlarda/malda zekât disinda bir hakkin bulunup bulunmadigi ve zekâtin yani sira ikinci bir verginin konulup konulmayacagi, zekâtin vergiden, verginin de zekâttan mahsup edilip edilmeyecegi gibi konular çokça tartisilmaktadir.
Belirtmek isterim ki teknik anlamda -fikih literatüründe- zekât ayri, vergi ayri tanimlanmistir; ancak “hakkin edasi” anlaminda ikisi de vergidir. Dolayisiyla “zekât vergisi” olarak ifade etmenin hiçbir sakincasi yoktur.
Geçmis dönemlerde zekât-vergi iliskisi ile ilgili çalismalara baktigimizda, zekâti vergi olarak kabul edenler oldugu gibi, kabul etmeyenler de vardir. Zekâti vergi olarak kabul edenlerin dayanagi, ikisinin de “hakkin edasi” olmasidir. Yani, toplumun ihtiyaçlarinin karsilanmasi için varlikli kisilerin –adina zekât, sadaka ne derseniz deyin- vergi olarak vermeleri zorunlu görülmüstür. Nebi as da zekâti/sadakayi bir vergi (hak) olarak almisti.
Zekâti vergi olarak kabul etmeyenlerin dayanagi da verginin bir vatandaslik görevi oldugu, zekâtin ise, dinî bir yükümlülük oldugudur. Ayrica zekât ile vergi; mükellefiyet, temel gaye, oran, miktar ve harcanacagi yerler (Tevbe, 9/60) bakimindan birbirinden farklidir. Bu itibarla, devlete ödenen vergiler zekât yerine geçmez. Zekâtin ayrica verilmesi gerekir (Karadâvî, Fikhu’z-zekât, II, 1118) (Dergipark.org.tr)
Nebi as döneminde devlet henüz bütün kurumlariyla olusmadigi için, zekât/sadak ve ganimet disinda üçüncü olarak bir vergi mükellefiyeti getirilmemisti; ancak daha sonra Müslüman ülkelerde zekatin yani sira “vatandaslik vergisi” adi altinda ganimet, ösür, haraç, cizye, fey ve bazi örfi vergilerin zorunlu hale getirildigi görülmektedir.
Türkiye disindaki Müslümanlarin yasadigi ülkelerin zekât sistemlerini inceledigimizde, kismen bir sisteme baglayan ülkelerin basinda Malezya gelmektedir. Malezya’da devlet, zekâti -vergiden ayri olarak- birkaç sirket eliyle toplatarak ihtiyaç sahiplerine dagitmaktadir; ancak çifte vergilendirmenin önüne geçebilmek için, zekât veren kisilere -belirli sartlar dâhilinde- verdikleri zekât miktarinca gelir vergisi muafiyeti tanimistir. Bu durum, zekâtlarin tam ödenmesini ve zekât gelirlerinin artisina sebep olmustur.
Türkiye’de yasayan Müslümanlarin “zekât-vergi” sorununu çözmek elbette kolay degildir. Türkiye laik, demokratik bir cumhuriyettir. Onun için zekât ile vergiyi birlestirmek reel olarak mümkün degildir. Hatta Malezya’da oldugu gibi sirketler eliyle toplamak ve vergiden düsürmek de kolay degildir. Dolayisiyla zekâta islerlik kazandirmak için baska bir çözüm getirmek gerekir.
Benim tezim/önerim sudur ki laik, demokratik bir cumhuriyet sistemine sahip olan Türkiye’de, “sosyal güvenlik bakanligi” adiyla bir bakanlik kurulmali, “zekât” adi altinda her türlü sadakalar (infaklar/yardimlar) bu bakanlik eliyle toplanarak “Kur’an’in öngördügü” ihtiyaçlara harcanmalidir. Hatta verilen zekât/sadakalar belgelendirilerek, belli oranda vergiden de düsürülebilmelidir.
Kurulacak olan “sosyal güvenlik bakanligi”nin basina liyakatli bir bakan getirilmeli, ilçelere varincaya kadar subeler açmali ve tüm ülkede ihtiyaç sahiplerini tespit ederek derecelendirmeli (mesela 1. 2. 3. Derecede ihtiyaç sahibidir) ve her yil bilgileri güncellenmelidir.
Adalet ve hakkaniyet üzerine öyle bir sistem kurulmali ki sadece Türkiye’deki muhtaçlar degil, diger ülkelerdeki muhtaçlara da yardimlar gitmeli, onlar da bu yardimlarla rahata kavusmalidirlar.
Inaniyorum ki kurulacak olan “sosyal güvenlik bakanligi” adalet ve hakkaniyet üzerine çalisir ve toplumun güvenini kazanirsa, tüm yardimlari rahatlikla toplayarak, -tipki Nebi as döneminde oldugu gibi- zekât kurumunu aktif hale getirecek ve hiç kimse aç ve açikta kalmayacaktir. Böylece ne idügü belli olmayan, nerelere harcama yaptigi tespit edilemeyen, yardimlari istismar eden dernek, vakif gibi homojen yapilardan da kurtulmus olacagiz.
Zekat/sadakalar devlet eliyle, (sosyal güvenlik bakanligi ile) toplatilip muhtaçlara dagitildiginda yetersiz gelirse, devlet bütçesinden de destek saglanir.
NOT: Yazi sikici olmasin diye burada kesiyoruz; ancak zekât konusuna devam edecegiz; zira daha söylenecek/güncellenecek çok sey var…
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU 30.01.21