Eşya ile olan ilişkimiz
Allah, malum beldelerin sakinlerinden alıp iade ettiği tüm savaş gelirlerinin sorumluluğunu Rasulüne vermiştir. Artık (bu gelirler) Allah’a, Rasulüne, (onun) yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir: Bunu böyle yaptık ki, servet (sırf) zengin sınıflarınız arasında dolaşan bir güç ve iktidar aracına dönüşmesin…(Haşr:59/7)
Bugün biz Müslümanların içinden çıkamadıkları önemli meselelerden biri de, sahip olduğumuz şeylerle, yani mal/sermayeyle kurmuş olduğumuz ilişki ve onları algılama tarzıyla, geçmiş Müslümanların onlarla kurmuş olduğu ilişki ve algılama şekillerinin mahiyet olarak farklılık taşımasıyla ilgilidir.
O halde sorun bir şeylere sahip olup olmamak değil; elbette ki burada mala/sermayeye nasıl sahip olduğumuz, yani üretirken, satarken ve tüketirken hangi kriterlere göre bu faaliyetlerimizi sürdürdüğümüz önem taşır. Esas belirleyici olan, sahip olduğumuz ve olmak istediğimiz mal/sermayeyle aramızda kurmuş olduğumuz ilişkinin mahiyeti ve ona yüklediğimiz anlamdır.
Bu hususu önemli görmemiz gerekiyor; zira ahiretten söz etmek başka, dünyadaki ilişkilerimize/faaliyetlerimize “ahireti katarak” süreçlendirmek başkadır. Biz ahireti kattıktan sonra süreçlendirdiğimiz faaliyetlerimize/ilişkimize bu yüzden “salih amel” diyoruz.
Müslüman erkeğin, ailenin maişeti meselesinden hareketle kapitalizme, Müslüman kadında, eşitlik temelinde bir özgürlük bulma umuduyla kendi bedeninin dışına çıkarak feminizme teslim olmaya başlaması yeteri kadar derslerle dolu bir tecrübedir.
Yakın zamana kadar Müslüman düşünce İslam’ın değerler dünyasının içinde sosyalleşmekte, İslam dini ve ilkelerine göre şekil almaktaydı; bu dünya ahlakiliğin, tevekkülün, kanaatin, israfa karşı olmanın ve paylaşmanın dünyasıydı. Müslümanlar bu dünyayı ısrarla muhafaza etmeye çalışacaklarına, iktisadi imkânları arttıkça mala ve sermayeye sahip oldukça kapitalizmin mantığına göre bu dünyayı yeni baştan yorumlayarak, kapitalizmin dinamik mantığına uygun hale getirmiş oldular. Uluslar arası gelişmeler, yeni teknolojiler Müslümanları giderek daha yoğun modernleşme süreçlerinden geçmeye mecbur ederken, Müslüman’ın muhayyilesinde yeni bir zaman ve mekân standartlaşması doğuruyor. Bu, Müslüman’ın en azından ezana ve namaza göre düzenlenmiş hayat telakkisini parçalamakta; bu da Müslüman’ın zamanı ve mekânı iktisadın değerler ve faaliyet dünyasının dışındaki farklı ölçü ve değerlerle algılayabilmesine imkân vermiyor.
Biz artık eşya ile, emanet edilenle emanet alan arasındaki ilişkiyi değil doğrudan doğruya sahip olma ilişkisini kuruyoruz. Bu da mutlak anlamda sahip olma, üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceğimiz bir ilişki olarak bakıyoruz. Bu Müslümanın sekülerleşmesinin önemli göstergelerinden biridir Halbuki Din, daima bizim sahip olduklarımızla bizim aramıza bir yabancılaşma ilişkisi sokar. İslam mala, dünyaya bağlanmayı; onları amaç edinmeyi yasaklar. Mala sahip olmak güzel ancak malı kullanmak için kazanmak gerekir.
Önceden Müslümanlar kazandıklarını hemen dağıtmışlardır. Çünkü kazanç büyükoranda biriktirildiğinde, onu dağıtmak oldukça zorlaşır. Bu, zenginliğe düşman olmak anlamına gelmez. Bu başka bir şeydir. Ama bu, kapitalizmin dediği şekildeki bir zenginlikte değildir. Kapitalist anlayışta mal, sermaye belli bir grubun elindedir. Hâlbuki para ve sermayenin tüm topluma yaygınlaşması gerekir. Bundan dolayı paranın biriktirilmemesi, sürekli ihtiyacı olana dağıtılması gerekir ki para belli bir grubun elinde güç haline gelmesin. Zenginlik tüm toplumda yaygınlaştığı zaman huzur ve mutluluk gerçekleşir.
“O kimseler ki (öldükten sonra) bizim huzurumuza çıkacaklarını ummayanlar ve dünya hayatına razı olup, gönülleri ona yatmış bulunan kimselere bizim bunca ayetlerimizden gafil olanlar var ya! İşte bunların varacakları yer, kazandıkları günahlar sebebiyle ateştir”.(Yunus 10/7-8)
Kafirler için hayat dünyadan ibarettir. Onlar tek dünyalı insanlardır ve onlar sadece dünyada kazanmak ister ve kazandıkça daha fazlasını isteyecektir. Çünkü bu bu istek ve hırs insanın doğasında vardır. Âhirete inanmadıkları için bütün çabaları dünya içindir. Ancak âhirete hüsrana ugrayacaklardır.
“…ONLAR DÜNYA HAYATI İLE SEVİNMEKTEDİRLER. HÂLBUKİ AHİRETİN YANINDA DÜNYA HAYATI ANCAK (DEĞERSİZ) BİR METADAN İBARETTİR.” (Rad:13/26)
Halbuki dünya hayatı geçicidir ve bir aldatmadan ibarettir. Kalıcı ve sürekli olan ise ahiret hayatıdır. Aklı başında olan bir insan için doğru olan geçici olan için mücadele etmek değil ebedî ve sürekli olan için mücadele etmektir. “Kim (sadece) dünya hayatını ve ziynetini isterse, biz öylelerine, amellerinin karşılığını burada tamamen öderiz. Bu hususta, onlara cimrilik yapılmaz. Bunlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Yaptıkları bütün ameller boşa gidecek. Zaten bütün yapmış oldukları şeyler boştur.” (Hud:11/15-16) “Onlar öyle kimselerdir ki, dünya hayatını sever ve ahirete tercih ederler. Allah’ın yolundan çevirirler ve o yolun eğrilmesini isterler. İşte onlar çok uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim:14/3)
Kimin çabası dünya ve mal kazanmak ise dünyada emeline ulaşabilir. Kim dünyayı ahirete tercih ederse yolun eğrisini tercih etmiş olur. Bunların âhirette bir nasipleri olmayacaktır, zaten öyle bir gayret ve hesaplarıda bulunmamaktadır. Geçici ve basit olan için mücadele etmek insanı basitleştirir, aşağı bir konuma düşürür. İnsan en güzel şekilde yaratılmış ve değerli kılınmıştır. İnsanın değerini düşürecek süfli, değersiz ve geçici şeylerle meşgul olmaması gerekir. Ðegerli olan üstün ve kıymetli olanla ilgilenir. Kendisini bulunduğu üstün durumdan aşağıya düşürecek basit işlerle meşgul olmaması gerekir.
İnsanlara dünya hayatını şöyle temsil et: dünya varlığı, sanki gökten indirdiğimiz bir sudur. Onunla yerin nebatı birbirine karışmıştır, derken bir çöp kırıntısı olmuştur, rüzgârlar onu savurmuştur. Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar dünya hayatının ziynetidir. Ebedi kalacak olan yararlı ameller ise, rabbinin katında, hem sevapça daha hayırlıdır, hem ümitçe daha hayırlıdır.” (Kehf:18/45-46)
İslam anlayışında dünya hayatının misali budur. Dünya hayatı caziptir, sevimlidir ancak geçicidir. İnsanların sahip olduğu mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Bunlar güzel şeylerdir ama hepsi geçicidir. Kalıcı ve yararlı olan ise insanların ve evrenin faydasına olan çaba ve gayretlerdir. Dolayısıyla doğru ve faydalı olan Allah'ın emirlerine yapışmak ve ona göre hareket etmektir. Bunların mutlaka bir gün son bulacağı düşüncesi ile hareket etmek, plan ve projelerini buna göre yapmak aklın gereğidir, doğru olan ve kalıcı olacak olan da budur.
“Haram şeylerin her çeşidinden sakın ki insanların en çok ibadet edeni olasın, Allah’ın sana ayırdığına razı ol ki insanların en zengini olasın, komşuna iyilik et ki gerçek mü’min olasın. Kendin için sevdiğini insanlar içinde sev ki gerçek mü’min olasın. Gülmeyi çoğaltma çünkü gülmenin çokluğu kalbi öldürür.” (Müsned: 7748)
İbadet sadece namaz, oruç, zekât ve hactan ibaret değildir. İbadet Allah'a kulluktur. Tüm çabasını onun için harcamaktır. Doğru ve hak olanı talep edip hakkın hakimiyeti için gayret ekmektir. Gerçek mümin Allah’ın kelamını yucelmesi için çabalayan ve bu uğurda gerekirse canını feda edendir. İslâm sonuç odaklı değil süreç odaklıdır. Bu yüzden önemli olan bu uğurda çabalamak ve yürümektir. Zafer yani sonuç Allah'a aittir ve onun takdiridir. Dilerse bu dünyada, dilerse âhirette verir. Bunun için sadece kendi çıkarına göre hareket etmek değil başkalarının da yararına olanı tercih etmek ve onun için mücadele etmek istenendir ve olması gerekendir.
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilakis zenginlik göz tokluğuyladır."[Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekat 120, (1051)
Bizim düşüncemizde gerçek zenginlik mal, para, pul ve makam değil gönül zenginliğidir. Dünyayı hedef ve amaç haline getirmemektir esas olan. Dünya ve nimetlerini birer araç olarak kullanırsak onlar bizim malımız ve esirimiz olur. Onları araç olarak kullanıp hedefimize ulaşırız. Amaç Allah'ın kelamını yüceltmek olmalıdır. İnsan yüce emeller için çalışırsa yücelir, süfli, basit emeller için çalışırsa alçalır. Kişi çalışırken asıl hayat olan ebedî hayatı asla unutmamalı, ölümü bir an olsun aklindan çikarmamalıdır. İlkeli hareket etmek için asıl hedefi unutmamak gerekir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Tüm lezzetleri kesip koparanı çok hatırlayın, yani ölümü.” (İbn Mâce, Zühd: 31)
Fadale İbnu Ubeyd (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki:"İslam hidayeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti olup, buna kanaat edene ne mutlu!" [Tirmizî, Zühd 35, (2350).
Müslüman dünyayı elde etmek için çalışmaz. Asıl hedefi Allah’ın rızâsı ve cennet olmalıdır. Kişinin yeterli miktarda maişeti, geliri var ve sağlığı yerinde ise bu yeterlidir. Mal ve mülk sahibi olmak güzel bir şeydir. Ancak şükrünü yerine getirmek gerekir. İşte bu anlamda mal amaç değil araç olmalıdır. Araç olarak kullanıldığı müddetçe mal sahibi olmakta sakınca yoktur ve güzel bir şeydir. Hedef ulvî ve değerli ise çaba ve gayrette ulvidir, yücedir.
Ubeydullah İbnu Mihsan el-Hutamî (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki:"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur.“ [Tirmizî, Zühd 34, (2347); İbnu Mace, Zühd 9, (4141)
"Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete eren kimselerdir" (Haşr 9).
Hz. Osman (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki: "Âdemoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız bir ekmek ve su." [Tirmizî, Zühd 30, (2342)
İslam düşüncesinde dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Asıl, gerçek hayat âhiret hayatıdır. Dolayısıyla kazanılması gereken hayat ebedî ve sürekli olan âhiret hayatıdır. Ancak şunu da unutmamalıyız ki ahiret hayatı dünyada iken kazanılır. İşte bu nedenle dünya hayatını önemsemeli ve gereken ilgi ve alakayı göstermeliyiz. Dünya imtihan alanıdır. Bunu unutmamak gerekir. Aynı zamanda müslümanların dünyayı imar ve ıslah etmeleri de görevleridir. Dünyanın üzerinde yaşamamız isteniyor ancak onu üzerimize alıp sırtlamak ve taşımaya kalkışmak beyhudedir ve bu onu amaç ve gaye edinmektir; ki bu hem mümkün değil hem de istenen değildir. Ayrıca insan tamahkardir. Elde ettikçe daha fazlasını isteyecektir. İşte insanı bu durumdan kurtaracak olan ulvî değerleridir, sahip olduğu inanç ve düşünceleridir.
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Âdemoğlu için iki vadi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tövbe edenleri affeder." [Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116, (1048); Tirmizî, Zühd 27
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: "Âdemoğlu ihtiyarladıkça onda iki şey gençleşir: Mala karşı hırs ve hayata karşı hırs". [Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115, (1047); Tirmizî, Zühd 28.
Dünya nimetleri cazip ve çekicidir. İnsana sevimli gelmektedir. Mal ve eşyayı kullanmak esastır ve olması gerekendir. Mal ve eşya insan içindir, insan mal ve eşya için değildir. Fakat tersi olur ve mal insanı kullanmaya başlarsa bu insanı degersizleştirir ve aşağılık bir konuma düşürür. İnsanın değeri sahip olduğu mal ve eşyadan değil, inanç,düşünce ve yaptıklarından kaynaklanır. Yani insanı değerli kılan sahip olduğu para, pul, makam ve sermaye değil, düşünceleri, değerleri ve yaptığı faydalı işlerdir.
Ka'b İbnu Mâlik (r.a) anlatıyor: "Resulûlullah (a.s) buyurdular ki: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir." [Tirmizî, Zühd, 43, (2377).]
Islam İlkeli bir dindir. Müslüman ilkeleri olan kimsedir. İlkesizlik, kuralsızlık anarşiyi doğurur. Kişinin şahsî çıkarı ve menfaatinden çok toplumun ve evrenin faydası,çıkarı önceliklidir. İnsanın kendi çıkarını ve menfaatini ölçü kabul etmesi, hırsıyla hareket etmesi başkalarına zarar vermesi anlamına gelir. Çünkü kişi burada hakka göre değil çıkar ve menfaatine göre hareket ettiği için mutlaka birilerine zarar verecektir.
“Gel sen Allah’ın sana verdiklerini doğru yolda harcayarak ahiret yurdunun (mutluluğunu) ara, üstelik dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de (başkalarına) iyilik yap ve sakın ola yeryüzünde haddi aşarak bozgunculuk edeyim deme: çünkü Allah bozguncuları asla sevmez”( Kasas: 28/77 )
Esas olan dünyadan nasibini unutmadan âhiret için çalışmak ve ebedi hayatı kazanmaktır. Bunu yaparken dünyadan el etek çekip ruhbanlaşmak doğru değildir. Ancak tamamen dunyevileşerek mala ve eşyaya meyletmek de doğru değildir. Dünyada sahip olduğumuz mal, mülk, makam gibi maddi ve geçici şeyler bizi asıl hedefimizden saptırmamalıdır. Bunları araç yerine koyduğumuz müddetçe sorun olmayacaktır. Eğer bunlar amaç ve hedef haline getirilirse problem burada başlayacak ve insanı temel hedefinden saptiracak ve degersizleştirecektir. Dünya dünyada kalmalıdır. Âhirete taşımaya kalkarsak buna gücümüz yetmez, asıl hedeften sapmış ve değersizlesmiş oluruz.
“İnsanlar (küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı inkâredenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıkacakları merdivenler yapardık. Ve evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar, kanepeler. Ve (nice) süs(ler verirdik). Bütün bunlar, sadece dünya metaından (geçici dünya malından) ibarettir. Rabbinin katında ahiret ise, (günahlardan) korunanlara mahsustur”. (Zuhruf:33-35)
HÜSEYİN KUBAT