Doğu Cephesinde de Yeni Bir Şey Yok
Uzunca bir zamandır Batı’dan doğan ışık dünyanın değişim/dönüşüm trendini belirliyor. Fakat Gazze halkının mücadelesi ışığında Batı’da ve Doğu’da yükselen muhalif dalganın ulus-devlet-sermaye birliğine karşı geliştirebileceği teorik ve pratik itirazlar, küresel ezberleri dekonstrükte ederek yeni dünya düzenine kapı aralayabilir
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmi, ilki 1930 yılında sinemaya uyarlanan, daha sonra 1979 ve en son 2022 yılında gösterime giren, savaşın trajik sonuçlarını anlatan bir film. Savaşın, toplumun fiziksel sınırlarını aşıp bir motivasyon argümanı haline getirilmesi için siyasi ve askeri iradenin nasıl çalıştığını da ortaya koyuyor. Lise çağında olan bir grup gencin kendi aralarında bir onur meselesi haline getirdikleri üniForma giyme hevesi cepheye gidişin hemen ilk dakikalarında yerini büyük bir şaşkınlığa bırakıyor. Genç askerler benliklerini ele geçiren büyük anlatının, vatanı müdafaa olarak tanımlanan şeyin coğrafyanın kaderinden ziyade güç arzusuna kapılmış birkaç askeri veya siyasi figürün sosyal talepleri olduğunu anlamadan hayata veda ediyorlar.
Filmin baş karakteri Paul, babasının imzalaması gereken izin mektubunu kendisi gizlice imzalar. Bunu yaparken geride kalmanın vereceği mahcubiyetin, omuzlarına yükleyeceği büyük yükün farkındadır. Okul müdürünün Alman halkının geleceğine dair konuşması ve ülkenin onların varlığına duyduğu inancı dile getirirken hepsinin bakışları Paris’i sınırlarına katmış güçlü bir Almanya arzusu ile dolmuştur. Fakat milliyetçi bir hamasetin hakikatin uzağında olduğu gerçeğini gençler cepheye henüz varmadan fark ederler. Fark edilen soğuk ve ölümcül gerçeklik, kurulan hayallerin arkasında saklı olan büyük hesapların ve kirli tuzakların habercisidir. Barış sürecinin başlamasına birkaç dakika kala Paul arkadan süngülenerek ölür. Paul ve arkadaşlarının savaşın ve savaşa dair hamasi nutukların ne olduğuna aslında hiçbir zaman anlam veremedikleri, Paul’un ölürken gün ışığına bakışındaki hayrette gizlidir. Bu hayret duygusu bugün ABD ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada üniversitelerinde neredeyse 100 yıldır devam eden Filistin işgaline ve 7 Ekim’den bugüne doruğa çıkan soykırım faaliyetlerine kör ve sağır kesilen dünya devletlerini zorluyor.
Batı Cephesi
1968 yılının 23 Nisan’ında Columbia Üniversitesi’nin kampüsü öğrencilerin üniversitenin askeri araştırmalarla olan bağını kesmesi talebi ile bir süreliğine ele geçirilir. Beş binayı ele geçiren protestocu öğrenciler bir dekanı da rehin alır. 30 Nisan’a doğru yönetim polis çağırır. 1.000’in üzerinde polis memuru kampüse girer ve 700 öğrenci gözaltına alınır. Yüzlerce öğrenci, öğretim görevlisi ve polis yaralanır. 1968 yılında süregelen birtakım protesto eylemlerinin sonucu olarak gelişen bu olaydan sonra 2024 yılında üniversitenin kampüsüne yeniden polis çağrıldı. Yaklaşık 1 ay sonra Paris’te patlak veren olaylar daha çok ekonomik taleplerle anılsa da benzeri süreçler dünyanın her yerinde görülmektedir. Vietnam Savaşı, Martin Luther King Jr. suikastı, artan baskılar vs. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan paradigmatik değişim talebinin birer sonucuydu. 1968 olaylarını tetikleyen ve örgütleyen teorik söylem otoriteye, hiyerarşiye, geleneklere ve önceki yüzyılın dayatmacı bilimselliğine karşı bir özgürlük ve bireysellik iddiasını yükseltiyordu. Büyük anlatılara, evrensellik iddiası ile şekillendirilen sosyal ve ekonomik söylemlere karşı kültürel çeşitlilik ve çokluğu yerleştiren bu yeni süreç her değişim gibi sancı verecekti elbette.
Hobsbawm’a göre analitik bir denklemi olmasa da moda tasarımcıları bazen olayların gidişatını profesyonellerden veya sosyal bilimcilerden daha iyi tahmin edebiliyorlar.¹ O yıllarda tercih edilen kıyafetler gençlerin taleplerini oluşturan düşünme ve eylem biçimlerinin renklerini ve tarzını barındırıyordu. Eskiden çiftçilerin giydiği mavi kot pantolonlar ve tişörtler artık her iki cinsiyetin giydiği ve statü tüketimini temsil eden bir sembole dönüşmüştü.²
Klasik paradigmanın merkezi bir güç oluşturma çabasına karşı yeni paradigma devlet kavramının dönüşümünü de tetikliyordu. Ekonomik gücü eline alan çokuluslu şirketlerin sermaye biçimlerine yeni bir dolaşım tarzı katması devlet denen olguyu tehlikeye atıyordu.³ Devletin kendini korumaya alması, eylemlerin kitlesel bir boyut kazanmasında etkili oldu denilebilir. Çünkü etki-tepki mekanizması sosyal olayların da dinamizmini de belirlemede etkendir.
1970 yılında ABD’nin Kamboçya istilası bir devrim provası olarak görülmeye başlamıştı. Fakat Bookcin’e göre 60’lı yılların sonunda yeni-sol ve karşı kültür daha yavaş, sabırlı ve aşamalı biçimde gelişseydi halkın bilincinde birtakım değişikliklere neden olabilirdi.⁴Çünkü Amerikan rüyası ekonomik bir hayalin parçası haline getirilmeye çalışılsa da aslında özgürlüğü besleyen derin ideolojik bağları vardı. Ama yine Bookcin’in vurguladığı gibi Vietnam işgalinin belki de bir sonucu olarak yeni sol Vietnam, Çin, Kuzey Kore ve Küba’nın toplumsal modellerinden esinlenen üçüncü dünya ideolojilerini herhangi bir eleştiriye tabi tutmadan kabul etti. Halkın bilincinde nesnel gerçekliğe dönüşmeyen ütopik ideolojik yönelimler 68 hareketini devrimci hayallerden uzaklaştırdı. Amerikan rüyasını kapitalizmin işçi sınıfına dönüştüren olgu ‘batı cephesinde’ bugün yeni toplumsal hareketlerin Gazze için ayağa kalkmasına ne kadar katkı sağlıyor bilinmez. Fakat ABD üniversitelerinde okuyan başta Ortadoğulu olmak üzere yabancı öğrencilerin Gazze eylemlerinde etkin rol alması, devrimci ütopyanın bir değişim sürecinde olduğunu ortaya koyabilir.
Doğu Cephesi
1906 yılında Mısır’da Dinşavay Delta Köyü’nde beş İngiliz subayı güvercin avına çıkmışlardır. Dinşavay halkı, başka Mısır köyleri gibi eti ve yumurtası için güvercin beslerdi. İngiliz subaylar avlanırken kazara köyün imamının karısını yaralarlar ve bir samanlığın yanmasına neden olurlar. Köyde çıkan protesto sonucu bir İngiliz askeri hayatını kaybeder. Dönemin ekonomik ve siyasal gerginliği nedeni ile İngilizler, başka köylere de ibret olsun diye özel bir mahkeme kurarak köyden 32 kişiyi tutuklar ve dördü idam edilir.⁵ Dinşavay olayı Mısır toplumunun bugünü de etkileyen bir isyanı olarak ortaya çıksa da İngilizlerin daha fazla reForm sözü ile geçiştirip bugünkü Filistin meselesini de domine ettikleri bir dizi olayın sonucudur. Mısır’da daha sonra ortaya çıkan muhalif akımları tetikleyen bu ve benzeri olaylar emperyalizme karşı bir üst söylem kurma çabasına girişse de toplumsal zeminde karşılık bulamadılar. 1967 yılının Haziran ayında Mısır ile İsrail arasında gerçekleşen savaş her ne kadar Arap ülkelerinin bir yenilgisi olsa da Filistin içinde mücadele eden örgütlerin özerk birer yapı olarak direniş hattını güçlendirmesine neden olacaktı. Sol grupların dünyadaki genel seyirden etkilenerek İsrail’e karşı direniş eylemleri uzunca bir süre Filistin halkının direniş hattını oluşturdu. Solun batı cephesinde ortaya çıkan 3. Dünyacı yönelimi ve yükselen küresel sermaye Filistin başta olmak üzere Afganistan, Irak, İran vs. gibi ülkelerde 1800’lerin ikinci yarısında yükselen İslamcı söylemin etkisinde silahlı eylem hattı oluşturdu. Bu yönelim Afganistan’da Rusya’ya karşı Soğuk Savaş’ın bir cephesi olarak kullanılsa da aslında halkı ‘İslami Devlet’ ütopyasına inandırma noktasında solun 68 hayalini bölgede yeniden canlandırmıştı denilebilir. Fakat ilerleyen yıllarda halkın inanç dünyası ile uyum yerine onunla çatışarak tüm odak dinî radikalizm sürecine kurban edildi. Böylece ‘doğu cephesi’ de pragmatist bir dindarlığın ve kültürel hegemonyanın kurbanı edilecekti.
Oliver Roy, yükselen İslamcılık ile alakalı tartışmalara değinirken Müslümanların radikalleşmesine dair tanımlamalara itibar etmez. Ona göre radikallik sosyal ve siyasal hayatı organize eden bir Form olarak aslında hareket halindedir. 1960’ların dünyasında radikalizm sol örgütlenmelerin rüzgârını belirlerken 1980 sonrası İslamcılığın söylemini domine etmiştir. Haliyle İslamcıların radikalleşmesinden ziyade radikalizmin ‘İslamcı’laşmasından bahsedilebilir. 1968 olayları ABD’nin küresel bir emperyal güç olarak solun Uzak Doğu’daki güçlü laboratuvarı olabilecek Vietnam işgalinin ve bir dizi itirazın sonucu olarak başlamıştı. Eylemciler sol söylemin kuşatıcı yerelliğini evrensel bir mücadelenin parçası haline getirebilmişlerdi. Bugün Ortadoğu tüm dünyadaki siyasal süreçlerin büyük ölçüde merkezini teşkil ediyor. Ortadoğu’nun nüfus yoğunluğunun Müslüman oluşu, haliyle küresel mücadelenin merkezine de Müslümanlardan oluşan örgütlü yapıları koyuyor. İsrail’e karşı direnişi temsil eden Filistinli grupların merkezi rolünde olan HAMAS ve beraberindeki Filistinli gruplar bugün dünyada anti-emperyalist mücadelenin 68 ruhuyla yeniden fitilini ateşledi diyebiliriz. Cemal Abdünnasır’ın Mısır’ı ‘Arap milli devleti’ hayaline göre şekillendirmek için giriştiği macera da İsrail-Filistin mücadelesinin bir cephesini oluşturuyor elbette. Fakat bölgedeki ülkelerin İsrail ve ABD ile olan ilişkilerinin Filistin’in İsrail tarafından işgalini kolaylaştıran bir etken olduğu gerçeği, ‘doğu cephesi’nde henüz yeni bir şey olmadığını acı bir şekilde ortaya koyuyor.
Gazze direnişinden uzun vadede bir başarı hikâyesi çıkarmak ne kadar mümkündür? Bu soru henüz cevap vermeye uygun görünmüyor, fakat Gazze direniş hattının devlet-halk denkleminde yeni bir bağlam oluşturabileceği söylenebilir. 7 Ekim, Filistinli farklı düşüncelere ait örgütlerin ortak operasyonu olduğundan birlikte yaşama idealinin bir tasarımı olarak ifade ediliyor. Belki de ‘Doğu’nun ihtiyacı olan kültürel ütopya buradan ortaya çıkacaktır. Fakat 16’ncı yüzyıldan itibaren gerileyen dünyanın bu yarısı için özne durumuna yükselme iddiası abartılı bir yorum olacaktır. Uzunca bir zamandır Batı’dan doğan ışık dünyanın değişim/dönüşüm trendini belirliyor. Fakat Gazze halkının mücadelesi ışığında Batı’da ve Doğu’da yükselen muhalif dalganın ulus-devlet-sermaye birliğine karşı geliştirebileceği teorik ve pratik itirazlar, küresel ezberleri dekonstrükte ederek yeni dünya düzenine kapı aralayabilir.
¹Hobsbawm, E. J. (1996). Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı. Çev. Yusuf Alogan. Everest Yayınları.
Yazının orijinali için bakınız:https://www.perspektif.online/dogu-cephesinde-de-yeni-bir-sey-yok/
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.