Kur’an’in indirildigi 610 yilindan itibaren, kitap ve elçi tartismasi baslamis, 1400 yildir bu tartisma devam etmektedir. Ilk günlerde cahiliye Araplari tartistilar. Bazen direk Kitaba karsi çikarak “bize gökten okuyacagimiz baska bir Kitap getirmedikçe inanmayiz” dediler. (17/93) Bazen de elçiye karsi çikarak dediler ki “bu bir büyüdür; Allah elçi gönderseydi, (seni degil), bu iki sehirdeki iki seçkin insani seçerdi.” (43/31)
Tabi burada cahiliye Araplarinin tutumunu tartisacak degiliz. Bu makalede, tarih boyunca Müslümanlar tarafindan tartisilan “kitap- elçi” ve “kitap-sünnet-hadis” üzerinde durmaya çalisacagiz. Bu mevzuda iki paradigma vardir.
1.Paradigma: ”Dinin Kitabi Kur’an’dir, o bize yeter, onun disinda baska kaynak kabul edilemez.”
Bu iddia sahipleri “kaynak” baglaminda dogru söylemektedirler; zira kaynak Allah’tir, tektir ve baska kaynaga gerek yoktur; (29/51, 6/38, 16/89) ancak bu kaynagin insanlara iletilmesi, açiklanmasi ve uygulanmasi hususunda öncelikle elçiye ihtiyaç vardir. Onun içindir ki tarih boyunca Allah’in, kitapla birlikte elçi/elçiler gönderdigini de unutmamak gerekir.
Dolayisiyla, “bu kaynak (Kur’an), her yönüyle gayet açiktir, elçinin açiklamalarina ve uygulamalarina ihtiyaç yoktur” diyorlarsa, yanlis söylemis olurlar; zira her talimatin, mutlaka bir açiklayani ve uygulayani olmak zorundadir. Binaenaleyh Resulullah da Kur’an’i teblig ederken, gerekli açiklamalarda ve uygulamalarda bulunmustur. Pek çok örnekleri vardir.
2.Paradigma: “Dinin kaynagi sadece Kur’an degil, Resulullah’in sünneti ve hadisleri de (hatta mezhep imamlarin içtihatlari da) kaynaktir” demektedirler.
Bu iddia sahipleri, “kaynak” olarak Kur’an’i yetersiz görüp, yanina Resulullah’i da ekliyorlarsa, yanlis düsünmektedirler; zira dinin sahibi sadece Allah’tir ve tek otoritedir. Resulullah da kaynaga ortak edilirse, iki otorite ortaya çikar ki bu sirktir.
Kaynagi ikiye çikartanlar genellikle “Allah’a ve elçisine itaat ediniz” gibi ayetleri referans göstermektedirler. Bilelim ki bu gibi ayetlerden hareketle, “Allah baska, elçisi baska mesaj/hüküm getirmektedir” seklinde ortaya çikarilan inanç batildir; zira “Allah ve resulü” kalibi, iki ayri otorite demek degildir. Ikisi tek otoritedir ve ikisinin de mesaji tektir, aynidir.
Mesela, “(bu talimat) Allah ve resulünden kendileriyle antlasma yapmis oldugunuz müsriklere kesin bir uyaridir” (9/1) ayetinde, Allah ayri, elçisi ayri (iki) talimat verilmis degildir. Talimat (ültimatom) tektir; zira “Allah ve resulü” bir kaliptir, tek bir mesajdir, ayristirilamaz. Allah elçiye bilgi verir, elçi de o bilgiyi teblig eder, uygular. Türkçede “ bakanlik” dedigimizde, bakan ve müdürlerinin birlikte anlasilmasi gibi
Peki, Resulullah’in konumu nedir? Iste asil cevaplanmasi gereken husus, onun konumu olmalidir.
Bilindigi gibi, birinci derecede Kur’an’in muhafazasindan okunmasina, tebliginden hayata aktarilmasina kadar her bir ayetinin islevinden Resulullah sorumludur. Resulullah as’in, kendisine indirilen Kur’an’a simsiki sarildigini, ondan baska hiçbir kitaptan sorumlu olmadigini ve insanlara miras olarak Kur’an biraktigini zaten Kur’an haber vermektedir. (43/43, 44) Bizim de onun, görevini hakkiyla yaptigina dair hiçbir kuskumuz yoktur.
Burada sorulmasi gereken soru su: Resulullah as, vefat ederken insanliga geride ne birakti? Kur’an biraktigi ile ilgili zaten hiçbir kusku yoktur. Peki, sünnet-hadis birakti mi? Eger, Kur’an mesajlarinin uygulama biçimine “sünnet” diyorsak, elbette Kur’an mesajlarini bizzat uyguladigi için, sünnet de biraktigini rahatlikla söyleyebiliriz.
Peki, hadisler birakti mi? Eger, Kur’an mesajlarini açiklama görevi var idiyse ve o baglamda ifadelerde bulunmus ise (ki o ifadelere “hadis” denilir) onlari da bizlere biraktigini söyleyebiliriz.
Peki, Kur’an’in yani sira sünnet ve hadis de kabul ediliyorsa, o zaman ümmet arasinda bu sorun/tartisma neyin nesidir? Iste asil çözülmesi gereken püf nokta burasidir.
Basta sunu belirtmek gerekir ki her tartisma ilkeli ve kanitli/referansli yapilmalidir. Dini bir konuda yargida bulunurken mutlaka el-kitaptan kanit getirmek zorundayiz. Allah, “Size ne oluyor, nasil hüküm veriyorsunuz? Yoksa size ait bir kitabiniz var da (bu batil hükümleri) ondan mi okuyorsunuz (68/36, 37) buyurarak, kanita dayali yargida bulunmamizi istiyor.
Resulullah as’in konumu ile ilgili tarih boyunca yapilan tartismalarda yukarida belirtilen iki paradigma yaninda bir üçüncü paradigma vardir ki esas mevzuya köklü çözüm getiren de bu paradigmadir. Ben de sahsen bu paradigma ile isin içinden çikilacagina inaniyorum.
3.Paradigma: “Kur’an tek kaynaktir. Resulullah bu kaynagi açiklayip uygulamis ve geride sünnet ve hadis birakmistir; ancak hadisler, dini tamamlayan kaynaklar olarak degil, sadece mütesabihleri anlamaya “yardimci bilgiler” olarak kabul edilmelidir.”
Esasen asil sorun, sünnet ve hadislerin varligi degil, sünnet ve özellikle hadislerin, Kur’an gibi muhafaza edilmemesinden kaynaklanmaktadir. Yoksa siradan insanlarin güzel sözleri bile aliniyor da Nebi as’in sözleri mi alinmayacak! Evet, sorun, saglam muhafaza edilmemesidir. Bilindigi gibi Nebi as’in sözleri vefatindan 200-300 sene sonra kitaplastirilmistir. Asirlar sonra toplanan rivayetler, metin yönünden degil, bütünüyle senet yönünden degerlendirilip ayiklanmaya çalisilmistir. Muhaddisler, o çagin imkanlari ile ancak o kadar basarabilmislerdir. Onlara haksizlik edilmemelidir.
“O halde, öncelikle, Kur’an’i merkeze alarak ve günümüzün imkanlarini kullanarak, sünnet ve hadis diye gelen bütün müktesebati -senet yönünden degil de- metin yönünden yeniden degerlendirerek Kur’an’a ve dolayisiyla akla uygun olanlari belirlemek zorundayiz. Aksi takdirde, muharref olan ehl-i kitabin durumundan farkimiz kalmayacaktir.”
Peki, “bu çalismayi kim yapmalidir”? Tabi ki öncelikle buna inanan uzmanlar yapmalidir. Uzmanlar, Kur’an, akil ve tabiatin/bilimin ilkeleri çerçevesinde bu çalismayi basariyla yapabilirler. Bu çalisma sonucunda sahih olan sünnet ve hadisler, mevzu olanlarindan ayiklanirsa, dinin daha rahat anlasilmasina yardimci olacagina inaniyorum.
Bütün Müslümanlarin maksadi, Allah’in insanlik için gönderdigi el-kitabin/dinin dogru anlasilmasi olmalidir. Dinin anlasilmasi için, basta Nebi’nin sünnet ve hadisleri olmak üzere, diger müfessir ve yorumcularin açiklamalarina da ihtiyacimiz vardir. Öyle ise, dinin dogru anlasilmasina yönelik sadece Kur’an’i degil, baska kaynaklardan –özellikle bilimden- de yararlanmaliyiz ki zaten yararlanmaya çalisiyoruz. Aksini savunmak, kendimizi inkar etmektir.
Hülasa, basta din olmak üzere her alanda tarihi müktesebattan yararlanmak asla yanlis degildir. Toptanci davranarak tarihi müktesebati (eserleri, vesikalari) yok saymak, hakikat ile asla bagdasmadigi gibi, yine toptanci mantikla davranip tarihi müktesebat adina her ne varsa –yas kuru- hepsini dogru kabul etmek de o derece yanlistir ve hakikat ile asla bagdasmaz. Öyle ise, akl-i selimle hareket edip, geçmisin tutsaklarindan kendimizi kurtarmak, kime ait olursa olsun, hikmetli ve ögüt içerikli sözleri alip yararlanmak herkesin en tabii hakki olmalidir.
“Aklini kullananlar, sözü dinleyip en güzeline uyarlar. Iste, Allah’in hidayete erdirdigi kimseler bunlardir.” (39/18)
Selam ve Muhabbetlerimle… BESIR ISLAMOGLU
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)