101 NUMARALI ODA
“Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Cahillik güçtür…”
(1984 – George Orwell)
“Winston cebinden bir yirmi beş sent çıkardı.
Madeni paranın üstünde de küçük, okunaklı harflerle bu sloganlar yazılıydı.
“Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Cahillik güçtür…”
Öbür yanında ise Büyük Birader'in yüzü görülüyordu.
Büyük Birader'in gözleri paranın üstünden bile sizi izliyordu. Paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden, her yerden…
Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses.
Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta...
Kaçış yoktu.
Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi…”
***
Bu satırlar “George Orwell” in ünlü romanı “1984” e ait.
1948 de yazılan eser, tüm özgürlüklerin ayaklar altına alındığı totaliter bir toplum düzenini anlatıyor ve günümüzde de çok okunanlar arasında.
Eser aynı zamanda içerisinde edebiyat tarihinin en çarpıcı ‘ihanet‘ hikâyelerinden birini bünyesinde barındırıyor.
Benzer bir ihanet hikayesi olarak belki ülkemizde İslamcılığın yaşam serüvenini örnek gösterebilir miyiz bilmiyorum.
Ne dersiniz?
***
Ülkemiz özelinde İslamcıların seküler projelerin bir nesnesi olmaya karar verişlerinin başlangıç noktası, “28 Şubat bin yıl sürecek” söylemleri altında yaşananlardı.
Her şey, Müslümanların kendilerine dayatılanlar dışında bir seçenekle, “Kitabın hükümleri ile hayata nizam verilebilecekleri” iddiasıyla başlamıştı.
Temel varsayım, İslam’ın yeryüzüne barış ve özgürlük vadedebileceğiydi.
İslamcılar süreç içerisinde, mevcut sisteme alternatif; Kuran merkezli, kadın hakları, sosyal adalet, ekonomi, hukuk, etnik kimlikler, dinler arası ilişkiler, barış, insan hak ve özgürlükleri, Kürt meselesi gibi birçok konuda söz sahibi olduklarını ve çözüm üretebilecekleri entelektüel bir birikime sahip olduklarını ortaya koymaya çalıştılar.
Ancak bu düşünsel mücadele iki binli yılından itibaren akamete uğradı.
İktidar olmak, devletin büyüsüne kapılarak ideallerin yitimi, beraberinde fikirsel ve düşünsel tavizler yaşanacakyozlaşmanın da habercisi idi.
Kurulu düzeni sahiplenmek, İslami referansların verdiği daima doğru davrandığını zannetme şımarıklığı; yani, İslamcı kimliğin kirlenmezliğine olan iman, yapılan her yanlışı meşrulaştırmayı getirdi.
Muktedir olma sarhoşluğu, şarabınki gibi geçici değil ve aklın üstüne attığı örtü daimi idi…
Ve sonuçta İslamcılık belki farkındalığın yitimi beraberinde bugün geçmiş muhafazakâr sağ iktidarların çizgisinde karar kıldı.
İslam’ın iktidarından sekülerizme, Kitabın hükümlerinden laikliğe, çokluk vaadinden tekçiliğe, hukuk vaadinden keyfiliğe, özgürlük vaadinden yasakçılığa evrilmek artık kimsenin umurunda değildi…
***
Aslında, yazımızın başında bahsettiğimiz kahramanımız Winston’ın ihanetinde olduğu gibi bir ihanetti bu.
İsterseniz kaldığımız yerden devam edelim:
“Winston, kuralları hiçe sayarak âşık olduğu Julia ile birlikteyken ‘Düşünce Polisi‘ tarafından yakalanır ve nerede olduğunu bilmediği bir hücreye atılır.
Bunu uzun bir sorgulama süreci izler.
Amaç, Winston’ın iradesini kırmak, ona Parti’nin gerçeklerini kabul ettirmek, hatta Parti’nin asla görünmeyen ama her yerde posterleri asılı lideri ‘Büyük Birader‘i sevdirmektir.
İşkencelere dayanamayan Winston bir süre sonra iki kere ikinin beş ettiğine, köleliğin özgürlük, Tanrı’nın Parti olduğuna inanır.
Parti görevlisi “O’Brien”, “Winston” a: “Seni alt ettik, onurun ayaklar altına alındı , yalvar yakar oldun, aman diledin, herkesi ele verdin, bildiğin ne varsa söyledin. Bir insan daha fazla küçük düşebilir mi?” diye sorduğunda ise Winston muzaffer bir tavırla: “Julia’ya ihanet etmedim” diye yanıt verir.
Ve Parti’nin eline düşenlerin korkulu rüyası 101 Numaralı Oda’ya alınır.
Bu odada ‘dünyanın en kötü şeyi‘ vardır.
“Dünyanın en kötü şeyinin ne olduğu kişiden kişiye değişir” der O’Brien.
Kimine göre diri diri gömülmek, kimine göre yakılarak öldürülmektir en kötü şey.
“Senin durumunda dünyanın en kötü şeyinin fareler olduğu anlaşılıyor” diye devam eder O’Brien, içinden sesler gelen bir tel kafesi Winston’ın yüzüne yaklaştırarak...
Parti, Winston’ın kâbuslarından bile haberdardır.
İnsanoğlu en ölümcül acıya bile dayanabilir, ‘ama herkesin asla dayanamayacağı bir şey mutlaka vardır.
Winston için dayanılmaz olan farelerdir.
O’Brien Winston’a tel kafesin kapısını açtığında açlıktan kudurmuş farelerin uçarak yüzüne saldıracaklarını, gözlerinden ya da yanaklarından başlayarak dilini yiyeceklerini söyler.
Winston daha fazla dayanamaz ve avazı çıktığı kadar bağırır:
“Julia’ya yapın! Julia’ya yapın! Beni bırakın! İstediğinizi yapın ona, umurumda değil. Yüzünü paralasınlar, her yerini yalayıp yutsunlar. Beni bırakın, Julia’ya yapın!”
Winston sevdiğine de ihanet etmiştir sonunda…”
Selam ve dua ile….
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.