Bediuzzaman Said Nursi'de Tasavvûf

Said Nursi sûfi olarak anilmasa da tasavvufun maksadini kendine has yöntemi ile meczedrek ortaya koymus bir dava adamidir...
Bediuzzaman Said Nursi'de Tasavvûf
Dr. Semsettin KARCI
Dr. Semsettin KARCI
Eklenme Tarihi : 23.01.2022
Okunma Sayısı : 2297

GIRIS

Said Nursi sûfi olarak anilmasa da tasavvufun maksadini kendine has yöntemi ile meczedrek ortaya koymus bir dava adamidir. Dünya ve dünyalik hiçbir seye yönelmeden, hayatini hakâik-i imaniye ve Kur’an hizmetine adamis olmasi kendisine has zühdüdür. “Imansiz Cennet’e gidilmez, fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yasayamaz, fakat meyvesiz yasayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakâik-i Islamiye gidadir.” Bediuzzamân, Tasavvuf’daki “murakabe” dairesini Kur’an yolu ile genisletmis, ona bir de “tefekkür” vazifesini en mühim bir ‘vird’ olarak eklemistir. Risale-i Nurlar kisiye kâinati büyük bir “Mabet” olarak tanitip bu mabette yaraticisini zikreden milyarlarca varligin zikrine insani da dâhil ederek ahenkli bir koro olusturur. Risale-i Nur açmis oldugu iman, irfan ve Kur’an yolu ile insani bu muazzam ve muhtesem mabedin içerisine dâhil eder. Yazmis oldugu 130 adet eserin, tasavvuftaki kirk seneye kadar süren seyrü sulûk’un maksadina ulastiracagina kani olmustur. Bunu ifade ederken,“Abdulkadir-i Geylânî, Sah-i Naksibend ve Imam-i Rabbani gibi büyük zatlar bu zamanda olsaydilar, bütün himmetlerini, hakâik-i imaniyenin ve akaid-i Islamiye’nin takviyesine sarf edeceklerdi” diye ifade etmektedir. Ehl-i Tasavvufun “La meshûde illâ hû” diyerek kâinati unutmasi ile digerinin de “La mevcûde illâ hu” diyerek kâinati yokluga sarmasina karsin Bediuzzamân “La ma’bude illâ hu” “La maksûde illâ hu” siari ile üçüncü bir yolu cadde-i kubrayi Kur’an’da göstermektedir. Tarikati, Seriatin cüzleri hükmünde kabul eder. Tarikat ve hakikati, Seriatin hakikatlerine ulasmak için vesile ve basamaklar olarak görür. Bu nedenle her ikisinin de vesile olmaktan çikmamasi gerekir. Sayet tarikat ve hakikat maksada dönüsürse, o durumda seriat ve sünneti seniyyeye tabi olma geri planda kalmis olur ki bu büyük bir hata olur. Tarikati tasavvufla yakinlastirarak, “tarikat, tasavvuf namiyla ulvî bir sirr-i insanî ve bir kemal-i beseridir” demistir. Bazi tasavvuf ehlinin seriati küçümseyerek, seriati zahiri bir kabuk, hakikati ise onun içi ve neticesi seklinde görmenin dogru olmadigini belirtir. Said Nursî tarikat ehlinden görünüp su-i istimal edenlerin var oldugunu kabul eder, ancak bunlara bakarak Ehli-i sünnete mensup bir kisim zahir ulemasinin tasavvuf gibi büyük bir manevi hazineden mahrum kaldiklarini söylemektedir. Ihlasi, Velayet yollarinin ve tarikat subelerinin en mühim esasi kabul eder. Velayet yollari içerisinde en dogrusunun ve en parlaginin Sünnet-i seniyyeye uymak oldugunu söyler. Kalbi seyr-i sülük ve ruhî mücahede ile manevi terakkinin hedefi, insan-i kâmil olmaktir. Yani hakiki bir mümin olarak iman ve Islam hakikatlerini kazanmaktir. Makalemizde Said Nursi’nin tasavvufa olan yaklasimini genel hatlari ile inceleyecegiz.  

Bediuzzamân Said Nursî çok yönlü bir dava adamidir. Onu belli bir seyle sinirlamak haksizlik olur. Bir dava ve ilim adami, iman ve Islam’a adanmis bir hayat, baski, sürgün ve çilelerle geçen 80 yillik bir ömürde iman ve hakikatlerinin köklesmesi için kendisini feda eden bir Islam âlimidir. Müntesiplerince Allah’in her yüzyilda gönderdigi müceddidlerden bu asra hitap eden mücedditir. Kendisine göre, cemiyetin imanini kurtarmaya kendisini adadigi için, hem dünyasini hem de ahiretini feda etmistir.[1]Dünya lezzetleri namina bir sey tanimamis[2],makam-mevki pesinden kosmamis, defalarca zehirlenmis, bu nedenle ölümünü dahi isteyecek derecede[3] sikintilar çektirilmis bir dava adamidir. Islam ve Kur’ân’i bir bütün olarak algilayarak, zaman ve kosullarinin geregince nasil hareket edilmesi gerektigini tasarlamistir. Nasil bir egitim, siyasete karsi alinmasi gereken tavir, Osmanlinin bakiyesi olan yeni dönemin sartlari ile dünyada var olan Bolsevik devrim, ilhâd, dinsizlik cereyanlarina karsi nasil mücadele yapilacagi, Müslüman halkin imaninin muhafazasi için takip edilmesi gereken yöntemleri tespit ederek ömrü boyunca bu mücadele yolunda yilmadan yasamistir. Bu durumu söyle özetler: “Karsimda büyük bir yangin var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evladim yaniyor, imanim tutusmus yaniyor. O yangini söndürmege, imanimi kurtarmaya kosuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemis de ayagim ona çarpmis. Ne ehemmiyeti var? O müthis yangin karsisinda bu küçük hadise bir kiymet ifade eder mi?”[4] Bunca baski ve zulümlerin düsmanlari tarafindan farkinda olmadan davalarinin basariya ulasmasina hizmet ettigine inanir. “Bize iskence edenler bilmeyerek kader-i Ilahinin sirlarina, derin tecellilerine akil erdiremeyerek bizim davamiza, hakikat-i imaniyenin inkisafina hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalniz hidayet temennisinden ibarettir.”[5]Üstat çeyrek asirdan fazla bir zamandir kendisine yapilan zülüm, sürgün, hapis, haksizlik gibi olumsuzluklarin bile bile yapilmis olmasinin adaleti Ilahiye muhalif olup olmadigini kendi kendisine sorarken tüm bu olanlarin kendisini ihlas dairesinde tutmak için ilahî bir lütuf oldugu kanaatine variyor. Ilahi adaletin sefkat tokatlari araciligiyla sürekli olarak kendisini iman ve Kur’an hizmet dairesinde tuttugunu böylece ser gibi görülen seylerin kendisi ve davasi hakkinda hayir oldugunu ifade etmektedir: “Bir çeyrek asirdir bu suallerin cevaplarini bulamiyordum. Bana zülüm ve iskence yaptiklarinin hakiki sebebini simdi bildim. Ben kemal-i teessürle söylerim ki benim suçum, hizmet-i Kur’âniyemi maddi manevî terakkiyatima, kemalâta alet yapmakmis. Simdi bunu anliyorum, hissediyorum, Allah’a binlerce sükrediyorum ki, uzun seneler ihtiyarim haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddi ve manevi kemâlât ve terakkiyatima, azaptan, cehennem’den kurtulmakligima; hatta saadet-i ebediyeme vesile yapmakligima manevi gayet kuvvetli mânialar beni menediyordu.[6] Burada konumuzla alakali ince bir nokta bulunmaktadir. Tasavvuf, tarikat, seyr-i sülük yolunda ilerleyerek manevi makam ve terakkiler elde eden normal zevatlar gibi Said Nursi de pek ala bir seyh veya tarikat sahibi olarak kendisini ilan edebilirdi. Bunun için tüm ortam ve sartlar dahi müsait idi. Ancak manevi bir el onu bundan menediyor. Adeta zamanin geregi olarak tarikattan ziyade imanin tahkim edilmesi, muhafaza edilmesi yolu ona gösteriliyordu. Sartlar ona sürekli olarak imana hizmet yolunu gösteriyordu. “Herkes hoslandigi manevi makamati ve uhrevi saadetleri, a’mel-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak herkesin mesru hakki oldugu, hem de hiç kimseye hiçbir zarari bulunmadigi halde ben ruhen ve kalben bu ahvalden menediliyordum. Rizay-i Ilahiden baska fitri vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalniz ve yalniz imana hizmet hususu bana gösterildi.”[7] Bu ifadelerden üstat Bediuzzamân’in iman hizmeti sebebi ile manevi terakkiyât ve tasavvufa zamaninin olmadigini[8], ancak ihlas dairesi içerisinde tasavvufun ahlak ve tezkiye evsafiyla zaten muttasif oldugunu, Risale-i Nur mesleginin tarikat degil, hakikat oldugunu, sahabe mesleginin bir cilvesi oldugunu belirtir. “Bu zaman tarikat zamani degil, imani kurtarmak zamanidir. Risale-i nur bu hizmeti lillahi’l-hamd en müskil ve agir zamanlarda yapmis ve yapiyor.[9]Bu ifadelerden hareketle Said Nursi’nin tasavvuf veya tarikat karsitligi manasi çikmasi mümkün degildir. Ancak Üstat bir durum tespiti yaparak mühim ve ehem siralamasi yapmaktadir. Imansiz olmayacagina göre önce imana yönelip daha sonra imanin meyvesi olan ahlak ve tasavvufun gelecegini ifade etmis olmaktadir.

Diger taraftan bid’atlarin varligi ve yayginlik kazanmis olmasi da Üstada göre zamanin tarikat zamani olmasini engelliyor. Çünkü sünnetleri ortadan kaldiran bid’atlarin varliginda gerçek bir tarikat yasayisi ve anlayisi olusamaz. Buna göre bidatler yerine sünneti ikame eden bir hizmetin tarikat görevini de ifa etmis olabilecegini söylemektedir ki, Risale-i Nur’un buna muvaffak oldugunu söylemektedir: “Ben yalniz iman hakikatini düsünüp “Tarikat zamani degil, bid’alar mani oluyor” dedim.  Fakat simdi sünnet-i Peygamberi dairesinde bütün on iki büyük tarikatin hülasasi olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikati dairesi gibi görüp girmek lazim ve elzem oldugunu bu zaman gösterdi.”[10]  

Tasavvuf-Tarikat ve Risale-i Nur’u bir bütün olarak degerlendiren Nursî, kendi tarikati ile birlikte Nur dairesine girenlerin daha saglam olup, dinsizlige düsmeyeceklerini, bu haliyle de hakiki Nurcu olacaklarini belirtmektedir. Ancak bunun için bir de sart kosmaktadir, bid’atlara ve takvayi kiran büyük günahlara girmemek sartiyla: “Hem ehl-i tarikin en günahkâri dahi çabuk dinsizlige giremiyor, kalbi maglup olmuyor. Onun için onlar tam sarsilmaz, hakiki Nurcu olabilirler. Yalniz mümkün oldugu kadar bid’atlara ve takvayi kiran büyük günahlara girmemek gerekiyor.”[11]

1.Bediuzzamân’a Göre Tasavvufun Manasi

Said Nursî’de yukaridan beri ifade ettigimiz gibi iman ve imanin hakikatlerine vurgu yapar ve tüm mücadelesini de bu yönde teksif eder. Ona göre zaman imani kurtarma zamanidir, bundan daha mühim bir sey yoktur. Bunlari söylerken Nursi yalniz da degildir. Zira tüm zevatin dayandigi kaynak ayni oldugu için, zamanin sartlarinin neyi gerektirdigini bilme ferasetini sahip bulunmaktadirlar. Birçok tasavvuf büyügünden alintilarla düsüncesini netlestirir.    

Tasavvufun Kur’an’i hakikatlerden birisi olmasi,[12] tasavvufa bigâne kalinmasina mani olmaktadir. Nursî, tasavvufu da içine alan üç mertebeden bahseder. Birincisi imana hizmet, ikincisi dinin emirlerine ve sünnete tarikat perdesi altinda hizmet, üçüncüsü ise kalbi hastaliklari tasavvuf yoluyla izale etmeye çalismak. Birincisine farz, ikincisine vacip, üçüncüsüne ise sünnet demektedir.[13] Bu manada kendi kanaatini temellendirecek sekilde açiklamalarda bulunan Nursî, Imam-i Rabbâni’nin su sözünü dayanak olarak zikreder. “ Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkisafini, binler ezvâk ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim.”[14]Ayrica sayet iman ve dinin uygulanmasinda sikinti varsa üçüncüsü olan tasavvufun varligi bir anlam ifade etmez. Yine imam-i Rabbani söyle demistir: Tariki Nakside iki kanat ile sülük edilir: Hakaik-i imaniyeye saglam bir surette itikat etmek ve feraiz-i diniyyeyi imtisal imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez.[15] Buradan yaptigi alintilarla bakacak olursak,  Nursi’nin tasavvufu bir hakikat olarak seriatin bir tetimmesi, iman ve Islam’in tezyini anlaminda gördügü anlasilmaktadir. Nursî, özellikle Abdulkadir-i Geylani’nin yolu olan Naksiligi üç günesten biri[16] olarak tasavvuf günesi kabul etmistir.   

Said Nursi tasavvuf egitimi ve gelenegine olumlu bakmakla birlikte zamanin tarikat zamani degil, imani kurtarma zamani oldugunu belirterek eserlerini daha çok akaid ve usûlü’d-dîn konulariyla baglantili görür. Islâm ilimlerinin gelenek temelinde dengeli olarak yenilesmesini savunan Nursi, Mûsâ Cârullah ve Seyhülislâm Mustafa Sabri Efendi gibi örnekleri bu konuda ifrat ve tefrit içinde bulunmakla niteler.[17]  

Özette de belirttigimiz gibi Bediuzzamân, Risalelerin tasavvuf yolunun bu asirdaki hedeflerini veciz ve kisa olarak tahakkuk ettirdigini söylemektedir. Buna göre Risale-i Nur, hem ibadet, hem ilim, sülük, evrat, tasavvuf ve tarikat için yeni yollar açarak bu asirda hakikat ve tarikatlari maglup eden felsefi akimlarin delaletlerine galip gelmistir. Bu durumu anlatirken söyle bir örnek vermektedir: Kur’an nasil ki diger dinleri felsefenin baskisindan kurtaracak bir dayanak olmussa bu asirda da, onun bir mucizesi ve nuru olan Risale-i Nur da iman ehlinin bir nokta-i istinadi olmus, imanlarini taklitçilikten kurtarip tahkiki iman haline dönüstürmüstür.[18]    

Said Nursî, risalelerin bir bütün olarak Kur’an’dan süzülen bir reçete seklinde Islamin tüm hedeflerini tahahhuk ettirmek mucizesine sahip oldugunu söylemektedir. Iman, ibadet, ahlak, ilim, irfan, tasavvuf ve tarikatin hepsini içine alan asrin nurudur Risale-i Nurlar. Böylece tasavvufun ulvi gayeleri Nur risaleleri eliyle gerçeklestirilmis olmaktadir. “Risale-i Nur Sems-i Kur’an-i Mu’cizü’l-Beyan’nin elvan-i seb’asi, Risale-i Nnrun mensuru hakikatinda tam tecelli ettiginden hem bir kitab-i seriat hem bir kitab-i dua hem bir kitab-i hikmet hem bir kitab-i ubudiyet hem bir kitab-i emir ve davet hem bir kitab-i zikir hem bir kitab-i fkir hem bir kitab-i hakikat hem bir kitab-i tasavvuf hem bir kitab-i mantik hem bir kitab-i ilmi kelam hem bir kitab-i ilmi ilahîyat hem bir kitab-i tesviki sanat hem bir kitab-i belagat hem bit kitab-i ispati vahdaniyet; muarizlarina bir kitab-i ilzam ve iskattir.[19]    

Said Nursi, verdigi derslerin bir tasavvuf veya tarikat dersi olmayip iman hakikatleri dersi oldugu için Islam’in takviyesine hizmet ettigini belirtmektedir.[20] Her kesimin bu risaleleri ihtiyaç duyup okuyacaklarini belirtiyor: “Hakikat arayicilari Risale-i nur okuyor. Mücadeleci mücahit fitratlar Risale-i Nur okuyor. Hamaset, bahadirlik ve kahramanligin sahikasina erismek isteyen kabiliyetler Risale-i Nur okuyor. Milliyetçiler risale-i Nur okuyor. Fen ve sanat erbabi Risale-i Nur okuyor. Müspet ilim hayranlari Risale-i Nur okuyor. Ehl-i tasavvuf Risale-i Nur okuyor. Edebiyat meraklilari Risale-i Nur okuyor. Demek her bir tabaka-i insaniye Risale-i Nura ruhunda bir ihtiyaç duymakta ve ondan istifade etmektedir.”[21]     

Nursî, Risalelerin her konuda mensuplarini tatmin ettigi için ehl-i delaletin nur talebelerini etkilemeyecegini, ancak ehl-i tasavvufun zayif ve tam sünneti yerine getirmeyen kesimine yabanci ecnebilerin zarar verebilecegine dair endiseleri oldugu için uyarilarda bulunmaktadir.[22]

1. Seriata Kabuk Tasavvufa Iç Denmesinin Yanlisligi

Said Nursi, tasavvufu inkâr etmedigi gibi, koskoca bir tasavvuf kültürüne[23] de sirtini dönmemektedir. Nursî’nin her konuda oldugu gibi tasavvuf konusunda kitavri da nettir. Bu tavir, iman ve hakikatlerini ortaya çikarmak gibi, imanin bir meyvesi olan gerçek manadaki tasavvufi, diger taraftan tasavvufun maksat ve hedeflerini gerçeklestirebilme çabasidir. O nedenle üstad’in ehlince zayif kabul edilen rivayetleri dahi, yorumlamak sureti ile anlamlarinin dogru anlasilmasina çalismak gayretinde oldugu görünmektedir.[24] Bu çerçevede bazi tasavvuf ehlinin seriati zahiri kabuk seklinde küçümseyip, hakikati ise onun içi, neticesi ve gayesi seklinde tasavvur etmelerinin yanlis oldugunu söylemektedir.[25] Zira seriat asildir. Bunu çok açik bir ifade ile söyle tenkit etmektedir: “Bir farz, bin sünnete müreccah oldugu gibi; bir sünnet-i seniyye dahi, bin adabi-i tasavvufa müreccahtir.[26]  

Said Nursî, asiri giden tasavvuf ehlini elestirmektedir. Buna göre Seriat ve ahkâmi küçümsemeyip, ilham ve zuhurati abartanlarin hata ettiklerini söyle ifade etmektedir: “Müfrit bir kisim ehli-i tasavvuf,  ilhami, vahiy gibi zanneder ve ilhami, vahiy nev’inden telakki eder, vartaya düser. Vahyin derecesi ne kadar ve külli ve kutsi oldugu ve ilhamat ona nispeten ne derece cüz’i ve sönük oldugu, on ikinci sözde ve i’caz-i Kur’an’a dair yirmi besinci sözde ve sair risalelerde gayet kat’i ispat edilmistir.[27]

 *Bu makale Inönü Üniversitesi tarafindan 31 Aralik 2021 tarihinde düzenlenen “Abdulhâlik el-Gücdevânî el-Malatî 1. Uluslararasi Tasavvuf Sempozyumu” için sunulan tebligden özetlenmistir.

Makaledeki bilgi ve düsünceler “www.hikmetakademisi.com“ yayin politikasina uymayabilir. Bu yayin yazarini baglar.


[1] Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyati, Tarihçe-i Hayat, Gazeteci Esref Edip’e verdigi mülakat, c.2,s.979, Hayrat Nesriyat, Istanbul, 2010.

[2] Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, 978.

[3] Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, 977. Ölmekle, yalniz kendimi kurtaracaktim, fakat hayatta kalip da zahmet ve mesakkatlere tahammül ile bu kadar imanin kurtulmasina hizmet ettim. Allah’a bin kere hamdolsun.”

[4]Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, 979.

[5]Said Nursî, Risâle-i Nur Külliyati Ihlâs Risaleleri, s.52, rnk Nesriyat, (Istanbul: 4. Baski, 2019).

[6] Said Nursî, Ihlâs Risaleleri, s. 48-49.

[7]Said Nursî, Ihlâs Risaleleri, s. 49.

[8]“Zaman tarikât zamani degil,  belki imani kurtarmak zamanidir. Tarikâtsiz cennete gidenler çoktur, imansiz cennete giden yoktur.” Diye bütün kuvvetimizle imana çalismisiz. Ben hocayim Seyh degilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfinda bir tek adam yok ki çiksin desin: “Bana tarikât dersi vermis.” Ve mahkemeler ve zabitlar bulmamislar. Yalniz eskiden yazdigim tarikâtlarin hakikatlarini ilmen beyan eden Telvihât Risalesi var ki bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmidir, tarikât dersi degildir.” Emirdag Lâhikâsi, Risâle-i Nûr Külliyati, s.29, Envâr Nesriyat, (Istanbul: 1996).

[9]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, s.69.

[10]Said Nursî,Risâle-i Nûr Külliyati,EmirdagLâhikâsi, s. 57.

[11] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, s.57.

[12]Hamdi Hamîd-i Vânî el-Malatî, Zübdetü’l-Irfân Fî Tedkîki’l-Itkân, s. 30, çev: Mustafa Altunkaya- Mevhibe Altunkaya, (Istanbul: Çira Akademi, 2016).

[13] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat, s. 22. (Istanbul: rnk Yayinlari, 12. Baski, 2012,)

[14] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat, s. 22.

[15] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Mektûbat, s. 22.

[16]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Kastamonu Lâhikâsi, 125, (Istanbul: rnk Yayinlari, 13.baski). Nursî görmüs oldugu bir rüya üzerine üç günesin çikacagini görür. Bunlardan birinin Risâle-i Nûr, digerinin Hz. Isa’nin dininden çikacak olan nur, üçüncüsü ise tarikâtlarin günesi olan tasavvuf günesidir.

[17]Alparslan Açikgenç,Türkiye Diyanet Vakfi Islam Ansiklopedisi,  Said Nursî Maddesi, 35/565-572.

[18]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, 95, (Istanbul: rnk yayinlari, 2005).

[19]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, 102.

[20] Said Nursî, Bediuzzamân Cevap veriyor,264, (Istanbul: rnk yayinlari, 2006).

[21] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati. Gençlik rehberi, 255, (Istanbul: rnk yayinlari, 2013)

[22]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Emirdag Lâhikâsi, 162.

[23]Tasavvuf kültürü için bknz: Nurullah Koltas, Tasvvufun Kavramsal Boyutu, 1-13,Tasavvuf,Lisans Yayincilik, Istanbul,1.Baski,2021.

[24]“Pek çok tesbih ve temsiller bulunuyor ki mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesi ile hakika-i maddiye telakki ediliyor. Hataya düser. Mesala, “Sevr” ve “Hut” isminde ve alem-i misalde sevr ve hut timsalinde berri ve bahri hayvanat nazirlarinda iki melaiketullah adeta bir koca öküz ve cismani bir balik zannedilerek hadise ilisiliyor.” Said Nursî, Risâle-i Nûr Küliiyati, Sözler, 24. Söz, 367, (Istanbul: rnk yayinlari, 2008)

[25]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati,Hakikat Nurlari, 68, (Istanbul: rnk yayinlari, 2012)

[26]Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Hakikat Nurlari, 74.

[27] Said Nursî, Risâle-i Nûr Külliyati, Hakikat Nurlari, 74.

 

YORUMLAR
Suat Özalp
4.2.2022 11:38

Maasallah hocam, uzun ve doyurucu bilgiler ihtiva eden güzel bir makale olmus. Allah muvaffak etsin. Hizmetlerinizi daim eylesin. Allah'a emanet olun

Sabri akin
23.1.2022 20:50

Semseddin hocam tebrik ederim çok güzel bir yazi elinize saglik.yazilarin devamini bekliyoruz insaallah

YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!