Göçler geçmisten günümüze insanligi etkileyen en önemli sosyal hareketliliklerden biridir. Bunlar arasinda uluslararasi göç çok boyutlulugu, karmasik yapisi ve dinamizmi ile dünyanin yeniden sekillenmesinde oldukça etkili olmustur. 1980’li yillarla beraber artan düzensiz göçmenlerin yönünün, bati ülkeleri oldugu görülmektedir. Agirlikli olarak Asya, Afrika ve Yakin Dogu ülkelerinin kaynak olusturdugu düzensiz göçmen hareketliligi basta gelismis batili kapitalist ülkeleri tedirgin etmis ve Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan ve diger Balkan ülkeleri göçmenlerin geçis rotalari üzerinde yer almasindan dolayi gelismis batili ülkeler açisindan sinir koruma görevi üstlenen bekçi konumunda düsünülmüstür.
Modern dünyanin merkezi ve zenginlik kaynagi olarak görülen Bati’ya, canlarini tehlikeye atarak ulasan az sayida sansli göçmen, burada insan olarak görülmekten ziyade “öteki” ve “sorun” olarak degerlendirilmekte ve bu cografyanin önemli bir kisminda insanla varlik arasinda bir yere konumlandirilmaktadir.
Her konuda liberal degerleri ön plana tasidigini iddia eden Bati ülkelerinin ve toplumlarinin göç konusunda muhafazakâr bir tutuma sahip olmasi, savundugu degerlerle yasadigi çeliskiyi ortaya koymasi bakimindan incelenmeye degerdir. Zira liberalizmin bireysel özgürlüge yaptigi vurgu, bireylerin nerede yasayacaklarini belirleme hakkina gelince anti liberal bir kaliba girmektedir.
Liberal (!) gelismis batili ülkeler tarafindan önemli bir problem olarak görülen göçmen sorununun giderilmesinde uygulamaya sokulan çalismalardan biri, toplum içerisinde eritme (asimilasyon) politikalari olurken digeri de bütünlestirme (entegrasyon) politikalari olarak belirlenmistir.
Dört bölümden olusan bu yazi dizisinde tüm dünyayi etkileyen ve 1990’li yillarda baslayan son göç dalgasinin kültür ve inanç haritalarinin yeniden olusabilecegi ve batinin alisilmis inanç kaliplarinda “yeniden dogus” seklinde tezahür edecek yaklasimlarin gelisebilecegi, Batinin kavramlara yükledigi anlamlar ve bati dünyasinin kendi disindakilere (ötekiler) yaklasimlari ele alinacaktir.
Literatürde göç, bir ülkenin sinirlari içerisinde farkli yere veya bir ülkeden digerine, uzun süreli veya devamli kalmak amaciyla yapilan nüfus hareketi seklinde tanimlanmaktadir. Siyasi, sosyal, iktisadi, askeri, dogal olaylar ve istila hareketlerinin yaninda macera arayisi, degisik bir hayata kavusma istegi, kültürel hayranlik, güçlü bir devletin mensubu olma gibi duygular göç hareketliliginin nedeni olabilmektedir (Göksu, 2016:96)). Konu, kisilerin göç kararini etkileyen degiskenler baglaminda ele alindiginda “güdüsel” degiskenler ve “düzenleyici” degiskenler olmak üzere iki grupta ele alinmaktadir. Güdüsel degiskenler, kisinin göç kararini verirken yaptigi degerlendirmelere pozitif ya da negatif bir deger olarak kattigi tüm unsurlardir. Düzenleyici degiskenler ise kisinin göç kararini vermeden önce fiziki mesafe, akraba ve tanidik çogaltani, varis ve çikis noktalarinin çevre kosullari bakimindan benzer ve farkliliklarinin degerlendirilmesi olarak sayilabilir (Tekeli, 2014: 32).
Göç neticesinde ortaya çikabilecek kisisel olumsuzluklari en aza indiren veya kisisel faydayi en çoga yükselten faktörlerden biri hedef bölgedeki akrabalik, arkadaslik veya ortak topluluk baglaridir. Bu baglari açiklamak için gelistirilen sosyal ag teorisine göre göçmenlerin hedef ülkede is ya da ev ararken kullanabilecekleri bir sermaye sayilabilecek sosyal çevreyi yaratir ve bu da göç içinde yeni bir dinamik olusturarak zincir göç etkisi olusturur ( Sert, 2015: 41). Bu teoriye benzeyen bir baska yaklasim Todaro tarafindan gelistirilmistir. Ona göre göç edilen Ülkeye veya kente göç edenler geldikten sonra issiz olarak beklerken bir havuz olusturmakta, isveren kendisine lazim olan isçileri bu havuzdan seçmektedir. Bu halde göç, arz edilen is firsatindan daha hizli arttigindan kentte devamli olarak is arayan bir grup kalmakta, bu durumda tanidik ve akraba çogaltani yalniz is firsatlari hakkinda bilgi akimini degil ayni zamanda göç ettigi ilk aylar içinde issiz olarak bekleyebilmesine olanak saglayan imkânlari sunmaktadir (Tekeli, 2014: 35).
Uluslararasi göç hareketleri devletlerarasi iktidar mücadeleleri neticesinde ortaya çiktigi gibi devletlerarasinda iktidar mücadelesine de sebep olmakta ayrica farkli din ve kültürlere sahip toplumlarin karsilasmasiyla dünyanin sekillenmesinde önemli etkileri olmaktadir. Castels ve Miller 1993 yilinda yaptiklari çalismada 20. Yüzyilin ikinci yarisini “ Göçler Çagi” olarak tanimlamaktadir. Bu tespitin yapilmasinda gelismis batili kapitalist ülke nüfuslarinin %10’nun göçmenlerden olusmasi, göçmen kökenli ikinci ve sonraki kusaklarin hesaba katilmasiyla Ingiltere, Almanya ve Fransa’da toplam nüfusun %20 kadarinin göçmen kökenli azinliklardan olusmasi önemlidir.
Avrupa toplumundaki çok farkli etnik ve kültürel kimligin yer almasi akademik çevrelerde süper çesitlilik olarak tanimlanmis ve bu kimliklerin bir arada yasamasi Avrupa’nin medeniligine gönderme yapilmasina neden olmustur. Çok kültürlü yapilarin bir arada uyum içerisinde yasamasi Avrupa siyasal düzeninin bir basarisi olarak görülmelidir. Fakat dünyada meydana gelen son göç dalgasinin Bati Avrupa basta olmak üzere bütün batili ülkeler için tehdit olarak algilandigini yasanan olaylar göstermektedir.
Ortadogu’da Aralik 2010’da Tunus’ta baslayarak Misir, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün ve Yemen gibi bölge ülkelerine siçrayan halk hareketleriyle gelisen siyasal istikrarsizlik, bölge ülkelerini etkisi altina almistir. Özellikle Suriye özelinde yasanan ayaklanmalar ve iç savas milyonlarca kisinin ülkesini terk etmesine yol açmistir.
Birlesmis Milletler Mülteciler Yüksek Komiserligi (UNHCR), Haziran 2019'da 20,2 milyon mülteci, 3,7 milyon siginmaci, 531.000 iade edilen mülteci, 43,9 milyon ülke içinde yerinden edilmis kisi (ÜYEK), 2,3 milyon geri dönen ÜYEK'ler ve UNHCR himayesinde 3,9 milyon vatansiz kisi dâhil olmak üzere toplam 79,4 milyon kisinin göç sorunuyla karsi karsiya oldugunu bildirmistir (EASO, 2020: 9).
Sadece son birkaç yil içinde Avrupa’ya ulasan düzensiz göçmenlerin sayisi 1 milyon kisiyi geçerken, bunlarin yariya yakini Suriyelilerden olusmaktadir. Göçe kaynaklik eden diger ülkeler, Afganistan, Pakistan, Irak, Eritre, Nijerya ve Somali’dir. Söz konusu ülkelerinin genelinde etnik ve dini yapilari heterojen yapiya sahiptir. Örnegin Suriye’nin bilinen verilerden hareketle iç savas öncesi 22,5 milyon nüfusunun bulundugu görülmektedir Bu nüfusun etnik olarak %90’ini Araplar, %9’unu Kürtler, %1’ini Ermeniler, Türkmenler ve Çerkezler olusturmaktadir. Dini inanç bakimindan degerlendirildiginde nüfusun, %74’ü Sünni inanca sahip Müslümanlar, %13 Nusayriler, %10 Hristiyanlar, %3 oraninda Dürziler ve Yahudilerden olustugu görülmektedir.
Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.