F-K-R kökünden türetilen tefekkür lügatte; düşünmek, hatırlamak, kafasını çalıştırmak, tasavvur, hafıza, bir şeyi parçalamak, yapışık olduğu yerden ayırmak vs. gibi (San, Mevlüt, e!-Mevarid, 8.1174) anlamlara gelmektedir. Bazıları fikr ve tefekkürün bir şeyi oğmak, oğarak kabuğunu yok edip hakikatine ermek anlamındaki "ferk" ten "r" ile "k" nin yer değiştirmesiyle meydana geldiğini söylemişlerdir. (bkz. Rağıb, el-Müfredat, 3.384). Sözcüğün böyle bir işlemden geçtiği kesin olmasa bile tefekkür de kabuğu aşmak ve içe doğru hareket etme anlamı vardır. Nitekim Kur'an'da da tefekkürün Allah'ın kelimeleri, tüm nesneler, olaylar ve oluşlar üzerinde akıl yorup, bir sonuca varmak, ibret almak; bu nesne, olay ve oluşların kabuğunun örttüğü altlarında gizlenen gerçeğe ulaşmaya çalışmak anlamında kullanıldığını görüyoruz. "Sizden biri arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, içinde ırmaklar akan ve kendisi için orada her çeşit meyvenin bulunduğu bir bahçesi olsun da bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! Düşünesiniz (tetefekkerun) diye Allah önünüze açık işaretler koyuyor."(Bakara, 2/266).
Herhangi bir hususun üzerinde tasarlanıp bir neticeye bağlanması demek olan tefekkür, bir fikir üretme işidir. Tefekkür ile bilinenler sayesinde bilinmeyene ulaşılmakta, diğer bir ifadeyle tefekkür belirli kurallara göre yapılmaktadır. Kur'an yaratılmışların en mükemmeli olan insana -inansın veya inanmasın- bütün şeylerin üstünde tek ve mutlak bir öğütte bulunur ki o da tefekkürdür. Kur'an'da tefekkür edenler ile etmeyenler görenle görmeyenlere benzetiliyor ve şöyle buyruluyor: "De ki, görenle görmeyen bir olur mu? Hiç tefekkür etmiyor musunuz? "(En'am, 6/50).
İslamda kendi başına bir ibadet olarak addedilen tefekkür diğer ibadetlerin gerçekleştirilmesinde bir makbuliyet ve rüchaniyet (üstünlük) sebebi olarak gösterilmiştir. Birçok hadiste tefekkürle yapılan ibadetin en makbul ibadet olduğu açıkça ortaya konulmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber: "Düşünülerek kılınan kısa iki rekat namaz, kalbin gafil olduğu bütün bir gece kılınan namazdan daha hayırlıdır." (İbn Kesir, Tefsiru'I-Kur'ani'I-Azim, c.1, s.535) buyurmuştur. Görüldüğü gibi tefekkür, Allah'ın birer ayeti birer kelimesi olan kâinattaki nesneler, olaylar, oluşları kısaca şeyler üzerinde akıl yorup, bir fikir edinerek hakikate varma eylemidir.
Hakikatin aklın dışında hiçbir şeyle bulunamayacağına inanan İbn Bacceye göre insanlık, gerçek amaçlarına genel ve kapsamlı bir olay olan taakkul (akletmek) ile ulaşabilir. Bundan dolayı tasavvuf bir hatadır ve kişiye ucuz bir mutluluk vadeder. Oysa filozoflar bundan kaçınmalıdır. Yalnız safi, duru, sağlıklı, hissi ve heyecani arzularla bozulmamış" olan tefekkür, Allah'a varma kudreti taşır.(Bulaç, ,Ali, Din Felsefe / Vahiy -Akıl İlişkisi, s.193).
Kur'an-ı Kerim'de fikir (düşünce, düşünmek) kökünden türetilen tefekkür terimiyle ile ilgili 18 ayet vardır. "Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz (tetefekkerun)."(Bakara, 2/219). "Sizden biri arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, içinde ırmaklar akan ve kendisi için orada her çeşit meyvenin bulunduğu bir bahçesi olsun da bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! Düşünesiniz (tetefekkerun) diye Allah önünüze açık işaretler koyuyor."(Bakara, 2/266). (Ayrıca bkz. AI-i imran, 3/191; Araf, 7/176, 184; Rum, 30/8, 21). Ayrıca tefekkürle eş anlamlı olarak kullanılan tedebbür, nazar, ibret almak vb. diğer terimler de geçmektedir. Bu ayetler bütün işlerde akla müracaat etmeye, akla dönmeye teşvik eder. Zaten bu sayılanlar aklın birer fonksiyonudur. Akıl fonksiyonunu icra ettiği oranda değerlidir.
İnsan, tefekkür edebilme özelliği sayesinde diğer varlıklardan ayrılır. O, diğer mahlukat gibi varlık âleminin bir parçasıdır. Ancak parçası olduğu bu âlemi okuyabilmek ve hakikati zihniyle arayıp bulabilmek insana mahsustur. İslam’ın kâinat tasavvuruna göre, varlık bütün tezahürleriyle ve boyutlarıyla bir tefekkür alanıdır. Kur’an-ı Kerim’de tefekkürün yönelmesi gereken alan olarak “ayetler”den bahsedilmektedir. "Bu bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl iz‘an sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik." (Sâd 38/29). Ilahî kelamın satırlara dökülen her ifadesi birer ayet olduğu gibi (âyât-ı mestûra, yazılı ayetler), dikkatle bakıldığında kâinat da bütün cüzleriyle birer ayettir (âyât-ı kevniyye). Eşyanın hakikatine götüren bu ayetler hem insanın dış (âfâkî) âleminde hem de iç (enfüsî) âleminde yeterince mevcuttur. Bu taksim, Cenab-ı Hakk’ın “Biz onlara gerek âfaktaki (ufuklardaki) gerekse enfüsteki (nefislerdeki) ayetlerimizi göstereceğiz.” (Fussılet 41/53) ilahî beyanına dayanmaktadır.
Kur’an’da düşünme için kullanılan ve düşünmenin anlamına en çok yaklaşan terimler tefekkür ve akıldır. “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gündüzle gecenin ardarda gelişinde akıl sahipleri için alâmetler vardır. Onlar ayakta, otururken ve yaslanmışken Allah’ı zikredip göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler” (Âl-i İmrân 3/190-191). Bu âyette akıl sahipleri, Allah inancıyla fikrî araştırmayı bir arada götüren, düşünsel faaliyetlerini tezekkür ve tefekkürün birbirini takip ettiği ve bütünlediği bir aklî yapıyla gerçekleştiren insanlardır. Ayrıca zikir, dille anmaktan ziyade Allah’ın hayranlık uyandırıcı kudret belirtilerini tefekkür ve teemmüle dalmak, bu alâmetlerin Allah’ın kudretini hatırlatıcı tesiriyle düşünmeye koyularak Allah bilinciyle dolmaktır. Göklerle yerin yaratılışı, yani kozmosun menşeini gösteren âyetlerle gündüz ve gecenin ardarda gelişi, yani onda süreklilik arzeden düzeni gösteren âyetler üzerinde tefekkür, bu düzenin yaratıcısı olan Allah’ın âleme tasarruf ettiği isimleri hakkında tezekkürle bütünleşmelidir. Böylece Kur’an’da teşvik edilen kozmolojik araştırmalar, sebep ve gaye fikri açısından metafizik ilkelerinden mahrum bırakılmamış olacaktır (Elmalılı, II, 1258-1261; V, 3611).
Kur’an ayetleri üzerinde gerçekleştirilen tefekkür; tefsir, fıkıh, kelam gibi dinî ilimleri ortaya çıkarmış ve emsalsiz bir ilmî müktesebat doğurmustur. Kâinat üzerinde sarf edilen tefekkür gayreti ise tabiat ilimlerinin ortaya çıkmasını sağlamış ve bu alanda çok zengin bir literatürün olusmasına zemin hazırlamıstır. Enfüsi, iç âlemde gerçeklestirilen tefekkür ise, psikoloji, ahlak gibi çesitli insani ilimler yanında gönül dünyamıza zenginlik katan bir irfan geleneğinin olusmasını netice vermistir. İnsan, irfana kendisi (nefsi) üzerinde tefekkürde bulunarak ulaşır. Kendini hesaba çeken, kendini kontrol eden, kendini muhafaza eden, kendini geliştiren insan düşüncelerinde, sözlerinde ve davranıslarında kemale erer.
Kur’an bir taraftan insanlık için dönüm noktası olan tarihi hadiseleri ibretli tablolar halinde gözlerimizin önüne sererken, diğer taraftan dikkatlerimizi içinde yasadığımız tabii ve coğrafi çevreye çekmektedir. Aynı şekilde yeryüzünde dolaşarak geçmiş ümmetlerden kalan izleri müşahede etmemiz de Kur’an’ın bizi yönlendirdiği bir tefekkür biçimidir. "De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (hakikati) yalan sayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!" (En’âm,6/11). Zamanda ve mekânda yapılan bu yolculuğun semeresi, yolcunun alacağı ders ve ibrettir. Diğer taraftan insanın hakikat perdelerini kaldırmak için kendi iç dünyasında (enfüsde) çıktığı yolculuk da ruhu olgunlaştıran derûnî bir tefekkürdür.
İnsan bir takım vasıtalarla tefekkür eder. Kur’an’ın insanlar için kabul ettiği ve önemine dikkat çektiği tefekkür vasıtalarından ilk sırayı teşkil eden husus, fizikî alemin tetkikine yarayan duyulardır. Bu duyular ise, esas itibariyle görme ve işitme vasıtaları olan göz ve kulak gibi duyulardır. Kur’an’ın belirlediği tefekkür hedefine varmak için sıhhatli çalışan duyulara ihtiyacın olduğu apaçık bir gerçektir. İnsanla kâinat arasındaki bağlantıyı kuran vasıtaların başında hiç şüphesiz görme ve işitme vasıtaları ve dolayısıyla da tefekkür vasıtaları olan göz ve kulak gelir. Kur'an-ı Kerim çeşitli ayet-i kerimelerle insana birer nimet ve aynı zamanda birer tefekkür vasıtası olarak verilen gözlere dikkatimizi çekmektedir. Yani Cenab-ı Hak bir taraftan şu madde âlemine dikkatimizi çekerken diğer taraftan da şu âlemi incelemeye vasıta olan gözün kendisine dikkat çekmektedir. Nitekim şu ayet-i kerime bu hususu şöyle ifade eder: "(Resulüm) de ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?" (Mülk. 67/23). Diğer bir ayet-i kerimede şöyle der: "And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır."( A'raf, 7/179).
Kur'an'ın beyanına göre tefekkür vasıtası olan duyularımızdan biri de kulaktır. Kâinattaki sesler alemiyle irtibatımızı sağlayan ve onlar hakkında malumat sahibi olmamızı temin eden yegâne vasıta hiç şüphesiz kulaktır. Kulağın kendi anatomik yapısı ve icra ettiği fonksiyon dahi başlı başına bir tefekkür sahasıdır. Kur'an-ı Kerim Cenab-ı Hakkın bu nevi nimetlerini serdederken bu nimetlerin Allah tarafından verildiğini bildirerek onların tesadüf ve tabiata isnadını reddeder ve şöyle der: "O, sizin için kulakları, gözleri ve kalpleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz."(Müminun 23/78). Yani verilen duygu ve cihazları yaratılış maksatlarına uygun bir şekilde kullanmamakla az şükrediyorsunuz, denilir.
Tefekkür imbiğinden süzülmemiş ve hayatla bağı kurulmamış hizmet ve ibadet, özsüz; düşünce eseri olmayan söz bereketsizdir. Akıl tenvir edilmeden, ruh tezkiye edilmeden atılan adımlar semeresiz, meyvesizdir. Diğer taraftan tefekkürü sadece bilgiye ulaşma aracı olarak görüp, onu haslete dönüştüremeyenler sahip oldukları bilgiden fayda göremeyecekleri gibi başkalarına da fayda veremezler. Bu açıdan günlük hayat içerisinde rutin olarak yapıp ettiğimiz şeyler üzerinde yeniden düşünmeye ihtiyacımız vardır. Tefekkürle işlerimize, hayatımıza, ve ibadetlerimize daha derin anlamlar kazandırmalıyız. İmamet, hitabet, irşat ve iftanın birer iş mesaisi olmanın ötesinde Rasulü Ekrem’den miras aldığımız, çok şerefli, çok izzetli birer kulluk vazifesi olduğunu daha derinden hissetmeli, bunların anlamları üzerinde zihin yormalı, yaptığımız işe gönlümüzü de katmalıyız. Verdiği akıl nimetine karşılık, Cenab-ı Mevla’ya tefekkürle teşekkür etmeliyiz.
İnsan mahlukatın en şereflisi olarak yaratılmıştır. Bütün kâinat içinde en mükerrem ve en şerefli şekilde yaratılan insanı bu ideal seviyeye ulaştıran bazı özellikler vardır. Bu özelliklerin en üstünü hiç şüphesiz tefekkür etme kabiliyetidir. Tefekkür etme özelliği bütün mahlukat içinde kemal noktada sadece insana mahsus bir özelliktir. İnsana mahsus olan bu yüksek kabiliyet ve seciye Kur'anî tefekkürle mayalandığı zaman gerçek ve ideal hüviyetini kazanmış olacaktır. Çünkü bütün ilahî marifet dairelerinde dolaşmak ve ruhî olgunlaşmayı elde etmek, maddî-manevî, ilmî ve teknolojik bütün gelişme ve icatların temel mihrak noktasını teşkil eden tefekkürdür. İşte Kur'an'ın kazandırdığı tefekkür anlayışı, beşerî tefekküre bir nevi ruh ve hayat olmaktadır.
ÖRGÜTÜN LAGV EDİLMESİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL: SÜRECİN UZAMASI