Köpük Gider Su Kalir

"Hakikat Ötesi? diye bir kavram var, 2016'da Oxford Sözlügü tarafindan yilin kelimesi seçilmisti...
Köpük Gider Su Kalir
Mücahit GÜLTEKIN
Mücahit GÜLTEKIN
Eklenme Tarihi : 25.09.2022
Okunma Sayısı : 1080

“Hakikat Ötesi” diye bir kavram var, 2016’da Oxford Sözlügü tarafindan yilin kelimesi seçilmisti. Sözlük, kavrami “Nesnel olgularin, kamuoyunun bilinçlenmesinde duygulardan ve kisisel inançlardan daha az etkili oldugu durumlar” seklinde tanimlamisti.

Pek çok düsünür ve akademisyen konu hakkinda yazdi. Akademik dergiler kavrami “dosya konusu” yapti. Baskanligi döneminde günde ortalama 20 küsür yalan söyledigi ifade edilen Trump’in nasil olup da kitleleri arkasindan sürükleyebildigi tartisildi. Hakikat ötesi; akil, bilim ve demokrasi karsiti bir güruhun dalga dalga yayilmasinin; sagciligin, popülizmin ve fasizmin yükselmesinin temel sorumlusu olarak görüldü.

Tabii ki bu yargi da “gerçek ötesi”ydi; hakikat ötesi çaga Trump’la ya da Brexit oylamasiyla girmedigimiz gibi…

Insanlik son yüz yil içinde o kadar büyük yalanlara maruz kaldi, o denli sahte ideolojilerle avutuldu; umutlari, kaygilari ve özlemleri o denli istismar edildi ki, artik ne iki kere ikinin dört ettiginin bir önemi kaldi, ne fizigin ne de biyolojinin…

Büyük yalanlar büyük hakikatler olarak sunuldu. Insanlik büyük yalanlar ugruna milyonlar olup kan ve can verdi. Tarihin ilk atom bombasini kullanan adam ayni zamanda Insan Haklari Beyannamesini ilanina ön ayak oldu. Ayni yil BM denilen kurum Israil denen yalani oylayip, kabul etti.

Sonra postmodernizm çikti ortaya. Gerçekligin “sosyal insa” oldugunu söyledi. Her seyin bir anlatidan ibaret oldugunu; evrensel bir hakikatin olmadigini öne sürdü. Cinsiyetin, irkin, türün; insanin ve hayvanin, bireyin ve toplumun, maddenin ve mananin, iyilik ve kötülügün “kurgu” oldugunu ilan etti. Hakikat iddiasinda bulunmak “fasizm”, “totaliterlik” ve “diktatörlük” üretiyordu bu yeni anlayisa göre. Hiç kimse “hakikat tekelciligi” yapmamaliydi. Herkes kendi gerçekligini üretmeli ve o gerçeklige herkes de saygi duymaliydi. Bir insan “kadinim” diyorsa kadindi; “erkegim” diyorsa erkekti. Kimsenin bunu sorgulamaya, yargilamaya hakki yoktu. Hiç kimse hiç kimseye nasil giyinecegini, nasil davranacagini, nasil yasayacagini ögretemezdi. Ne de olsa her sey bir “insa” idi.

Isler öyle bir noktaya geldi ki, Alan Sokal yerçekimi yasasinin sosyal bir “insa” oldugunu, Pi sayisinin “kültürden kültüre degisebilecegini” yazdiginda bunu dünyanin en “saygin” akademik dergilerinden biri yayinlayabiliyordu.

Pluckrose ve ekibinin parodi amaçli yazdigi makalelerin yine dünyanin en saygin “akademik” dergileri tarafindan yayinlanmasi artik sasirtici degildi. Yazarlar hayvanlarin “cinsel yönelimleri”nden bahsediyor; erkek ögrencilerin “zincirlenerek” köpek gibi egitilmesini ve yine erkeklerin transfobilerini yenmeleri için kendilerine seks oyuncaklari ile “anal yoldan penetrasyon yapmalarini” öneriyordu. Sadece hayvanlar ve insanlar degil astronomi bilimi de payina düseni almisti. Yazdiklari bir makalenin basligi söyleydi: “Yildizlar, Gezegenler ve Toplumsal Cinsiyet: Feminist Astronomi Için Bir Çerçeve”. Makalede “astronomi” biliminin erkek egemen kültür tarafindan üretildigi, feminist ve queer bir perspektiften yeniden insa edilmesi gerektigi savunuluyordu.

Saçmalik mi diyorsunuz? Hamakat ve zirvalik mi sizce?

Neden olsun ki!

Hakikat yoktu nasil olsa; gerçeklik yoktu. Her sey bizim uydurmalarimizdan ibaretti.  Yerçekimi yasasinin “insa” oldugu bir dünyada neyin gerçekligi olabilirdi ki? Fizigin “anlati” oldugu bir dünyada ilahi kitaplarin esamisi okunur muydu? Fizikçilerin bile kesin konusamadigi bir dünyada ulemanin hükmü kalir miydi?

Sloganlari suydu: “Aklinizi kiraya vermeyin!” Evinin yolunu Google’a bakmadan bulamayan adamlar, elestirel düsünür olup çikmisti. Hadleri hariç bilmedikleri hiçbir sey yoktu. Artik hiç kimse ilahi kitaplar adina konusamazdi. Hiçbir alim peygamberlerin varisi degildi. Her hüküm bir dayatma, her nasihat dinî fasizmin isaretiydi. Her sey mizah konusu olabilirdi; ama her sey. Bütün travmalarin arkasinda ciddiyet vardi. Degisimin ve akiskanligin oldugu bir düzlemde “dava ciddiyeti” komik bir seydi. Hiçbir sey kutsal degildi, dokunulmaz degildi. A, A’dir demenin adi muhafazakarlik olup çikmisti; B de olabilirdi. Mantigin ilkeleri adina kim kime dayatmada bulunabilirdi ki!

Pireyi deve, deveyi pire yapmak mümkündü. Yeter ki siz öyle algilayin. Size kim karsi çikabilir ki! Hangi çilgin sizin bireysel özgürlügünüze, fantezilerinize zincir vurabilir ki!

Artik Lanzorete Sözlesmesi’nin çocuk pornografisine cevaz vermesi uluslararasi hukuk, Iran Islam Cumhuriyeti’nin basörtüsü siyaseti ise diktatörlük olarak tanimlanabiliyordu.

Artik yerçekimi yasasindan süphe edebilir, feminist astronomiden bahsedebilirdiniz.

Hakikat ötesi çagin amaci tam da buydu: Her seyin yalan ve dayatmadan ibaret oldugu düsüncesi herkesi savunmasiz, korunmasiz ve hakikatsiz bir dünyaya savuracak, nihayetinde “yalan” kazanacakti. Sadece “yalanlarin” oldugu bir dünyada baska ne kazanabilir ki?  The Undeclared War (Ilan Edilmemis/Örtülü Savas) dizisinde iki gazeteci arasindaki su diyalogda geçtigi gibi:

-Ama bu kadar bariz bir sekilde yalan olan bir seyi haber yapmanin amaci ne?

-Bak, daha önceki gazetecilik deneyimlerini unutman gerek, tamam mi? Önemli olan sahte olup olmamasi degil. Yani haber yapilan sey öyle ya da böyle sahte. Insanlarin inanmayacagini biliyoruz. Muhtemelen dün söylediklerimizle çelisiyor, önemli degil. Amaç, insanlari her seyin yalan oldugu, gerçek diye bir seyin olmadigi fikrine alistirmak. Ve bunu kabullendiklerinde en büyük yalanci kazanir.

*

En büyük yalancinin kazanacagi bir denklemin içine sürüklendi insanlik adim adim. Bütün toplumlar (Türkiye’de de görülecegi üzere) yerel ve mikro muhalefetlere yönlendirildi. “Dis Güçler” kavrami en büyük alay konusuydu. Kendini ilerici sanan kimi Marksistlerin eline LGBT bayragi tutusturulmus, “escinsel imam”in arkasinda namaz kilmaya hazir hale getirilmislerdi; kendilerine “Islamci” kontenjanindan bazi partilerde yer bulan isimlerin NATO bayraginin gölgesi altinda Iran’da “devrim” çagrilari yapmaya hazir hale getirildikleri gibi. ABD’nin kadinlarin arkasina, kimi Marksist ve Islamcilarin da ABD’nin arkasina sigindigi yeni bir devrimcilik üretildi. Olmaz mi diyorsunuz? Ne fark eder ki! Her sey bir bakis açisi sorunu degil mi? Gerçeklik neye nerden baktigimiza göre degisip durmuyor mu?

ABD’de her gün 53 kisi cinayet sonucu öldürülmeye, Fransa Korsika’nin canini okumaya, Tolstoy’un kitaplari Bati üniversitelerinde yakilmaya, Israil çocuklari tutuklayip katletmeye, Irak’ta 15’indeki Zeynep ABD kursunlariyla kana bulanmaya devam ede dursun bu yeni devrimciler yakilmis basörtüsünden, savrulmus saçlardan sanal devrim bayraklari ürettiler.

Nasil olsa bizim magduriyetimiz, bizim acilarimiz, bizim kanimiz tekrar bize satilabiliyor. Hakikat ötesi çagda devrimler bizim kanimizla bize karsi yapilabiliyor. ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley 2017’de Idlib’te öldürülen çocuklarin resimlerini elinde sallayarak "Bu resimler karsisinda gözlerimizi kapayamayiz, sorumluluktan kaçamayiz." demis ve kimi Islamcilar tarafindan ABD füzeleri cografyamiza davet edilmemis miydi?  Benzer bir seyi kimi solcular Ukrayna savasinda yapmamis miydi?

*

“Öyle bir çukura düstük ki, zeki insanlarin ilk vazifesi malumu ilan etmektir artik” demis Orwell.

Büyük Kolombiya 5 ülkeye bölündügünde (Venezuela, Ekvator, Kolombiya, Peru, Bolivya) Latin Amerika'nin özgürlük kahramani Simon Bolivar da General Urdenata'ya "Asla mutlu olamayacagiz, asla!" demisti.

Bolivar’in sözü kulaklarimizda çinliyor. Dogruydu söyledikleri. Çünkü sadece topraklari çalinmamis, acilari da yagmalanmisti. Mazlumlarin hikayelerini cellatlar yazarsa sonrakiler altindaki tabureye tekmeyi kendi atmaz mi?

Kendi acilarina sahip çikamayan bir topluluga kim niye acisin ki?

Israil’le savasmayi birakmis; ABD, Siyonizm ve Bati emperyalizmiyle mücadeleyi birakmis ya da ötelemis bir topluluk ancak kendini devirebilir.

Diyelim ki samimisin, diyelim ki iyi niyetlisin. Hiç fark etmez. Attigin sloganin suflörlügünü Beyaz Saray yapiyorsa bil ki sonun felakettir.

Malumu ilan etmeyi biraktiysan sonun ates çukurundan baska bir sey degildir.

Müstekbirlerin kayigina binenlere anlayisli olmaya baslamissan bil ki kivama gelmissin demektir.

Niyetin ne olursa olsun Brecht’in Madem Iyisin siirindeki adamdan farkin olmayacak sonun.

“Simdi bizi iyi dinle” diyecekler sana: “Düsmanimizsin sen bizim... Ama madem bir sürü iyi yönün var, dikecegiz seni iyi bir duvarin önüne” diyecekler. Iyi tüfeklerden çikan iyi kursunlarla vuracaklar seni. Sonra da gömecekler iyi bir kürekle, iyi bir topraga…

Ama sunu da bil ki, malum ilan edilecek bir gün: Köpük gidecek, su kalacak. 

*

Allah’im bizi ilahi ve ebedi bir gerçeklik olan sehidlerimizin yolundan ayirma; canlarini, mallarini ve en azizlerini kurban vererek var ettikleri direnis cephesini kaim ve muzaffer kil. Ilgimizi ve dikkatimizi düsmanin cazip vaatlerinden özgür kil. Ilgimizi yönelt, dikkatimizi arttir; irademizi basimiza gelenlerin etkisinden kurtarmamamiza yardimci ol. Kararsizliga mahkûm birakma bizleri, kalbimizi müstekar kil.

Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.

Not: Bu yazi 23.09.2022 tarihinde milligazete.com.tr sitesinden alinti yapilarak yayinlanmaktadir.

 

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!