15 Temmuz darbe girişimi üzerinden sekiz sene geçti… Yeniden ele alarak bunu doğru bir zeminde ve sağlıklı bir bakış üzerinden derinlemesine ele almanın vakti geldi, geçmektedir. Şunu rahatlıkla söylemek mümkündür: 15 Temmuz aynı zamanda bir 28 Şubat Post modern darbe girişiminin uzantısı olarak ele alınabilir. 28 Şubat, yeni bir sosyolojik değişimi sağlamak konusunda önemli bir aşamaya tekabül etti. İslamcılığın muhafazakârlığa evrildiği bir sürece işaret eder. Elbette ki siyasi sonuçlar doğurmuştur. Bu siyasi sonuçlar 15 Temmuz darbesini zorunlu kılmıştır. Türkiye iç siyasetinde bir değişim ve dönüşümün öncüsü olmuştur. Benzer bir durum 15 Temmuz darbesi sonucunda da meydana gelmiştir.
Devletin kendi beka sorununu çözüme kavuşturma adına, kendisi ortaya koymasa bile ortaya çıkan bu durumu kendi lehine çevirdiği ve bunu da başarılı bir şekilde psiko-sosyal bir değişime zemin oluşturarak gerçekleştirdiğini söylemek yanlış olmasa gerek! Ortaya çıkan sonuç devletin bekasını garanti altına almasını sağladığını ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucu parametrelerinden vazgeçilmediğini, sadece Fransa tepeden inmeci laikliği yerine İngiliz ılımlı laikliğini öne çıkardığını söylememiz doğru olur.
Türkiye Cumhuriyetinde öne çıkarılmış her ideolojik yapılanma bu iki darbe sürecinde önemli bir değişim yaşayarak kendi otantik yapısını bırakmak zorunda kalmış ve yeni duruma göre yeniden bir ideolojik yapılanmaya yönelmek durumunda kalmıştır. Yani her üç ideolojik grupta da değişim kaçınılmaz olmuştur. Sol, milliyetçilik ve İslamcılık, kendi otantik yapılarını bir tarafa bırakarak devletin bekasını sağlama alma noktasında üzerlerine düşenleri yapmaya yönelmiş yeni bir bakışın baskın karakterini onaylamaktadırlar. Sol düşünce seksen darbesi ile sosyolojik bir değişime uğradı. Yirmi Sekiz Şubat ise hem milliyetçiliği ve hem de İslamcılığı değişime uğratmıştır. Seküler milliyetçilikten muhafazakâr milliyetçiliğe doğru bir sürükleniş ve bunun doğurduğu siyasal sonuçları MHP ve İyi Parti özelinde görmek mümkündür. Ümit Özdağ ve benzerlerinin seküler milliyetçiliği daha radikal bir dönüşümü önlemeye matuf bir hareket gibi durmaktadır. İslamcılığı ise hem sivil, demokrat ve insan hakları bağlamında demokrasi ile örtüştürerek yeni rolünü benimsemeye yöneltti ve bu arada İslamcılık muhafazakâr demokratlık ile örtüştürülerek siyasi ve sosyolojik dönüşümün mimarı konumunu sürdürmektedir. Geriye İslamcılıktan eser kalmasa da kalıntıları hala siyasal arenada söz söyleme sanatını icra eylemektedirler.
15 Temmuz darbe girişimi İslamcılığın bütünü ile milliyetçilikle örtüşerek muhafazakâr milliyetçi bir çizgiye yönelerek Türkiye’de milliyetçi ve İslamcı damarı birleştirdi. Bunun iyi mi kötü mü olduğu başka bir bahis olmakla birlikte her iki siyasi akımın değişimini görmek açısından bu olguyu doğru bir okumaya tabi kılmaya ihtiyaç olduğu izahtan varestedir.
Milliyetçi muhafazakârlık arttıkça dindarlığın içinin boşaltıldığını ve seküler kültürün başat bir unsur olarak kültürel dokuyu belirlemeye devam ettiğini gözlemlemekteyiz. Bu noktada 28 Şubat darbe girişimi ile 15 Temmuz darbe girişimi arasında bir paralellik kurmak zor olmasa gerek! Darbelerin kendilerine ait bir olgusu olmakla birlikte paralel bir sosyolojiyi inşa etmede önemli bir katkı sunmakta oldukları ise açıkça görülebilinmektedir. Burada darbeleri kim yaptı sorusundan çok bu darbelerin neye tekabül ettiği ve hangi sosyolojik değişimi beraberinde taşıdığı suali daha önemli durmaktadır.
Bu değişimin dünya sistemindeki değişim ile paralel bir gelişmeye tanıklık ettiğini de söylemekte yarar var. Dünya sistemi de bir değişimin arefesinde durmaktadır. Dünya sisteminin değişim sancılarının uzantılarını bugün Rusya Ukrayna savaşı ile İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırımda gözlemlemekteyiz. Bütün dünyasının gözleri önünde gerçekleşen bu soykırıma karşı sivil tepkilerin dışında ciddi bir tepkinin ortaya konmaması aynı zamanda eski dünya sisteminin ve kurumlarının değerleri ile birlikte bir sona taşındığını göstermektedir. İnsanlar uyutularak yeni bir sisteme geçişin sancıları her zeminde açığa çıkmaktadır. Avrupa yeni bir aşırı sağ iktidar deneyimi ile karşı karşıya kalacak gibi görünmektedir. ABD de ise Başkan adayı olan Trump’a yönelik suikast saldırısı ölümle neticelenmese de ciddi siyasi sonuçlar ve sosyolojik değişimlerin başlangıcı olacaktır. Nasıl ki 28 Şubat başarılı olsa da olmadığı gibi 15 Temmuz başarısız olduğu gibi Trump suikastının başarısızlığı da ABD de önemli bir siyasal değişimi başlatacağını öngörmek doğru gibi görünüyor.
15 Temmuz darbesi beklenen bir değişimi sağlamadığını söylemek mümkündür. Ayasofya’nın bir karşılık olarak açıldığını en üst ağızdan ifade edilmesi de durumu işaret eder. Bu darbenin yapılma nedeni ve bu nedenin üreteceği sonuçlar ile başarısız olduktan sonra ortaya çıkan yeni durum ve bu durumun getirdiği yeni sosyolojik değişimi ayrı değerlendirmekte fayda var.
Son günlerde ortaya çıkan son olayları değerlendirirken benzer bir girişimin hala sürdürüldüğünü söylemekte yarar var. Çıplaklığın alabildiğine gündem olduğu bu ülkede din ve dindarlığı konuşmak neredeyse imkânsıza yakın bir konumu ihtiva etmeye başladı. Felsefi yaklaşımlar, bilimsel bakışlar üzerinden din ve dindarlara yönelik yapılan eleştirilerin bir karşılığının olup olmaması başka bir konu, ama ürettiği yeni sosyoloji ve bu arada öne çıkartılan deizm belası ise tam bir seküler felaket olduğunu göstermektedir. Ayrıca deizm’in seküler bir proje olduğu tezini de yeniden hatırladığımızda 15 Temmuz’un geldiği noktayı yeniden idrak etmek için gereken zemini de görmüş oluruz.
Elimizi vicdanımıza koyarak bugün on yıl öncesine göre ne kadar daha sekülerleşildiğini düşünelim… Başörtülü annenin yanındaki kızının göbeğini dışarıda bırakan tişörtü ile yanında yürüdüğü bir zamanı yaşıyoruz. Çocuğun puta evrildiği ve her şeyin çocuğa göre yeniden biçimlendirildiği bir zamana tanıklık ediyoruz. Ama bu çocuğu inşa eden, sosyal medya, tik toklar ve onlar için hazırlanmış videoları daha ebeveynler bilmiyor bile…
Bir müslüman olarak tabi ki 15 Temmuz ve benzeri darbelere karşı durmaya devam edeceği/m/z… Ama bu darbelerden sonra hep benim dünya görüşüm giderek yok olmaya doğru bir yönelime geçiyorsa bunun üzerine daha derinden bir düşünce gerçekleştirme irademi de yeniden hatırlamalıyı/m/z… Çünkü bu toprakların tek bir bekası vardır: o da müslüman olma halinin bir ruh olarak buradaki insanlara üflenmesidir. Müslümanlığın giderek çoğalarak ve derinleşerek bir ahlaki yapıyı güçlendirerek var olmasıdır.
Selam, hidayete tabi olanlaradır…
Abdulaziz Tantik
Yazının orijinali için bakınız:https://www.mirathaber.com/15-temmuzu-daha-derinden-dusunmek/
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.