Ülkemizde ve dünyada da son yüz yilin müslümanlasma serüvenine bakildigi zaman sorunlu bir alanda varlik kazandigi gözlemlenmektedir. Osmanli devletinin gerileme dönemi ile birlikte baslayan süreç, yikilisi ile baslayan yeni tarihsel süreç ve bu arada yenilik arayislari da dâhil sorunlu bir zeminde is görmektedir. Din ve dine dayali düsünce ve amel arasindaki derin çatlak, aydin ve Müslüman halk arasindaki çatlak ve devlet ile ahalinin dindarligi arasindaki çatisma alanlari müslümanlasmayi sorunlu hale getirmistir.
Osmanlinin gerilemesi ile birlikte baslayan yenilik arayislari, dini düsüncede de yenilik arayislarini beraberinde getirmektedir. Bu arayislari üç türlü yaklasim üzerinden betimlemek mümkündür. Ilki, yeni bir düsünce ile karsi karsiya kalinmistir. Bu yeni modern düsüncenin ürettigi sorunlar vardir. Bu sorunlarin çözümünü ve bu sorunlari üreten sorulara verilecek cevaplarin yeniden din ile dini düsünce arasindaki bagi kurmakta fayda mülahaza edenler. Böylece mevcut soru ve sorunlari dini düsünce üzerinden cevaplama çabalari. Bu çabalarin agirlikli zemini Modernist Islami Düsünce olarak betimlenmistir. Aralarinda farkliliklar olmakla birlikte sorun ve soruna yaklasim konusunda ortak bir yaklasim söz konusudur. ‘Kuraniyyun’ olarak kendilerini tesmiye edenler, modernist Islami düsünceyi temel Kaynak Kuran’dan hareketle yeniden kurmayi ve gelenege mesafe koymayi öncelediler. Gelenegi hadis ve tasavvuf olarak öncelediler ve karsitliklarini sertlestirerek devam ettirdiler. Bu yeni yaklasim, entelektüel zeminde bir karsilik buldu. Ancak Müslüman ahalide bir zemin bulamadi.
Ikinci yaklasim ise, ayni soru ve sorunlara Kuran ve hadis üzerinden ama gelenegi disarida tutan bir yaklasimla mezhepler öncesi durumu dikkate alan bir Selefilik bakisini elestirel bir tutum göstererek cevap üretmeye çalisti. Soru ve sorunlar modernligin ürettigi sorunlardi. Modern sorunlarin ortaya çikardigi ve bu düsünce sahiplerinin gerilemede gelenegin ürettigi kültürün yozlastirici etkisini de dikkate alan bakisla yenilikçi ve radikal bir çikisi önceledi. Senusi hareketi gibi sufi mesrep veya Hasan el Benna’nin ahlak öncelikli yaklasimi var olmakla birlikte gelenege yönelik sert elestiriler, halk ile bu yeni akimin arasinda da bir çatlak meydana getirdi. Modern sorunlara Kaynaklara dönüs yaparak tarihsel bir siçrama ile cevap arama bu hareketin temel özelligi oldu. Bu da yeni sorunlari beraberinde tasidi. Tarih, gelenek, kültür, anane, örf gibi temel konular din disi kabul edildi. Kahir ekseriyeti dislanan bu genel gelenek yeni dönemde ciddi bir bosluk üretti. Ahlak bu zeminde sürekli çözülmeye maruz kaldi. Ahlaki güçlendirecek hareketler de bu yeni duruma ayak uydurmaya çalistigi için tarikatlarin içi bosaldi. Kendi gelenekleri ile zitlastilar. Tekke ahlaki zeminini muhafaza edemedi. Sinirli bir zeminde kalan bu islevsellik, süreç içinde sadece belirli ritüelleri yerine getiren ve sahsi gelisim dinamikleri üzerinde kalan bir yapi olarak durdu.
Üçüncü yaklasim ise, diger önceki her iki yaklasimi bir yozlasma olarak gördü ve onlardan kaçindi. Ama çözüm noktasinda ne kendi gelenegini yenileme basarisi gösterdi, ne de mevcut soru ve sorunlara derinlikli bir cevap ve çözüm sunabildi. Kendini korumaya alirken, kent sosyolojisi baglaminda yenilige yönelen Müslüman halk ile kendileri arasinda derin bir çatlak olusturdu. Bu hareketin en temeli, gelenegin en küçük bir birimini bile elestiriden uzak tutarak yasama çabasi onlari çagin disina itti. Ama kendi sosyolojilerini de olusturamadilar. Onlarda kendi aralarinda farklilastilar, parçalandilar, birbirlerini elestirdiler. Isin garip tarafi, tekfir hastaligi en çok bu grup içinde nesvünema buldu.
Müslümanlasmanin son yüz elli yillik serencamini bu üç yapi üzerinden okuyabiliriz. Tabii ki daha öznel yapilar da söz konusudur. Ama en temelde bu üç yaklasim kabaca digerlerini de içermektedir. Kisisel dindarlik ve müslümanlasma arayislari, mühtedi olanlarin olusturduklari kisa süreli çalismalar ve çabalar yine de etkilesim üzerinden bu üç akimdan birine nispetle anlasilabilir olmaktadir.
Islam dünyasinin iktidarini kaybettigi andan itibaren, çok güçlü bir isgale maruz kaldiklari muhakkak, ancak bu isgalin en büyügünün kültürel isgal oldugunu hatirlatmakta yarar var. Neredeyse bütün ülkelerde yeni iktidar biçiminin seküler kültürü kabule yatkin bir iktidar olarak nüfuz kazandigini gözleyebiliyoruz. Birçok ülkede egitim seküler egitime dönüstürülmüs durumdaydi. Medrese egitimi sürse bile sosyolojik karsiligi olan seküler egitim olmakta, is ve gelecege dair beklentiyi o karsilamaktaydi. Bu da Müslüman olmayi öncelemenin agir bir bedeli oldugunu göstermektedir. Birçok ülkede ise seküler egitimle yetinilmemis, yasami bütünüyle seküler kilmaya çalisilmis, hukuk dâhil her seyi seküler kildigi gibi Islam ve O’ndan neset eden ne varsa saldiriya maruz birakilmistir. Islam yasaklanmasa bile, Islam’a dair olumlu hiçbir seyi kabule sayan kilmayan bir hukuk sistemi ve sosyoloji insa edilmistir. Yeni yetisen gençlerin ise seküler olarak varlik kazanmalari için devletin bütün imkânlari seferber edilmistir. Ülkemizde ve diger Müslüman ülkelerin birçogunda Islam yasaklanmasa bile Islam’a dayali dünya görüsü yasaklanmistir. Modern düsünceye dayali dünya görüsünü ise resmi bir kabul ile halka dayatmakta bir beis görülmemistir. Karsi çikanlara ise sert cezalar uygulanmistir. Türkiye’de yeni dünya görüsüne uygun bir yapilanmaya gidilmis ve dini egitim bütünüyle yasaklanmistir. Dil degistirilmis, Arapça yerine Latince devreye girmis ve bütün bir Osmanli bakiyesi tarihsel bir bosluga tevdi edilerek yeni duruma adaptasyonu saglamayi devlet eliyle gerçeklestirmeye çalismislardir. Bu arada halk geleneksel yapi içinde Müslümanligini yasamakta ama bu Müslümanligi sosyal hayata tasima konusunda istekli olanlara yönelik baskiyi gördügü için ibadetlerini gizli kilmaya çalismistir. Bu durumun olusturdugu travmatik durumun yeterince analizinin yapilmadigini biliyoruz. Daha sonra baslayan süreçte ezanin Arapça okunusu, imam hatip ve ilahiyatlarin açilmasi da beraberinde yeni sorunlar üretmistir. Bu okullarda her üç yaklasimin temsilcileri bulundugu için bir çatisma alanini isaret eder. Ülkemizde ilahiyat ve imam hatip düsmanligini en çok geleneksel Müslüman kesimler yapmakla birlikte Kemalist ideolojik grup da yapmaktadir.
Mesele derin olmakla birlikte çatisma ve parçalanma içinde müslümanlasma arayisi da devam etmektedir. Ama bu arayislar, sürekli bir müdahaleye maruz kalmakta ve iyi niyetle çikilan yolda travmatik durumlarin olusmasi engellenememektedir. Siyasallasan, ideolojik angajmanlara yönelen, modernlesen, indirgemeci yaklasimi kullanan, özdeslik üzerinden sürekli dini genisleten dil müslümanlasmayi travmatik hale dönüstürmektedir. Son yirmi yildir iktidar olan eski Islamcilar, demokratlar, liberaller, muhafazakârlar ve milliyetçiler çözüm yerine sorunun bizatihi kendisi haline geldiler.
Özellikle ülkemizde göç dönemlerini ve bu dönemleri izleyen ahlaki zeminin çürümesini dikkate alarak, Müslüman sahsiyetin nasil bir derin komplo ile karsi karsiya kaldigini ifade etmek mümkündür. Köyden, kasabadan veya küçük ölçekli Anadolu sehirlerinden büyük sehirlere, yeni adi ile kentlere yapilan göç, desteklenerek büyütülmüstür. Bunu istatistiklerden de görebilir merak edenler. Bu göç yeni seküler yasami içsellestirme baglaminda bir ‘ana rahmi’ özelligi tasimistir. Sag muhafazakâr iktidarlar döneminde bu göçler daha fazla yogunlasmistir. Tabi siddet sarmali, Kürt meselesi de göçü zorlayan etkenler olmustur. Egitim kurumlari, bürokrasi; yargi, askeri ve devlet memurlugu seküler aliskanliklarin kazanildigi mekânlar olmustur. Sonuç itibari ile dinin görünürlügünü artiran seyler, dini ahlakin zaafa ugramasina neden olmustur.
Altmisli yillardan itibaren yeni bir müslümanlasma dalgasi olusmustur. Bu dalga üniversitelerde baslamis, okumus yazmis kesimler üzerinden varliga kavusmustur. Seküler bir egitimin varligi ile kaim olan bu yeni müslümanlasma serüveni, yeni bir sosyolojinin karsiligi olarak sehirli, kasabali ve köylünün var olma zemini olmustur. Bu müslümanlasmanin algisal bir boyutunun varligi, egitimin niteliginin çok zayif olmasi, beklentilerin ise fazlaligi yeni bir dalga karsisinda erimeye maruz kalmistir. Ister siyasal Islamci hareketleri ele alalim, ister radikal Islamci hareketleri ele alalim, ister tasavvuf kültürünü tasidigini ifade eden tarikatlari ve bu tarikatlara dayali cemaatleri ele alalim, durum degismeyecektir. Modern soru ve sorunlar ile modern yasamin dayattigi yasama biçimi karsisinda hepsi özür dileyici veya karsit saldirgan bir dili kullandiklari için yeni sorunlar yumagina neden olduklari gibi bir ahlaki zemini de insa edememektedirler.
Bugünde durum pek degismemektedir. Hatta düne göre bugün dindarligin kendisi daha saldirgan ve vahsi bir saldiri altinda… Pek çok sapkin hareket bizatihi dinin dogasini degisime ugratma ugrasisina destek sunmakta ve gönüllü askeri olmaktadir. Dinin tamamen yeryüzünden silinmesi için baslatilan bir projenin varligi biliniyor. Çünkü baska türlü kendi iktidarini tam olarak kuramamaktadir. Yeni durum, LGBTi+ diye bilinen grup üzerinden sapkinligini mesrulastirma, her türlü ahlaki zemine saldirma, çevrecilik üzerinden doga, yesillik ve hayvan haklari ile de insanin kendisini unutturarak onu devre disi tutmaya yarayan ve mevcut kültürel dokuya eklemlenmeden bir yasam alani bulunamayacagi psikolojisini yerlestirmeye çalisilmaktadir. Artik dinin modasinin geçtigini ilan etmek için, dinin asla kabul edemeyecegi sapkinligi dinin içinde görülmesine yönelik ciddi bir çaba ve gayrete taniklik edilmektedir. Müslüman escinsel, Müslüman LGBTi+ denilerek Hiristiyanliga uygulanan yöntem Islam’a uyarlanmaktadir.
Dünyada mevcut bulunan bütün kültür ve medeniyetleri seküler kültürün baskisi altinda dönüstüren yapi, Islam ve Müslümanlari da ayni yöntem üzerinden degisime ugratmaya çalismaktadir. Bunun bin bir yolunu ve yöntemini uygulamaktan kaçinmamaktadir. Siyasi, iktisadi, kültürel hegemonyalarini da kullanarak bu degisimi sonuca ulastirmak istemektedirler. Maalesef Müslümanlarin durumu da pek iç açici degil! Hala kendilerini temsil edebilme liyakatine sahip degiller… Bu da onlar açisindan durumu zorlastirmaktadir. Kisisel çabalar olmakla birlikte yeterli güce ve seviyeye gelememektedir. Kendi iç sorunlarini çözemeyen Müslümanlarin, kendilerine dönük bu güçlü ve saldirgan yapiya karsi direnebilme istidadini gösterebilirler mi? Belirgin degil!
Meselenin bam teli; durumu idrak etme, pozisyonu dogru okuma, hala Müslüman olmayi sürdüren fertlerin varligini bir imkân ve potansiyel güç olarak görme gibi artilara ve ayrica modern yasamin insana dair sundugu yasamin kendisinin yetersizliginin belirgin bir sekilde varliginin önümüzde durmasidir.
Belki bir yenilik getirerek hep sorulan Müslüman Kimdir sorusu yerine Müslüman Olmayan Kimdir diyerek degilleme üzerinden tespit yaparak Müslüman olmaya bir alan insa etmek ve bu alanda Müslüman olmayi kendi bütünlügü içinde idrake konu edinme saglanabilir. Iste bu basarilabilirse önümüzü görme imkâni dogar. Bir Müslüman, Müslüman kardesine bugz etmez, kin gütmez, nefret etmez, bilakis, onu sever, yardimci olur ve onun iyiligini ister. Müslümanlar kardestir sözünü dinin kendi anlam alaninda yeniden hayata geçirmek sart olmustur. Siyasal bir karakter yerine dinin kendi anlam alaninda ona hayat vererek onu siyasal alana tasinmasi gerektigi zaman tasimayi öncelemek çok önemlidir. Çatisma yerine uyumu asil almaliyiz. Bunu saglayacak olan sey ise yine dinin sahih ve sahici anlam dünyasidir. Bu bize bugünü olusturan her seyi disarida birakmayi saglar. Çünkü yasam Formu, biçim ve ruh olarak bir dünya görüsünün izini ve izlegini tasimaktadir. Bu temel gerçegi ve seküler dünya görüsünün bütün aparatlarinin anlamsizligini derinden kavramak elzemdir. Öyle bir dünya kurulmustur ki elini kaptirdigin zaman bütün vücudunu kaptirmaktan baska seçenek birakmiyor sana…
Yine, yeniden ve yenilenerek bir dirilise yönelmek Müslümanligimizi ciddiye aldigimizin göstergesi olacaktir.
Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.
Bu yazi 30.06.2022 tarihinde turkish.aawsat.com sitesinden alintilanmistir. Yazinin orijinali için linki tiklayiniz.