İKLİM MASALLARI
" Görünüşe göre Tanrı, insanı 'Bilim Ağacından' haddinden fazla meyve topladığı için cezalandırmak istedi. Dünyanın belirli bölgelerinde demiryollarının ve telgraf tellerinin çoğalması, elektriğin atmosferdeki normal hareketini engelledi. Bu devasa metal ağlar, belirli şartlarda bereket getiren kışı ve karı uzaklaştırdı, yazı ve faydalı rüzgârları değiştirdi. O zamana dek bilinmeyen hastalıklar ortaya çıkmaya, insan türünü ve onu besleyen bitki ve hayvanları kırıp geçirmeye başladı..."
Teknolojik ilerlemenin gelecek yıllarda yol açabileceği neticeleri anlatan bir bilim kurgu hikaye kitabı olan “Archeopolis” ten alınma bu satırlar; 1857 yılında “Alfred Bonnardot” tarafından yazıldı.
Şurası önemli; hikayenin kurgusundan bundan 200 yıl öncesinde de insanların iklimsel endişeler yaşadığını müşahade ediyoruz...
***
İnsanlık olarak güneş sisteminin beşinci büyük gezegeninde, saatte yaklaşık yüz bin kilometre hızla hareket eden bir dünyada yaşıyoruz.
Bunu pek fark edemesek te...
Yaşadığımız gezegenin %70 i sularla kaplı ve milyonlarca canlı türüyle bir aradayız.
Ve bu yaşlı gezegende akıl baliğ olduğumuz günden beri sürdürdüğümüz kısacık hayatta hep gelecek endişesi ile nefes alıp verdik.
Yüzyıllardır savaşlar salgın hastalıklar din ve mezhep çatışmaları beraberinde emperyal hevesler nedeniyle birbirimizi tüketip duruyoruz.
Çok önceleri aşiretler, klanlar düzeyinde ganimet kültürü ile çevremizi yakıp yıkarak, öldürerek talan ederken; bugün ulus devletler düzeyinde bunu emperyal heveslerle yapmaktayız.
Güçsüz ülkeleri işgal ediyor, sömürü düzenleri kuruyor, köleleştirdiğimiz ulusların doğal kaynaklarını ve değerli madenlerini kıytırık komisyonlarla yerli işbirlikçiler eliyle gasp edip sömürüyoruz
Hani meşhur bir söz var: “Son ağaç kesildiğinde, son balık yendiğinde, son nehir zehirlendiğinde beyaz adam ancak o zaman paranın yenemeyeceğini öğrenecek...”.
Evet bir gün insanoğlu yaptığı şeylerin kötü şeyler olduğunu anlayacak ama iş işten geçmiş olacak ya...
O da ayrı bir hikaye...
***
Yeryüzünde kötü şeyler yapacağımız bilgisi, var olmadan önce, melekler tarafından müşahade edilmişti ve bunun diyaloğu Kuranda yer almaktaydı:
“Hani bir zamanlar Rabb'in, meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim."
demişti. Melekler: “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife
yapacaksın? Oysa biz Seni övgü ile yüceltip kutsuyoruz..." dediler. Allah: "Ben sizin
bilmediklerinizi bilirim." dedi. (Bakara 30)
Nitekim öyle de oldu.
Kendi ellerimizle insanlık tarihini savaşlarla katliamlarla kanla yazdık.
“İnsanların kendi ellerinin yaptıkları işler yüzünden, karada ve denizde fesat meydana
çıktı ki, Allah, işledikleri günahlardan bir kısmının cezasını (dünyada) onlara taddırsın.
Olur ki dönerler...” (Rum 4)
Öyle ki her asırda hayatımız yaşamımız çocukluğumuz, gençliğimiz hep kaygı ve endişe içerisinde geçti.
Bu yetmezmiş gibi, sanki çok eksikmiş gibi bugün bir de başımıza iklim felaketi öngörüleri çıktı.
Oysa bugüne kadar kulağımıza fısıldanan kıyamet senaryoları içerisinde büyük bir iklim değişikliği beraberinde kısa sürede her şeyin çöle dönüşeceğine dair bir felaket hesapta hiç yoktu.
Şimdilerde tüm yazılı ya da görsel medyada her yıl yaz ayına girdiğimizde sonbahara kadar kıyamet sıcakları; kış olduğunda da ta bahara kadar kıyamet soğukları başlıkları altında iklim değişikliği korkusu pompalanmakta.
Tedirginiz çünkü bu öngörülerin ne kadar gerçek olduğu bilgisine sahip değiliz.
Okuduğumuz işittiğimiz izlediğimiz materyallerin bir kısmı bu endişeyi teyit ederken az bir kısmı da tüm bunların uyduruk olduğu ve hiçbir problem olmadığını savunur vaziyette...
Emin olamasak ta büyük bir çevresel felakete doğru sürükleniyor oluşumuz düşüncesi biraz daha ağır basıyor; daha doğru geliyor gibi.
Belki bu kanaatimizin temelinde bu alanda dünyanın sonunu betimleyen çok sayıda bilgi bombardımanına maruz kaldık.
Bu meyanda son çeyrek asırda çok sayıda çekilmiş sinema filmi de izledik.
Yine de bu senaryoları çok ciddiye aldığımız ve ne yapmalı sorusunu gündemimizde yukarılara taşıdığımız pek söylenemez...
***
İklim değişikliğini konusunu dünyada tartışan üç grup var.
Bunlardan ilkini Avrupa birliğine bağlı “İklim Değişikliği Panelinin (IPPC)” bilim insanları oluşturuyor. Bu gruptaki bilim insanlarına göre iklimde yaşanan değişimin başlıca sebebi insanların fosil yakıt kullanılması ve bunun sonucu ortaya çıkan karbondioksitin atmosferi tehlikeli düzeyde ısıtıyor oluşu...
İkinci grubu, fosil yakıtların iklim değişikliğindeki payının çok büyütülmemesi gerektiğini ileri sürenler oluşturuyor. Bunlara göre dünyanın bu ısınmada fosil yakıtların payı yok denecek kadar az.
Bu gruptaki bilim insanlarına göre ısınmayı, fosil yakıt kullanımına bağlamak bilimsel olarak mümkün değil; çünkü 1960 lardan sonra yaygınlaşmaya başladı fosil yakıt kullanımı...
Üçüncü gurupta ise dünyanın sonunun çok yakın olduğunu söyleyerek büyük bir panik havası estiren STK lar, aktivistler, siyasetçiler ve medya var.
Ve bu son grup bu alan ile ilgili çoğu yanlış bilginin kaynağını oluşturmakta…
***
Küresel iklim değişikliği, aslında adından da anlaşılabileceği gibi, dünya çapındaki iklimin değişmesi demek.
Felaket öngörüsünde bulunan bilim insanlarının iddialarını detaylandıracak olursak; onlar insanlık tarihinin en büyük sorunu olarak “küresel iklim değişikliği” ni gösteriyor...
Bu senaryolara inansak ta inanmasak ta yakınen gördüğümüz ve farkına vardığımız bir gerçek var ki; o da artık yaşadığımız coğrafyalarda iklimlerin süreki değiştiği gerçeği...
Gezegenimizin hızlı bir şekilde ısınıp sıcaklık ortalamalarının durmaksızın artığını hepimiz görüyor, hissediyoruz.
Her yeni yıl, "rekor sıcaklık yılı" oluyor...
Bunun sebebi olarak tektonik ve volkanik faaliyetler, biyolojik varlıkların faaliyetleri, güneş'ten gelen radyoaktif ışımada meydana gelen değişim gibi unsurlar gösteriliyor.
İşte bu unsurlardan en önemlisi biyolojik varlıkların faaliyetleri...
Özellikle de tek bir biyolojik varlığın faaliyetleri...
Yani bizim…
Homo sapiensin…
***
Şu bir gerçek ki, insan türü olarak bu yaşlı dünyada hiçbir zaman kendi dışımızda hiçbir canlıya ya da çevreye değer vermedik.
Dünyaya adım attığımız ilk yıllardan itibaren binlerce canlı türünü yok ettik.
Özellikle endüstriyel Çağ’dan günümüze karbondioksit oranlarını yükselttiğimiz tüm bilim insanlarının ortak kanaati...
Bu sebeple yeryüzünde yaptığımız tahribatı küçümsememek gerektiğinin farkındayız.
Sanayi tesisleri bir yana dünya nüfusunun hızlı artışı karşısında yaşantımızda hiç farketmediğimiz alışkanlıklarımızda; örneğin duşta ve tuvalette harcadığımız su, attığımız çöpler, plastik atıklar, fabrika atıkları, tarımda kullandığımız zehirli atıklar ve eksoz salınımı gibi şeylerle her geçen gün çevremize zarar veriyor, atmosferi kirletiyoruz.
Isınmada kullandığımız yakıtların çevreye verdiği tahribatlar, canlılar üzerinde daha fazla et için enjekte ettiğimiz hormonlar gibi aç gözlülüğümüzle yaşadığımız alanları yok edip duruyoruz.
Tüm bunları hesap ettiğimizde sonuç çok şaşırtıcı olmamalı...
Sanayleşme ve makineleşmede kullandığımız her şey yaşadığımız mekanları tahrip ederek ormanları güdükleştirerek tarım alanlarını yok etmemize yol açıyor.
Bu konuda en önemli tahribatın Ozon tabakası kirliliği olduğunu söylüyor uzmanlar.
Bu da aerosol gazlarının salınımı ve sera etkisine neden olan karbondioksit gibi metan gibi gazların salımı şeklinde gerçekleşiyor.
Bunlar, genelde fabrikalardan, arabalardan, uçaklardan, trenlerden, tarım alanlarında yaşayan büyük besi hayvanlarından ve santrallerden salınan gazlar...
Aerosol gazlar asit yağmurlarını artırarak küresel sıcaklıkları düşürürken sera gazları ile yeryüzü arasında sıkışan hava atmosferi durmaksızın ısındırıyor.
Küresel atmosferik hava sıcaklığı ortalaması artınca, atmosferde biriken su artıyor ve bu su çok daha şiddetli bir şekilde yağmur olarak yağıyor, sel baskınları ile neticeleniyor.
Ülkemizde de bunun sonucunu zaten aşırı şiddetli yağışlar ve seller olarak gözlemliyoruz.
Tropik iklimlerde ise her geçen yıl daha da güçlenen ve daha sık gerçekleşen kasırgalar söz konusu.
Isınmaya bağlı olarak atmosferdeki enerji artıyor, belirsiz hava olayları oluyor.
Durup duruken değişen havalar, sıcakların aşırı sıcak, soğukların da aşırı soğuk geçmesine mevsimlerin birbirine karışıyor gibi gözükmesine neden oluyor.
Atmosferdeki sera gazlarının birikmesinin çok kritik başka bir etkisi daha var.
O da Okyanuslar…
Okyanuslar, bu artan karbondioksit gazını tutan bir etkiye sahip.
Okyanusta karbondioksit oranı artınca, asidite oranları da artıyor yani sular asitleniyor.
Buna bağlı olarak mercan kayalıkları ölüyor ki; mercan kayalıkları binlerce canlı türüne ev sahipliği yapan biyolojik alanlar...
Bu canlılar yaşam alanı bulamayınca ölmeye başlıyorlar ve onlarla birlikte, okyanuslardaki hayat ta ölüyor…
Böylece besin zincirinin alt üst olması riskiyle karşılaşıyoruz.
Küresel olarak ısınan gezegenin, bir diğer sıkıntısı da, yaygın olarak bilindiği gibi karasal buzulların erimesi...
Antarktika ve Grönland gibi yerlerde ortalama sıcaklıklar artınca buzullar da giderek artan bir şekilde eriyor.
Buzullardan gelen sular, okyanuslara karışıyor ve okyanuslar ile denizlerin seviyesini arttırıyor.
Bu da, kıyı şeritlerinin giderek suya gömülmesine neden oluyor.
Deniz seviyelerinin yükselmesiyle insan yerleşimlerinin %40’ının kıyılarda olduğu gerçeği ciddi bir tehdit...
***
Hülasa tüm bunlar bizi endişelendirirken beraberinde iklim felaketini öngören ve acilen önlem alınması gerektiğini savunan çevrelerin dünyanın sömürgeci ülkelerinden elit zenginler olması bizi düşündürtüyor da değil.
Bu çevrelerin bu alanda korkunç rakamlar harcamayı göze alarak bir seferberlik yaratma çabası içerisine girmeleri, maruz kaldığımız felaket senaryolarının gerçekliği hakkında şüpheye düşmemize ve sonu acaba ile başlayan sormamıza yol açıyor.
Belki o yüzden olsa gerek küresel iklim felaketi senaryoları bir kısmımızı inandırıp endişe duyurup ne yapmalı sorusu sordururken; bu senaryoları gerçekçi bulmayan ve tüm bunların programlı bir propaganda olduğunu savunan bilim insanlarının varlığı da kafa karışıklığı ile kalakalmamıza neden oluyor.
Son zamanlarda Bill Gates gibi isimlerin de dahil olduğu çevreci grupların çabaları ve propagandaları ile bu alan, trilyon dolarlarla ölçülen bir sektöre dönüştü.
Mesela sadece Green Peace’ın finansal varlığının dahi 2019 yılında yayınlanan raporlara göre 100 milyon dolar olduğu belirtiliyor.
İlaç, teknoloji, petrol gibi büyük sektörler bile bu grupların oluşturduğu büyüklüğe erişemiyor.
Bu sektörü besleyen para havuzunda yakın zamanda tahmini toplanacak para miktarının yüz trilyon dolar olacağı öngörülüyor.
Bu paranın büyük kısmının iklim felaketi savunucularınca paydaş sivil toplum kuruluşlarına yönlendirildiği iddia ediliyor.
Tüm bunlar okuduklarımız dinlediklerimiz yazılıp çizilenler kalbimize büyük bir felakete doğru gidiyormuşuz endişesi verirken; beraberinde bu işin arkasındaki şaibeli isimler bizlere büyük bir kuşatılmışlık hissi veriyor.
Pandemi dönemi yaşadıklarımız yüzünden hala kafamızda yığınla soru işareti beraberinde büyük istifhamlar var.
Komplo teorileri ile dolu bir okyanusta, nefesimiz tükenmeden kıyıya varabilmek için yüzüp duruyoruz...
Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler...
Selam ve dua ile...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.