Türkiye Islamciligi, II. Dünya Savasi sonrasi dünyada emegin ve halkin yaninda olmanin sözcülügünü üstlenen sol yapilara karsi milliyetçi cephenin yaninda yer aldi ve bunun kurumsal organizasyonu MTTB, Akincilar gibi muhafazakâr/mukaddesatçi yapilar araciligi ile yapildi. 1980’lere dogru bazi aktivist gençlerin Islamciligin kurulus asamasindaki dinamik/devrimci emperyalizm karsitligini ve gelenege karsi islahçi tavirlarini canlandirmaya çalistigina sahit olduk. Sadece aktivist nitelemesinin haksizlik olacagi bu gençlerden bazilari (Metin Yüksel, Sedat Yenigün vs.) devlet ile teoloji arasinda kurulan metafizik baga yaptiklari itirazin bedelini canlari ile ödediler. 1980 sonrasi saflarin daha da ayrismasi Islamciligin Türkiye’de teorik iddialarini dile getirmesinde Milliyetçi yapilarla arasina sadece inanç düzeyinde kalmayan etik ve teorik bazi ayrimlari koymasini kolaylastirdi diyebiliriz. Devletin dinin asli bir fonksiyonu gibi dini düsünceyi domine etmesi Müslüman kimligin din-dünya iliskisini belirlemede yasadigi paradigmatik problemleri gün yüzüne çikardi. Ama Türkiye Islamciliginin 1980 sonrasi muhafazakâr yapilarla arasina koydugu ahlaki sinirlar daha özgür ve dinamik bir düsünce alaninin açilmasina sebep oldu. Bu manada siyasal düsünceyi ‘sistem’ içi bir alana hapsetmeye çalisan düsüncelere ve organizasyonlara karsi alinan tavir Islamcilik tartismalarini statükonun sinirlari disina tasimayi bir nebze sagladi.
Malatya Islamciligi kendine özgü yapisi ile 1980 sonrasi çesitli fraksiyonlara ayrilir. Tasradan kente göç eden ve tasranin kültürel söylemini dinin siyasal tavri olarak pratik alana aktaran bireylerin örgütlenme biçimi ile kentli elit dindarligin belirgin bir ayrismasi kentin Islamciliginin dinamik sinirlarini ortaya çikardigi iddia edilebilir. Mekansal bir farklilasmadan ziyade dini siyasal söylemin halkin aliskanliklari ve gündelik hayatin isleyisi üzerine söylemlerinde ortaya çikan bu ayrim Türkiye Islamciliginin seyrinde de önemli bir islev gördü. Özal sonrasi liberal politikalarin kente yansimasi olan kitlesel göç hareketleri daha önce ögrenci olarak kente gelen gençlerin varoslarda örgütlenmesini kolaylastirdi. Varoslarin kentin ‘elit beyaz’ yerlilerine karsi yasadigi yabancilasma çocuklarini kaybetme endisesini artiriyordu. Onlara göre çocuklari dinin ahlaki sinirlari içerisinde kalmaliydi ve dindarlarin faaliyet alani içerisinde olmak bu savunma refleksini karsilayan donelere sahipti. Ama Islamciligin 1970’lerden itibaren yasadigi travmatik radikallesme yeni bir çatismanin isaret fisegi gibiydi. Tasradan kente göçüp kentin varoslarinda Islamcilik ile tanisan yeni genç nüfus ‘sistem’in sinirlari dahilinde gördügü, çogu okuma yazma bilmeyen ve geleneksel degerlerin verileri kurduklari dindarligi yasayan anne babalarini ‘cahiliye’ jargonu altinda tekfir ediyorlardi. Bu ayrisma birçok aileye kentin varoslarinda yasadiklari sikismanin verdigi problemin yaninda yeni bir travma olusturdu. Öte yandan yine aileleri ile benzer sorunlari yasadiklari halde kent ile uyumu daha hizli yasayan bir diger Islamci grup da Malatya’da örgütlenme imkâni buldu. Benzer metotlarla halkin dindarlik algisini merkeze alan ve onu yarattiklari teolojik bir statükoyla degistirmeyi hedefleyen bu 2 Islamci yapi Türkiye Islamcilik tarihinin de bir özeti gibidir.
Ramazan Keskin, Malatya Islamciligi içinde nev-i sahsina münhasir bir dindarligin sembolü gibidir. Onun 28 Subat sürecinde bedelini ödemeyi göze alarak ortaya koydugu direnis ve o günün mazlumlarini sahiplenme vefati üzerine çokça dile getirildi. Eminim Hoca hayatta olsa bunun çok da kendi merkezli konusulmasini istemezdi. Ona göre sanirim asil olan dün de bugün de dönemin ‘kötülügü’ne direnmekti. Onunla tanismam yaklasik 5-6 yaslarinda Medine mescidine Kuran dersi almaya gitmemle basladi. “Senin adin Mücahid, baskanimiz sen olacaksin!” demisti ilk tanismamizda. Bir anlam verememistim ama ayni adam bir süre sonra, bir aksam evimizde, bir sohbet grubuna Fatiha süresini ezbere okumami söylemisti. Okuyunca da: “burada Mücahid olunmaz, senin Afganistan’a cihada gitmen lazim.” demisti. Aslinda hayatimin ilk travmasini da bana hediye etmisti. Büyünce Afganistan’a gitmek zorunda oldugumu düsündükçe belirli bir yasa kadar endise yasamis ve zaman zaman ismimi degistirmeyi düsünmüstüm. Medine mescidine babamla Cuma namazlarina gittigimizde bütün han, dükkanlar, hanin önündeki cadde namaz için saf tutanlarla dolup tasar, yaklasik 1 saat süren hutbe sürekli tekbirlerle kesilirdi. Namazi kildigim terzi dükkaninda hocanin yüzünü görmedigimden bu heyecanli konusan adami merak edip dururdum. Sonra bir namaz çikisi onun Ramazan Hoca oldugunu ögrendigimde oldukça sasirmistim. Zira sakaci ve naif tavriyla biz çocuklarla eglenen hoca hutbede meydan okuyan bir hatibe dönüsüyor hemen ardindan indiginde yine cemaati ile yatay bir düzlemde iliski kuruyordu. Iste burada Ramazan Keskin’in Malatya Islamciligi için önemi daha da ortaya çikiyor. Keskin, halkin inanç düzeyinde kurdugu yakinligi Islamciligin temel söylemleri ile bulusturmayi kendi küçük cemaatinde basarmis biri. Ama bununla birlikte olusturdugu çerçevede hiçbir zaman bir hoca statüsü gelistirmemis ve bu onun Müslüman kimligine yakisan bir tevazu ile sosyal sinirlarini bilmesini saglamistir. Pazar günleri ikindi namazindan sonra yaptigi derslerin birinde çogu geleneksel Anadolu dindarliginin kültürel kamuflaji ile aile hayati kurmus haziruna eslerine tesekkür etmeyi anlattigini gördügümde çok sasirmistim. Belirli bir yas grubuna bu sasirma halinin garip gelecegini biliyorum. Fakat 90’li yillarin Islamciliginin büyük söylemlerin altinda görmezden geldigi kültürel doku zaten hayatin içinde ve disinda kadini görmüyordu. Malatya’da ayni yillarda Ramazan Keskin’in de zaman zaman konustugu Radyo Nida’da kadinlarin program yapmasi diger Islamci gruplar tarafindan neredeyse ‘tekfir’ meselesi sayiliyordu. Bu anlamda kadina tesekkür etmenin o günlerde bir ders konusu yapilmasi özgün hatta devrimci bile sayilabilir. 28 Subat sonrasi basörtülü kadinlarin kamusal alanda daha fazla görünürlük elde ettigi günlerde devam eden eylemlerde de Ramazan Hoca erkeklerin kadinlar adina konusmamasi, kadinlarin bu eylemlerde en önde olmasi gerektigini mahallesinin muhafazakâr tutumuna ragmen dile getirdi.
Ramazan Keskin’in çevresindekilerle iliski biçimini oldukça yatay bir düzlemde tutmasi onun ayni zamanda ahlaki bir kaygiyi da hayati boyunca dinamik tuttugunun göstergesidir. Zira en çok konusulmasi gereken konu, iktidar olmanin ve onun yarattigi zenginligin fetisist bir güç algisi yarattigi dönemde metruk bir yere yaptigi “Ebuzerler Mescidi’dir. Ebuzerler ifadesi mescidin ismini degil daha ziyade niteligini imgeler. Çünkü Ramazan Hoca, Emevileri elestirip kendi mahallesinde Muaviye olanlarin aksine Ebuzer’in direngen kimliginde hayati anladi ve yasadi. Bu anlamiyla mescidin isminden ziyade gelenlerin vasfinin Ebuzer olmasini istedi muhtemelen. 28 Subat sürecinde verdigi mücadelenin ve ödedigi bedellerin üzerinden prim yapmadan sürecini devam ettirmesi en çok Ebuzer imgesinin Islam tarihinde olusturdugu çerçeveye denk gelebilir. Her Subat’i kendi bürokratik basamaklarina meze yapan kirli iliski aglarinin ne Medine mescidine ne de Ebuzerler mescidine ugramadigina, ugrayamayacagina sahit olduk.
Insanin her seyi bilmesi mümkün degildir. Zaten hatali davranmanin veya yanlis yapmanin anlamli olmasi bundandir. Insan ögrenmeye çalistikça bir seyin hata oldugunu anlar ve yüzlesir. Yüzlesmek bireyin hayatinda hakikat diye inandigi seyin insasinin olmazsa olmazidir. Hocanin daha yogunlastigi mescit bir döneme kadar sehrin merkezinde Medine mescidiyken (faaliyete devam ediyor) yakin zamanda bir dag basinda insa edilen Ebuzerler mescidiydi. Medine mescidinden Ebuzerler mescidine geçis bir ögrenme ve yüzlesme sürecinin sonucudur belki de. Zira 80’lerden itibaren kurulan ütopyalar halkin din algisindaki degisikligi dikey bir iliski içinde hedefler. Bir kurgu olarak çatismayi mesru zemin edinen bu algida ‘Medine’ üst bir idealin kurmaya çalistigi emin beldeye verilen isimdir. Medine imgesi Islamci muhayyile açisindan toplumu bir iktidar ögesi etrafinda dönüstürmeyi anlatir. Orada Peygamberin ahlaki ilkelerinden ziyade yarattigi siyasal perspektif öne çikarilir. Haliyle siyasal denklem ve iktidar hedefi bireyin benliginde neset edecek ahlaki dönüsümü iskalayabilir. Çünkü toplumun siyasal müktesebatini o gün için insa eden yine peygamberin elçi olarak hayatta olmasi ve tüm hukuki Formu elinde bulundurmasidir. Bu elçi tüm toplumsal önderlik misyonunu elinde bulunduran aktif bir liderdir. Bugün için önder bir peygamber makami olusturulamayacagindan çogu zaman Medine imgesi iktidar hirsina kurban edilir. Ramazan Keskin için Medine bir iktidar imgesinden ziyade islah olmus toplumu sembolize ediyordu. Ama 90’larin iktidar hedefinin özellikle 2000 sonrasi yarattigi travma bir yüzlesme ve geçmisiyle hesaplasmayi zorunlu kildi. Elbette bu zorunluluk ahlaki sinirlarini koruyan ve iktidari kendi güç arzularina kullanmayanlar için geçerliydi. Medine mescidinden Ebuzerler mescidine geçis Türkiye Islamciliginin kendini fetisist bir güç arzusuna teslim etmeyenlerinin ahlaki ilkelerle islahini ve yükselisini özetler.
Ramazan Keskin bir eli cebinde diger eli ile haksizliga ugradigini düsündügü insanlara destegini haykirirken bir sembol haline geldi. Yillar yili mescidinde diyanetin maasina tenezzül etmeden varini yogunu ortaya koyup fedakarligin mücessem hali oldu. Dügün ve cenaze gibi sosyalligin insa edildigi ortamlari direngen bir ahlaki akli organize edebilmek adina firsat bildi. Bu baglamda onun için Malatya Islamciliginin hafizasiydi demek abarti olmaz.
Kalanlar gidenlerin farkinda olmadigi bir halüsinasyonu yasayama devam edenlerdir. Yasamak bir kosturmacanin kirilgan sahnesinde hepimizi yeniden düslere veya hayal kirikliklarina davet eder. Ya kendimiz için bencilce bir yok olusu ya da inandigimiz deger adina erdemli bir sekilde ölsek de var olmayi seçeriz. Hoca soyadini hak edecek konusmalarla bir toplumsal özgüven insa etmeyi hedefleyip mütevazi tavirlariyla fedakâr bir dost sicakligini çevresine yasatmayi basarabilmistir. Bir çocugun anilarindaki kahramana veda etmesi kadar zorluk yasiyor cümlelerim. Tanismam kadar keskin bir veda olmasi bundandir. Yillardir Malatya’da olmadigimdan çocukluguma ve bir sürü çocugun hayatina güzel izler birakan Ramazan Hoca’yi görmeyeli uzun zaman oldu. Hatiralarim Kurban Bayrami’nda son telefon konusmamizdaki yorgun sesine sigdirildi. Ebuzerler mescidi bir düs ve kurgu olarak hayatta kalmali. Tüm savruluslarin karsisinda direngen bir tevazuu ve ayrismayi simgeleyebilir. Bugün için tevazu iktidarin yarattigi muhafazakâr elitizmin, devleti tanrisal bir kutsalliga mekân yapmanin, milliyetçi dejenerasyonun karsisinda bir siginak ve direnis ahlakidir. Ebuzerler mescidinin mütevazi, Medine mescidinin vakur hocasina selam ve elveda
Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.
Bu yazi 07.08. 2022 tarihinde hertaraf.com sitesinden alintilanmistir. Yazinin orijinali için linki tiklayiniz.
https://hertaraf.com/haber-keskin-bir-elveda-m-mucahid-sagman-9434