Bir önceki hafta “dini, 21. asrin akliyla anlamak/yorumlamak” basligi altinda, dini konularin pek çogunun (özellikle sosyo-ekonomik ayagi olanlarin) yeniden ele alinmasi ve güncellenmesi gerektigini dile getirmistim. Bunlardan biri de zekât konusuydu.
Zekât konusunu gündeme tasimamin temel sebebi, yasadigimiz bu PANDEMI (COVID-19) ve farkli ülkelerde yasanan savaslar ve sürgünler den dogan ekonomik sikintilar, issizlik, göç, çaresizlik, aç ve açikta kalma gibi sorunlara çare olabilmektir.
Bir tarafta servetinin anahtarlarini tasimakta zorlananlarin oldugu, diger tarafta evsiz barksiz, açikta, yollarda, çadirlarda, sular içerisinde, aç, susuz, ilaçsiz, sagliksiz kosullarda nefes alip verenlerin bulundugu bir çagda yasamak, vicdani çalisan insanlari oldukça rahatsiz etmektedir.
Kimsesizlerin ve çaresiz kalmislarin derdine derman olacak pek çok faktör vardir ki bunlardan biri de infak (zekat/sadaka) dir. Onun için Allah, zekât vergisini farz/zorunlu kilmistir. Bu kurum, hakkaniyet üzere çalistirildiginda, inaniyorum ki hiçbir insan aç ve açikta kalmayacaktir. Yeter ki Müslümanlarin yasadigi ülkelerde yetkililer bu konuda inançli, iradeli ve çözüme odakli olsun.
Simdi, “zekât nedir, ne ise yarar, nelerin, nasil degismesi (güncellenmesi) gerekir ve dertlere nasil derman olur” gibi sorulara cevap vermeye çalisalim.
Zekât sözcük olarak; temizleme, aritma, çogalma ve bereket gibi anlamlara gelmektedir. Fikih literatüründe zekât; belli bir zenginlige sahip olan kimsenin, belirli yerlere harcanmak üzere verdigi vergidir.
Zekât, Kur’an’da otuzu askin ayette ve çogunlukla namaz emri ile birlikte geçen temel bir görevdir. Namaz, bireysel arinmayi ve yükselisi saglarken, zekât da toplumsal gelismeyi ve barisi saglamaktadir. Diger bir ifadeyle namaz, bireysel anlamda Allah ile olan bagi güçlendirirken, zekât da sosyo-ekonomik anlamda Allah ile olan bagi güçlendirmektedir.
Biri bireysel ahlaki ve arinmayi saglarken, digeri de toplumsal ahlaki ve arinmayi saglamaktadir. Allah, insana beden verdigi gibi, bu bedeni ayakta tutan mal da vermistir. Insan, Allah’a karsi sükrünü eda ederken hem bedenen ibadet etmesi, hem de malinin zekâtini/sadakasini vererek ibadet etmesi gerekir. O bakimdan namaz, oruç ve hac bedeni ibadet olarak kabul edilirken, zekât, sadaka ve diger yardim türleri de mali ibadet olarak kabul edilmektedir.
Namaz, oruç, hac ve bedenen yapilan diger yardimlar, yüce Allah’in kullarina ihsan ettigi vücut sihhatinin sükrü iken; zekât, sadaka ve diger mali yardimlar da servetin/malin sükrüdür. O bakimdan kulun, Allah’a karsi sorumlu oldugu iki temel ‘alan’ vardir; o da namaz ve zekâttir. Namazini hakkiyla kilip, zekâtini hakkiyla ödeyen kimseleri, Kur’an; muttaki, muhsin ve iyi kullarin vasiflarindan saymaktadir.
“Yüzlerini doguya veya batiya çevirmeniz iyi olmanizi göstermez; asil iyi olan, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan; yakinlarina, yetimlere, düskünlere, yolculara ve kölelere sevdigi maldan harcayan; namaz kilan ve zekât ödeyendir...” (Bakara, 177)
Bir toplumda zengin ile fakirin bulunmasi dogaldir. Bu dogallik ayni zamanda bir denge olusturmaktadir. Toplumun bütün fertleri zengin veya fakir olsa denge bozulur ve hayat çekilmez hale gelir. O bakimdan her seyi bilen Allah, insanlari birbirlerine muhtaç olacak sekilde yaratmistir. Her bir fert, toplumsal düzenin bir ihtiyacini karsilamak zorundadir. Bu dogal bir yasadir. Iste zekât, fakir ile zengin arasindaki ekonomik seviyeyi korumakta ve böylece zenginin daha zengin, fakirin de daha fakir olmasini engellemektedir.
Zekât, fakirin zenginde olan hakkidir; zira yüce Allah: “onlarin mallarinda muhtaç ve yoksullarin hakki vardir” (Zariyat, 19) buyurarak, bu konuda zenginlere önemli görev yüklemektedir. Zenginler bu görev ve sorumluluklarini yerine getirdikleri takdirde, mal ve servet belirli ellerde degil, toplumun bütün fertlerinin istifadesine sunulmus olacaktir. Aksi takdirde, mal ve servet belli ellerde kalacak ve toplumun önemli bir kesimini ezen bir araç, bir tahakküm ve bir sömürü unsuru haline dönüsecektir. Onun için toplumun ekonomik dengesi mutlaka saglanmalidir.
Zekât, zengin ile fakir arasinda bir köprüdür. Bu köprü, zengin ile fakir arasinda sevgi, saygi ve güven saglar. Zekât, sosyal dayanisma sisteminin vazgeçilmez temellerinden biridir. Bu dayanisma sayesinde fakir, yoksul, kimsesiz, yetim, yolda kalmis ve borçlu gibi yardima muhtaç kimseler istifade ederek hayatlarini devam ettirirler. Bu kurum, Islam dininin toplumsal dayanismaya ne kadar önem verdigini ortaya koymaktadir.
Yüce Allah, “onlarin mallarindan sadaka (zekât) al. Onunla kendilerini temizlemis ve tezkiye etmis olursun” (Tevbe 113) seklinde buyurarak, zekâtin mali temizledigini, kisileri tezkiye (arindirmis) ettigini ifade etmektedir. Zekât ödeyen kimse hem nefsini cimrilikten, mal hirsindan ve hased gibi kötü duygulardan arindirmis olur; hem de malini bereketlendirmis ve temizlemis olur.
Islam dininde toplum bir vücut gibidir. Nasil ki vücudun bir azasi sizlayinca öbür organlar duyuyorsa, toplumun bir ferdi sikinti çekince bütün fertlerin o sikintiyi duymasi ve ona göre sikinti duyana yardima kosmalari gerekir. Toplumsal bünyenin ayakta kalmasi için, yardimlasma sarttir. Iste zekât, bu yardimlasmanin en güçlü unsurlarindan biridir.
Toplumdaki muhtaç kimselerin durumu, vücuttaki bir organin kanamasi gibidir. Nasil ki kanamaya vaktinde müdahale edilmediginde ölüme sebebiyet veriyorsa, toplumun yoksul ve muhtaçlari için vaktinde tedbirler alinmazsa, toplumun sagligi bozulur ve bu durum önemli problemlere sebep olur. O bakimdan yüce Allah’in hak olarak tanidigi zekât, istendigi sekilde ödenirse, toplum saglikli bir yapiya kavusmus olur.
Zekât vermek bütün zengin Müslümanlara farzdir. Bu farziyet Kur’an ayetleriyle sabittir. Resulullah as döneminde yaygin olan servet ve zenginlik maddeleri zekâta tabi tutulmus, bu mallarin belli bir kismi zekât olarak zenginlerden alinarak ihtiyaç sahiplerine dagitilmistir. Dolayisiyla zekâta tabi mallar, zekât nisaplari, zekât gelirlerinin toplanmasi ve dagitilmasi ile ilgili kurallar o günkü konjonktüre göredir. Bu gün ise, sosyo-ekonomik durum, zenginlik ölçüsü, nisap miktari, zekâta tabi olan mallar, zekât alicilari, mallar arasindaki fiyat dengesi vs. hep degismistir. O bakimdan zekâti yeniden ele almak gerekir.
Evet, bugün üretim, hizmet ve harcamalar tamamen degismis ve geçmis asirlardaki “zekât sistemi” gerçek anlam ve amacini yitirmistir. Bir taraftan milyarlarca liralik servete sahip kimseler zekâttan muaf tutulurken, diger taraftan hiçbir mal varligina sahip olmayip sadece üç-bes altina sahip olanlar zekât ödemeye zorlanmaktadir. Dolayisiyla zekât, anlam ve amaci çerçevesinde bütünüyle yeniden degerlendirilerek islevsel hale getirilmelidir. Bunun için de yeni bir takim Formüllerin ve çözümlerin ortaya konmasi ve bunlar isiginda zekâta islerlik kazandirilmasi gerekir. Iste o zaman zekât, gerçek anlamina ve amacina kavusmus olacaktir.
NOT: Islam dininin en hayati kurumlarindan olan zekâti dile getirmeye devam edecegiz. Tezimiz odur ki zekât kurumu güncellenmedikçe ihtiyaç sahipleri rahat bir nefes alamaz ve zengin-yoksul dengesi ve yakinligi saglanamaz. O bakimdan zekât ile ilgili nelerin, nasil degismesi gerektigini ortaya koymaya çalisacagiz. Haftaya görüsmek dilegiyle…
Selam ve muhabbetlerimle…
Besir ISLAMOGLU 22.01.21