Siyaset teorilerinin ağırlıklı özelliği modern epistemenin baskısı altında geliştirilmiş olmalarına müteallik olarak seküler bir karakter taşıdığı için ‘İlahi Müdahaleyi’ devre dışı tutma becerisidir. Sebep sonuç ilişkisi bağlamında ele alınan siyasal teoriler, doğal olarak görüşler, güçlü olanın belirleyicisi olduğu bir durum olarak tezahür ediyor.
Televizyon tartışmalarını izlerken ve uzmanların görüşlerini dinlerken, hep bir seçenekler yumağı içinde neler olup biteceğine dair yaklaşımlar geliştirilmektedir. ABD, Rusya, Çin, Hindistan, İran, Türkiye, Avrupa ülkeleri ve tutumları üzerinden bir değerlendirme panoraması çıkarılmakta ve buna göre yorumlar geliştirilmektedir.
Neredeyse her kesin ağzında sakız gibi duran ‘ama Hamas niye saldırdı’, ‘başına gelecekleri bilmiyor muydu?’ vesaire ile eleştiriye tabi tutulmakta ve hakkın ne olduğu, zulmün ne olduğu meselesi kapı arkasına süpürülerek yok sayılmaktadır.
Hâlbuki bir meseleyi ele alırken en temel öncülümüz; haklı mı haksız mı olduğu konusunda bir bakışa sahip olmaktır. Sonra olgusal düzlemde ele alarak şartlar muvacehesinde konu müzakere edilebilir…
Haklı olma mevzuu aynı zamanda ilahi müdahaleye açıklığı da içinde taşıyan bir hakikati içermektedir. Başarıyı salt maddi bir düzlemle sınırlamak, ancak seküler bir zihnin üreteceği anlam dünyasında karşılık bulacaktır. Bu çerçeve içinde her ölen Filistinli zaten cennet ile müjdelendiği için açık bir şekilde ‘başarılı’ sayılacaktır. Çünkü insanın yeryüzü macerasının tek anlamı vardır: ahirette alnı ak bir şekilde ilahi rızaya uygun olarak kabulünü sağlayarak cennette girmektir. Bu temel gerçeklik üzerinden meseleyi ele aldığımız zaman her Filistinli, içinde var olduğu şartlar gereği mazlum ve haksız yere öldürüldüğü içinde şehit olarak kabul edilmektedir. Yani Filistinli ölüm bileti ile cenneti satın almaktadır. O yüzden onlar yeryüzünün ölümden korkmayan tek halkı olarak temayüz etmektedirler…
Tarih boyunca istisnai durum olarak da olsa ilahi müdahale sonucu çok güçlü olarak kabul edilen zalim iktidarların devrildiğini biliyoruz. Calut ve Talut kıssasını hatırlayalım... Davut as’ın tek bir taşı ile zamanının en büyük gücü olan Calut’un öldürülmesi sağlanarak iktidar el değiştirmiştir. Bütün insanlık tarihi bakımından peygamberler, her zaman zayıf, mazlum ve kimsesiz olarak gönderilmiş ve dönemlerinin en zalim iktidarlarını yerle bir ederek onları yenilgiye mahkûm kılmıştır. Bu yenilgilerdeki ilahi müdahale ve yardım hep vahiy tarafından müminlere bir müjde olarak bildirilmiştir.
‘Aksa Tufanı’ dahi mevcut teknik gücüne rağmen İsrail devletini şoka uğratmıştır. Bu güce rağmen, hareket başarılı bir şekilde yerine getirilmiş ve bütün saldırılara rağmen halen İsrail sınırları içinde mevcut Filistinli direnişçilerin varlığı sürmektedir. Dolayısıyla meseleyi ele alırken, sebep sonuç ilişkileri bağlamında konuyu ele almak, bir ihtimali dikkate sunmak açısından önemli olmakla birlikte hak ve ilahi yardım bağlamında ise bir noksanlığı işaret eder.
Bu noktada değer ve olgu üzerinden meseleleri ele almanın sorunlu yönlerini dikkate sunmakta yarar var…
Konuyu salt olgu düzleminde ele almanın insana getireceği sorun, anlamın yitirilmesidir. Anlamını kaybeden insanın sahip olduğu gücün kudretinin bir karşılığı bulunmayacaktır. Bu dünyada istediğin her şeyi yapsan da sonuç itibarı ile ölümden kaçış olmayacağına göre, ölüm sonrası ne yapacaksın? Kaçışın nereye kadar sürecek…
Meseleyi değer merkezli ele aldığımızda ise anlam kendiliğinden tebellür eder. Nerede duracağımızı bilir ve ne yapmamız gerektiği konusunda vicdani bir tutum alma imkânı doğurur. İşte insan ve anlam, yeryüzü macerasında en önemli iki olgusal durum…
Dünya yeni bir sürece sürüklenmektedir. Aslında son Filistin direnişinin şahikası olan Aksa Tufanı, insana yeniden düşünme ve anlam arayışında yeni bir soluk sunmaktadır. Anlamını kaybetmiş bir dünyada modern düşüncenin ürettiği bütün kavramların içinin boşaltılıp ‘piç’ edilmesi durumu zorunlu bir tutuma yönelmektedir. Zaten batı dışı toplumlarda bu kavramların kendileri için bir anlamının olmadığını acı tecrübeler eşliğinde öğrenmiş bulunmaktadırlar. Baldırı çıplakların bütün iktidarları tepe taklak edeceği günler yakındır. Yoksul halkları aldatmak, düşündürmeme arayışları, yönlendirme çabaları, acı gerçekler karşısında aciz kalacaktır. Ve yoksul dayanışması, anlam ve insan olma arayışı, batının kurduğu iktidarı alaşağı etmeyi başaracak güce ulaşacaktır. Sadece Filistin’de değil, dünyanın her yerinde açlar, sefiller, sokakta yaşayanlar, fakir bırakılanlar, dışlananlar, yeniden ayağa kalktığında ne yapacak bu zengin züppeleri, gününü gün eden yozlaşmış gençlik ve iktidar elitleri, nereye kaçacaklardır?
İlahi yardım, her zaman bütün imkânların tükendiği ve zalim gücün saldırıları karşısında herhangi yapılabilecek bir şeyin kalmadığı bir zeminde devreye girer ve o gücü yerle yeksan eder. Mazlumun yüreğinden kopup gelen bir dua kabul edildiği andan itibaren her şey tersine dönüverir. Bugünler yakın gibi görünüyor. İsrail saldırıları altında savunmasız ve haksız yere saldırıya uğrayan insanların ahları gökyüzünü harekete geçirecektir. Bu iman etmenin neye tekabül ettiği konusundaki derin tecrübeyi de doğru anlamaya matuf bir düşünmeye sevki de işaret eder…
ABD ve şürekâsı artık dünya sistemini bloke edebilmekten çok uzaktalar. Avrupa kendi iç sorunlarını aşabilecek bir gücü kendisinde bulamıyor. Hindistan ve Çin uzak diyarlardan müdahale arayışlarını sürdürmektedir. Türkiye ise kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme konusunda bir tereddüt yaşamaya devam etmektedir. Hâlbuki tarafı açık bir şekilde bellidir. Filistin mazlum halkı ile hem din üzerinden bir kardeşliğimiz var, hem de o toprakların tarihsel bir sorumluluğu hala üzerimizde bulunmaktadır. İsrail gibi aşırı şımarık bir çocuğun eline gücü vererek yıkıcı bir tavrı tasvip etmenin bir anlamı ve karşılığı yoktur, olmayacaktır da…
Sorunun temelinde Müslümanların kendi varlıklarının anlamını ve değerini tam olarak kavrayamama durumu ile ilahi iradenin kendilerinden ne beklediği konusunda seküler kültür ve eğitimin ürettiği şüphe bataklığı söz konusudur. Mesele iktidar veya devlet meselesi olmaktan çıkmıştır. Her müslüman, yarın kendisinin de aynı duruma düşmemesi için ve haklının yanında durmanın imanının gereği olduğu bilincini kuşanarak Filistin meselesindeki duyarlılığını üst seviyeye çıkararak Filistinli kardeşlerinin yanındaki yerini almalıdır. Kendi iktidarlarını doğru yola sevk etmeye yönelik eylemler ortaya koymalı, siyaseti belirleme konusunda daha istekli olmalıdır.
Mesele açıktır. Müslümanların var olma ve yok olma meselesidir. Filistin kaybedilemez, Gazze düşmemelidir. İman, en büyük güçtür. Bu gücün hayata geçirilmesi ise her Müslüman’ın sorumluluğundadır.
Yeni bir siyasi teoriye ihtiyaç vardır. Bu teorinin belkemiğini haklı olmak oluşturmalıdır. Bu haklılığı zulme karşı çıkmak ve haksızlıktan imtina etmek içermelidir. ‘İman, en büyük güçtür’ ilkesini eksen kılmalıdır. İlahi Yardım bütün hesaplamalarda geçerli bir ilke olarak var kılınmalıdır. Kazanma ve kaybetmeyi hak üzere olma ve olmama ile eşitlemeli ki anlam insanı kuşatarak insanın yükselişine vesile olsun. Adalet ve merhamet ile davranmak en temel ilke olmalıdır. Zulüm senden olsa da karşı durmayı iman ilkesi olarak baş tacı edilmelidir. Son olayda görüldüğü halde batı kültürü ve medeniyeti hak mevzuunda sınıfta kalmıştır. Müslümanların batılı güçlerle flört edenleri de bu sınıfta kalma işine ortak olmuşlardır. Artık uluslar arası ilişkilerde ve siyasal değerlendirmelerde anlam ve hak merkezli yaklaşımlar üzerinden yorum geliştirilmelidir. Yoksa hep batılı ve hep İsrail kazanmaya devam edecektir, kaybetmelerine rağmen, bu yalanı göstere -göstere Müslümanların kafasını bulandıracaklardır.
Umudumuz, elini ve ayağını kaybeden bir liderin önderliğinde başlayan bu direniş, güçlenerek devam etmesidir. Elbette ki salt ilk saldırı ile yetinmeyeceklerdir, devamı da gelecektir. Bütün dünya şaşkınlığı derinden yaşayarak iman etmiş ve sakat tabir edilen bir zihnin nasıl en büyük teknolojik yapıya sahip bir gücü yerle bir ettiğine tanık olacaktır.
Duamız, Filistin direnişinin zafere erişmesidir. Yüreğimiz ve her türlü desteğimiz Filistinli mücahit insanlaradır. Onlar insanlığın yüz akı olmayı sürdürdükleri sürece ilahi yardımı da celbetmeye devam edeceklerdir.
Gün, mazlum, müstezaf ve saldırı altındaki çaresiz insanların yanında olma günüdür. Rabbim iki cihanda onları aziz eylesin, yüreklerinden korkuyu alsın, cesaret ile süslesin ve zalimleri alaşağı eylesin… Müslüman halkların bu olaydan gerekli dersi almalarını temenni ediyorum, mazlumun yanında yer almayı bir imani sorumluluk olarak addetmeleri gerektiğini düşünüyorum, imanlarına yeniden dönerek bütün zalim güçleri alt edebilecekleri bir zemine ve zamana kavuşmaları imkân dâhilindedir. Rabbim her gücün fevkinde bir güçtür ve her şeye gücü yetmektedir. Allah’tan dileğim; Filistinli mazlum halkı zalim İsrail devletinin elinden kurtaracak imkânlar sunmasıdır…
Yazının ORJİNALİ için bakınız:https://turkish.aawsat.com/opinion/4600331-%E2%80%98aksa-tufan%C4%B1%E2%80%99-sonras%C4%B1-i%CC%87srail-sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1-e%C5%9Fli%C4%9Finde-siyaset-teorileri%E2%80%A6
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.