Augustinus’un zamanin ne olduguna dair söyledigini dil için uyarlayan Nermi Uygur, ‘Dil nedir’ sorusunu “Kimse bana sormayinca biliyorum. Birine açiklamaya çalisinca da bilmiyorum” diye cevapliyor.(1) Muhtevasinda anlamli espriler barindiran bu cümle, konuya vakif olmayanlar için latife kabilinden anlasilabilir. Ne ki, çogu zaman, varligin sonsuz uzaminda var olan, o uzami var eden hakikati, tekmil manada anlamak da açiklamak da mümkün olmaz, olmuyor. Bir anlamda Foucult’nun ‘Sonsuza Giden Dil’ kitabinin isminin bile yaptigi çagrisimda oldugu gibi içinde oldugumuz, içimizde ve her yerde olan dilin hakikatini, kâmil manada anlatma kudretine sahip olamayiz. Sonsuza giden, sonsuzdan gelen bir boyutu sonlu imkânlarimizla kavrayamiyoruz. Ancak dilin varlikla, varligimizla içkin, ilâhî, dolaysiz önemini, bir mecburiyet olarak yine dilin imkâniyla bilip, anlamaya çalismaktan baska çaremiz de seçenegimiz de olmaz, olmuyor.
Edward Sapir’in ‘duygu ve düsüncelerin simgesel bir düzen içinde aktarim araci oldugu’ yaklasimina, Humboldt’un ‘düsünce ve bilisin ürünü olmasi’ vurgusuna, Roland Barthes’in ‘ifade ve iletisim araci tanimlamasina’ atiflarla dilin çesitli tanimi yapilmistir. Dilin tanima, tanimlama, anlasma, iletisim araci oldugu seklindeki tanimlar(2) genel kabul görmüstür. Klasik kapsam ve düzeyde dilin en net ve yalin islevini L. Straus özetler: “Dil iletisim kurmaya yarar.”(3) Bu yönüyle dil, örnegin Saussure’de oldugu gibi “Insanlarin düsündüklerini, duyduklarini bildirmek için kelimelerle veya isaretlerle yaptiklari anlasma, lisan” olarak tanimlanmistir.(4) Ancak dili sadece iletisim boyutuyla tanimlamak yeterli degildir. “Dil, iletisim amaci bulunmadan, düsünce yürütmede de kullanilabilir.”(5) Iletme veya bildirme amaci olmaksizin kendi zihin dünyasi içinde sessizce düsünen insan bile, kavramlarla, sözcüklerle düsünür.(6) Bilinç, düsünce ve dilin gelisimi ile siki sikiya baglantili olarak insanin çevresiyle etkilesimin ürünüdür.(7)
Iletisim araci olarak bile tanimlansa, düsünceyle, bilinçle, akil, ruh, yaratilisimiz ve bütün bir varolusumuzla ilgili her durumda dil, ontolojik baglama, baglantilara sahiptir. “Dil ve düsünce birbirinden ayrilmaz. Düsünce dil yoluyla kavramsallasir ve birinin öbürünün araci olmasi söz konusu degildir: Dil düsünceyi, düsünce de dili mümkün kilar.”(8) Dil, düsünceye basit bir araci olmanin ötesinde, asil, “düsüncenin kendisiyle üretildigi ve gelistirildigi, onsuz olamayan bir yeti” olarak da degerlendirilmelidir.(9)
*
Dille düsünce ve varolusumuz arasindaki baglanti insanligin bilinen en eski dönemlerinden beridir kurulur olmustur. Antikçagin dil anlayisindan Alman idealizminin öncülerinden Herder’in hocasi Hamann’a kadar, dille düsünme aynilastirilmistir. “Hamann’a göre akil kendi içine kapali soyut bir sey degil, dille gerçeklesen anlama süreçlerinin bütününden olusan bir seydir. Ona göre dil, aklin bir organi, ama ayni zamanda onun ölçütüdür.”(10) Hamann, dili, aklin anasi ve görünmesi kabul ediyor, “Akil dildir; dil olmasaydi akil da olmazdi” demis(11) ve bu sebeple dili ‘Tanrinin bir mucizesi’ olarak görmüstür.(12)
Aristotales’in insanin mahiyeti hakkinda yapmis oldugu tanima göre insan logos sahibi olan canli varliktir. Yunancadaki ‘logos’ kelimesi ‘akil’ veya ‘düsünce’ olarak tercüme edilmistir. Hâlbuki “hakikatte logos kelimesi (akil ve düsüncenin yaninda) öncelikle dil anlamina gelmektedir.”(13) Logos, hem varolusun hem bilginin kaynagidir.(14) “Logos Ibranî geleneginde bütün öteki ilâhî sifatlarin üzerindeydi.”(15) Yuhanna Incil’in ilk cümlelerinde yer aldigi haliyle Hiristiyanliga da ‘Önce söz vardi’ ifadesiyle geçen ve dogrudan hakikat ve Tanri ile özdeslestirilen ‘logos’tur. Dillerden de önce ‘Tanrinin kelâm, irade ve kudreti’ olarak var olan logos, bütün bir kevniyatin kaynagi olarak anlasilmis, yorumlanmistir. Dilin kendini asan bir kaynaktan neset ediyor olmasi veya bu yönde bir kabul, dilin özüne ve mahiyetine iliskin temel kelâmî ve fikrî ilkeleri gerekli kilar.(16) Greklerin hem konusma hem akil için ‘logos’ kelimesini kullanmalari, “akil olmadan konusma da olmadigini düsündükleri için degil, konusma olmadan akil yürütme olmayacagini düsündükleri içindi.”(17)
Fatma Erkman, dil düsünce arasindaki ayrismaz bagi “Dil araci olmadan düsünceye ulasmamiz mümkün olmaz” diye açiklar; “dille düsünceyi ayri ayri tasarlamak çok zordur. Ayrica surasi da bir gerçek ki, dille beslenmeyen düsünce güdük kalir.”(18) Afsar Timuçin’in “Dil düsüncenin yuvasidir. Düsünce dilde somutlasir, ete kemige bürünür,” seklindeki ifadeleri(19) Adorno’da özlü ifadesini bulan köklü iliskinin mahiyetini tamamlar gibidir: “Felsefenin özü lisaninda yatmaktadir.”(20)
Çagimizin mantik kuramlari ile dil felsefesini birlestirmeyi basarmis önemli düsünürlerinden Wittgenstein, Traktatus’unda sadece dilin degil, mantikla çelisen bir seyin mümkün olamayacagini ve yapilamayacagini söyler.(21) Wittgenstein’in ‘mantiksal mekân’ deyimiyle bagintili olarak ‘dilsel mekân’ tabirini gelistiren Soykan’in, mantigin ‘dilsel mekânlarin temeli’(22) olduguna iliskin tespiti dille düsünce veya mantik arasindaki derin iliskiyi ortaya koymaktadir. Bütün bu bagintilardan hareketle dilin varolusun mantigiyla ilgili oldugu, varolusun mantiginin dilde gizli oldugu açik bir gerçek olarak söylenebilir.
Yine geçen yüzyilin vazgeçilmez düsünürlerinden Walter Benjamin, insanin, tinsel özü dilin kendisi oldugu için, kendisini dil araciligiyla degil, yalnizca dilde ilettigini, bunun da ötesinde tüm doganin, kendisini son tahlilde insanda, dilde ve dille ilettigini ifade eder. “Bu nedenledir ki, insan doganin efendisidir ve seyleri adlandirabilir.”(23)
Pozitivist düsünce akimlarina karsi insani, hayat ve hakikati, dil agirlikli savunan idealist Alman düsünürleri, dilin ontolojik mahiyetine iliskin hatiri sayilir açilimlarda bulunmuslardir. Dil hassasiyetini ihmal etmeyen bu çabalarin muhtesem felsefî birikimle birlikte gelismesi, süreç ve sonuçlari itibariyle fevkalade degerlidir. Bu ileri düzeyli felsefi birikimin atilimina ragmen, dilin ontolojik baglami ve baglantilari hususunda yapilan çalismalarin, nesnel sinirlari tatminkâr ölçü ve içerikle asabildigi söylenemez.
*
Ister fizik ister metafizik açilimlariyla olsun, dilin gerçekligini sadece insan dünyasi ve iliskileriyle sinirlayarak anlamaya çalismak, konuyu dogal ve dogadaki isleyisi yaninda teolojik baglantilardan da uzak bir zeminde anlamaya çalismak olur. Dil, varligin keyfiyeti içinde tasidigi deger itibariyle, dogadan ve Tanridan ayri düsünülemeyecek bir sonsuz hakikat/in unsurudur. Dilsiz var olus imkânsizdir. Dil varligin ve hususen de insan varligimizin özüdür, anlamidir. Dil olmadan insan varolusu gerçeklesemez. Var olus bilincine dille sahip oluruz veya dili kendi asli mahiyetine uygun kullandigimiz ölçüde varlik amaci ve bilinci, anlam ve önem kazanir. Humboldt’a göre “insani insan yapan ancak dilidir. Dilin olmadigi yerde insan yoktur, insanin olmadigi yerde dil yoktur.”(24)
Wittgenstein, dünyamizin sinirlarinin dilimizin sinirlariyla belirlenecegini söylemistir.(25) Durum böyle olunca her türlü ve her düzeyli duygusal, zihni, maddî, manevî yönelis ve kavrayislarimiz, hem dilin dünyasi içinde tesekkül eder hem de o dil evrenini biz insa ederiz. Ilave bir açiklamaya gerek yok ki, varlikla içkin, askin her münasebetimizin dille olmasi, bilgiyle, akilla, düsünceyle, beceriyle olmasi demektir. Ve yine bu da varliga dönük, varlik için ve varlik içinde her çabamizda dilimizle birlikte maddî, manevî zenginligimiz artar; benligimiz, kültürümüz gelisir. Dil-anlam-yorum iliskisiyle düsüncesini temellendirdigi bir cümlede Gadamer’in dedigi gibi “iletisimin cereyan ettigi her yerde dil sadece kullanilmakla kalmaz ayni zamanda insa da edilir.”(26)
Dil, kendi varligimiz da dâhil olmak üzere veya kendi varligimizdan baslayarak varligi en ince nüanslariyla kavrama, anlama, anlamlandirma melekemizdir. Dil dogrudan varligi, içsel-dissal tüm boyutlariyla kavrayan, kuran bilgi ve yetkinliktir. Var olusla dogrudan baglantili bu bilgi ve yetkinligi sadece ‘araç’ olmaya indirgemeyip ‘meleke’ olarak ifade etmek daha dogrudur. “Dil basit bir alet veya insanin istifade edebilecegi bir teçhizat degil bilakis toplumsal bir cevher olan insanin bastan beri içinde yasadigi ve kendi içine dâhil olacagi bütünü açik tutan bir vasitadir.”(27)
Hayat ve varlikla en güçlü en zengin bagi dille kurariz. Dil, olus biçimimize, tarzimiza, mahiyetimize dogrudan etki eder. Hatta Varligimiza dogrudan etki eden her sey, dille, dil içinde anlam kazanir. Nermi Uygur dil hakikatinin ontolojik özünü çok yalin çok net ifade eder: “Biz insanlar dilsiz yasayamayiz.”(28) Dil olmaksizin var olamayiz. Dil olmaksizin kendimizi fark edemeyiz, kesfedemeyiz, yasayamayiz. Dil olmaksizin duygulanamaz, düsünemeyiz. Dil olmaksizin anlayamayiz. Bergson, dilin insan için itibari bir anlasma olmadigini belirtip, ‘konusmanin, yürümek kadar tabiata uygun’ oldugunu söyler.(29)
Mücerretten müsahhasa her bir eylem, söylem, düs, düsünce dille olusuyor, dilde akiyor, baglaniyor, birlesiyorsa, bu olusun, varligin cevherindeki sonsuz özgür salinimla kendiliginden olmasi gerekir. Gerekir ki, varlik ve hayat tökezlemesin. Nitekim varligin tökezledigi durumda dil, dilin tökezledigi durumda dimag, dimagin tökezledigi durumdaysa hayat tökezliyor. Iste ‘nutkun tutulmasi’ diye ifade ettigimiz bu tikaniklik, hangi açidan bakilirsa bakilsin anlamin yok oldugu, anlamin neden yok edildigi izahinin yapilamadigi, yapilsa da anlasilamadigi durumlardir. O nedenle dil varligimiza araci midir? Varligimizla mi ilgili, iliskilidir? Bu sorulardaki araci ve iliski kelimeleri bile bir nesnelligi, disimizda bir gerçekligi çagristirdigi için, dilin mahiyetini sadece varligimizla ilgili veya araci olmasiyla açiklamiyorum. Dil dogrudan varligimizdir diyorum. Dil varligimizin ayrismaz unsurudur. Heiddeger, dil felsefesinin aforizmasini olusturan bir özdeyisinde 'Die Spracheistdas Hausdes Seins', Türkçesiyle ‘Dil varligin evidir’ demistir.(30) Haiddeger’in ifadesinde dilin temel esprisine isaret edilmektedir. Gadamer’de benzer felsefeyi insan için kurar. “Dünya içinde nasil kendi evimizde isek dilimiz içinde de ayni sekilde kendi evimizdeyizdir” der.(31)
Haiddeger’in dili sadece insana ait görmeyip, bütün varliga tesmil etmesi önemlidir. Fark edildigi üzre, Düsünür, ‘Dil ruhumuzun, düsüncemizin, duygularimizin evidir’ demiyor. ‘Dil kültürümüzün, bilgimizin evidir’ de demiyor. Kendisiyle fikrî yakinliklari olan kimi Alman düsünürler gibi bunlari da deseydi, belki dilin ontolojik mahiyeti daha kusatici yansitilmamis olurdu ama yanlis da olmazdi. Haiddeger dili bütün bir varligi kapsayan boyutta ifade ediyor: ‘Varligin evi!’ Dil sadece insanin degil bütün bir âlemin varlik imkânidir. Bu tanimlamada bütün bir varligin birbirinden bagimsiz olmayan hayatini, bilgisini, isleyisini dille mümkün gören derin, genis bir tasavvur içermektedir. Kendilerine has bilgi donanimi ve belli yasalara bagli yaratilmis varlik evreni olarak âlem, ‘ilim’ ve ‘âlim’ kelimelerinden müstaktir; anlam itibariyle de bilen, bilinen ve bilinmesi gereken gibi anlamlari muhtevidir. Dil ile ayrismaz zorunlu baglantisiyla bilgi de varligin esasi, esas kosuludur. Dil ile var olmak bilgi ile, bilgi ile var olmak dil ile var olmaktir. Bütün bir varlik için ana unsur olan veya varligin ana unsurunu olusturan dil, varolusu anlamli kilan bilginin isleyisi ve islevselligi ile ilgilidir. Kendisine ait çerçeve içinde bilmeyen, bilgi ile akla ve hayata dâhil olmayan varlik yoktur. “Insanin akli oldugu gibi esyanin da akli vardir. Insan akli esyanin aklini ne derece anlayabilirse, ona egemen olup kullanimina uygun hale getirmesi de o kadar kolaylasir../.. Tabiattaki yasalari çözebilmek için aklin ona uygun yaratilmis olmasi gerekir.”(32)
Kodlanmis bir isleyisle de olsa bilmeyen bir varlik yoksa dilsiz varlik da yok demektir. Eger varlik bilmiyor olsaydi biz dünyadan bir sey ögrenemeyecektik. Ayni sekilde varligin diline yabanci düstügümüz her durumda dünyayla saglikli, kültürlü, barisçil iliski kurmamiz zayifliyor demektir. Nitekim insanlik bugün “yalnizca kendi aralarinda degil, ayrica doga ile de bildirisimsizlik durumuna düsmüs”(33) olmanin agir, trajik sonuçlarini yasamiyor mu? Bütün çesitliligiyle gördügümüz göremedigimiz her sey, varliga dille katilir, diliyle katki verir. Varlik dil içinde, dille büyür, hayata baglanir, âleme dâhil olur. O sebeple her seyin bir dili vardir. Kurtlarin, kuslarin, daglarin, ovalarin, gecenin, gündüzün, yerin, gögün, denizlerin, dalgalarin, mevsimlerin, rüzgârlarin, renklerin, seslerin, her seyin dili vardir. Yani yasalari, anlamlari, isleyisleri vardir. Nitekim ‘kusdili’ çokça kullandigimiz bir deyimdir. Ayrica dili sadece fonetik veya yazi gösterge düzeniyle sinirlamamak için ‘doganin dili’ deriz mesela. Bilim dili, siyaset dili, sanat dili, resim dili, hatta siddet dili, sevgi dili, vücut dili, daha da ayrintiya inerek matematik dili, müzik dili, renklerin dili, sokak dili gibi kullanimlar, dilin varlik ve hayatla ne denli noksansiz, ayrismaz ve yogun iliski içinde oldugunu gösterir.
*
Varligin boyutu ve esasi olarak dil, olus ve hayata baglanis biçiminin sekli ve özüyle ilgilidir. Her varlik kendi diliyle yani kendine ve varolus âlemine iliskin yasalarla var olur. Burada sözü edilen dil, ilk bakista bizim ‘lisan’ diye tabir ettigimiz olus ve iletisim unsurundan ayri görülebilir. Evvela insan disindaki varliklarin dili, kendi katlari, kategorileri ile kodlanmis bir hayat ve varlik yasasiyla ilgilidir. Söz konusu dil hayatin dogal isleyisi içinde varliga, varligin dogal yasami süreciyle hayata, nesilden nesile sasmaz bir kültür olarak aktarilir. Ögreteni ve mürebbiyesi Allah olan âlem, degismez bir sünnetullaha tabii olarak varligini sürdürür. Yüksek beceri ve bilgiye sahip olsalar da onu gelistirecek veya onun ayriminda olacak bir öz bilinç, bir kendilik bilinci, özgür bir akil veya irade gelistiremezler. Oysa insan’in bu âlemde yasayan ama kendi varliginin bilgisine de bilincine de sahip bir varlik olarak dili farklidir, farkli olmak durumundadir. Akli, ruhu, bilgisi, görgüsü, sezgisi farklidir, farkli olmak durumundadir. Insan, hayati belli iklim ve sartlara kodlanmamis, özgür varliktir. Akil ve yetenekleriyle donatilmasinin gerekli kildigi sorumlulukla yerler ve gökler ona musahhar kilinmistir. Insanin varlik evreni maddî manevî bütün boyutlariyla uçsuz bucaksiz sonsuzluk içinde bir merak ve mesuliyet tanimiyla sekillenir. Bu uzam ve ilgi düzleminde onun dili, kendi aklî, duygusal, ilmî, kültürel gelisimi içinde semantik, fonetik özgün bir gelisme gösterir. Sorumlu ve özgür varligiyla uyumlu sekilde dili de anlamaya, anlamlandirmaya yönelerek açilir, açiklar. Dil tam da bu noktada varligi ve hakikati anlama, anlamlandirma, açiklama yetkinligidir. Yine bu noktada varligimizi ve dünyamizi insa etmede en elverisli imkân ve unsur dildir. Veya varligimizi ve dünyamizi dilimizle insa ederiz.
Bilgiyle donatilmis evrende özgür iradesiyle Tanriyla muhatap olma konumundaki insanin kendini ve Tanri da dâhil bütün varligi anlamaya, düsünmeye çalisma özelligi, onun dil varligini da farkli kilmistir. Ona varligi ve hakikati en derin, en genis boyutlariyla kavramaya ve ifade etmeye imkân verecek ölçüde bir dil yetkinligi bahsedilmistir. Buradaki dil yetkinligi varliklarin yani esyanin hikmet ve hakikatini kavramak yaninda bütün evrenin yaraticisi Tanri’nin varlik ve mesajinin mahiyetini kavramaya elverisli olmak durumundadir. Akli ve zekâsi önüne açilan sinirsiz bilgi düzlemi içinde ister Allah’i ve evreni, isterse bunlarla baglantili olarak kendini anlayip kesfetme çabasi, düsünme faaliyetinden ayri, uzak, bagimsiz olamazdi. “Bilme, tanima, ölçebilme, kiyaslama, ret veya kabul etme seklinde görülen akil islemleri, Allah tarafindan insana aklin nasip ve rizki olarak ikram edilmistir”(34) Bütün bu anlama çabasinin tümü esasen düsünme, bilme ve bilinç faaliyetidir. Insani diger varliklardan ayricalikli kilan özelligi de buradan kaynaklanir. Ve yine insanin dilinin bütün bu faaliyetleri basarmaya araç ve yetkin olmasi icap eder. “Özellikle dil söz konusu oldugunda, zihnin dogustan gelen özellikleri ile dilsel yapinin özellikleri arasinda yakin bir bag çikmasini beklemek dogaldir../.. Dil, bu nedenle, zihinsel süreçlerin yapilanisini ortaya çikaracak en açiklayici sonda gibi görünüyor.”(35)
*
Dil, bir meleke olarak insana yaradilisiyla verilmistir. Baska söyleyisle insan muhtesem bir dil becerisiyle yani düsünme, anlama, ögrenme, bilme, bilgilendirme, anlatma, düsündürme, yorumlama becerisiyle halife kilinmistir. Bu baglamda Benjamin’in “Seyleri adlandirmak insanin dilsel özüdür.”(36) cümlesiyle ifade ettigi düsüncesi, fenomenolojik sinirlari asan yüksek düzeyli bir hakikati özetler. Buradan çikarilacak anlamlardan biri, insanin, varligin anlam ve mahiyetine uygun bir kavrayisin hakikatle iliskisini dil merkezli olarak anlama ve anlatma kudretidir. Bu kudret yüksek bir beceri ve kapasiteyle mümkündür. Allah insani teklifine muhatap olacak ilmi, fikrî, ruhî donanim ve kabiliyette yaratmistir. Böyle olmasaydi kendisine iletilen mesajlarin anlam ve içerigini anlamakta yetersiz kalacakti. Tanrinin inayet, kudret ve iradesinin ifadesi olan sözünü veya kelamini anlayamayacak, ne oldugunu da ne olmadigini da bilemeyecek, görev ve sorumluluklarindan gafil kalacakti. Allah Âdem’e isimlerin tümünü ögrettigini ve ona kelimeler verildigini bildirmektedir. Rahman suresinde de beyani ögrettigi bilgisi verilmektedir.(37)
Isim ve kelime kavramlariyla farkli anlamlar murat edilir. ‘Kelime’ ile ayni kökten gelen ‘kelâm’ ayni zamanda Rabbimizin subuti sifatidir. ‘Söz’le veya varligin gerçek hakikati olan ‘mutlak irade’yle açiklanmasi mümkün olan kelâm, dar anlamiyla vahyi ve vahiyle bildirilen ögretiyi ifade ediyor olmalidir. “Yüce yaratanin kullariyla irtibat kurdugu yegâne ortak dil “vahiy dili” olmaktadir.”(38) “Söz ise dile yakin bir anlama sahip olmakla birlikte, tamamen dile indirgenemeyen..”(39) ilâhî kudret, ilim ve iradeyi mündemiçtir. Sözün dili de asan bir fenomen oldugu söylenmistir. “Dille ifade edilen seyler sözdür, ama dile gelmeyen, ifadesini bulmayan veya ifade kaliplarina sigmayan sözler de bulunmaktadir. Insan dille kendisini geregi kadar ifade edememektedir. Dil hem insani meydana getiren, hem de insanin içinde kayboldugu bir ögedir. “Dil bagimli ama söz özgürdür.” Söz düsüncedeyken daha canlidir, dil kaliplarina girdiginde o canliligini kismen yitirir.”(40)
Isimler, bizi çevreleyen dünyanin bilgisini içerir. Isimler dünyasi ile yasadigimiz çevreyi veya disimizi kavriyoruz, kelimelerle rabbimizle olan iliskimizin mahiyet ve sorumluluguna vakif oluyoruz. Âdem’in isimleri meleklere saymasi yani gördügü veya gösterilen her bir seyin ismini söylemesi, onun bilinç düzeyini, disiplinli düsünme kudretini ifade eder. Adlandiran anlamina gelen Âdem’in keyfiyetini bu eksende düsünmek gerekir. Anlam ve adlandirma üzerine bilgilendiren ilk kadim ve kutsal metinlerden biri olan Tevrat’ta “Ve Rab Allah, her kir hayvanini ve göklerin her kusunu topraktan yaratti ve onlara ne ad koyacagini görmek için adama (Âdem’e) getirdi ve adam her birinin adini ne koydu ise, canli mahlûkun adi o oldu” denmektedir.(41) Bu beyanlarin, anlami yaradilis, olus ve varolus ile karsilanan ‘Tekvin’ bölümünde geçmesi önemli bir ayrintidir.
Dilin var edilisini vahye dayandiran bilginler özellikle Bakara suresinin 31, 33 ve 37’nci ayetlerinden hareket ederler. Bazi müfessirler, Hz. Âdem’e ögretilen ilk isimlerin birtakim mahlûk ve esya isimleri oldugunu söylerken, birtakim müfessirler de bunun bütün varliklarin ismi oldugunu iddia etmistir. “Fakat müfessirlerden bazilari, bütün isimlerin ögretilmesinin bir anda degil, bir süreç içerisinde oldugunu/olabilecegini vurgulamistir.”(42) Yaratilis ve Âdem’e esyanin isimlerinin ögretilmesi hususunda ‘her seyin ismi’ ibaresi ile ‘esyanin özü’(43) yani anlami, özelligi, mahiyeti, varlik içindeki yeri kast ediliyor olmalidir. Ek olarak insanin baslangiçtaki durumunda Âdem’in Allah’la olan konusmasi ve bütün isimleri ögrenip meleklere söylemesini, bedendeki organlarla ve hava titresimleriyle yapilan bir konusma olmayip, aklin ve ruhun direkt faaliyeti oldugunu düsünenler(44) de olmustur. Bizce buradaki espriye konu olan esas, -o an için tek tek varliklarin fonetik adlandirilmasi yaninda- varligi genis, derin tasnif, yorum, iliskilendirme yetenegidir. Burada isimden kastedilen de tek tek nesnelerin adi degil, insana, esya ve olaylar karsisinda verilen anlama kudretidir. “Esyayi anlamlandirma çabasi, mecburen düsünceyle gerçeklesecegi için dil, bütün bu sistemin merkezini olusturmustur.”(45)
Tabir yerindeyse çogumuzun tiyatral bir mitoloji gibi algilayabilecegi diyalektik anlatimda Adem’in, bilme ve bilim yapma gibi yaratilisina yüklenen Formasyona atif yapilmistir. Âdem bu Formasyonla Âdem, insan bu donanim ve yetkinlikle insan olmustur. Özgürlük duygu ve sorumlulugu, düsünme ve bilme arzusu, kavrama ve anlatma istegi, varlik sinirlarinin bilincine varmis bir irade, özetle varlikla birlikte kendi(lik) bilinci, insani ayricalikli ve serefli kilmistir. Formasyon, sadece insan varligiyla ilgili olmayan esasen degisen katlara, kategorilere göre bütün varligi kapsayan, kusatan hatta içine alan bir hakikat olan dil ile dil içinde etkinlesir; hayat ve varlikla birlesir veya hayat ve varligi birlestirir. Dil ve varlik iliskisini bu çerçevede tanimlayan Benjamin yaratilis eyleminin dilin mutlak kudretiyle basladigini ve sonunda dilin yaratilmis olani kendi içine çekip adlandirdigini ifade eder. Ona göre ‘logos’ ‘Tanrinin yaratma iradesinin anahtaridir. Dil ile varliga gelinir. Varlik dile gelmez dil ile varlik mümkün olur. Insan dili yaratmamistir, dil insani var etmistir. Dünya dili içermez, dil dünyayi içerir. Dil dünyada ikamet etmez, dünya dilde ikamet eder. Tanri bize ‘deha’ yerine dili vermistir. Dil tanri ile insan arasindaki iliskinin kapisidir. Insanin Tanri’dan devraldigi seydir dil.”(46)
Isimler ögretilmis, kelimeler verilmis Âdem, Rabbani ögretinin donanimiyla hayata, varliga, dünyaya karsi bilgili, bilinçli bir konuma sahipti. Gök bilgisi (Astronomi) Yer bilgisi (Jeoloji) Fizik, Kimya, Botanik, Zooloji, Teknik bilgi ve elbette sanat, edebiyat, dil becerisi, felsefe. Bizce Âdem’e kelime ve isim ögretildigi seklindeki ayetler, onun kulluk bilinci ve bilme yetkinligiyle açiklanmalidir. ‘Adlandiran’ özelliginden hareketle insandan konusanin ‘katiksiz dil’ oldugunu belirten Benjamin, “Her türlü doga, dilde, dolayisiyla “insanda kendisini bildirir” der. “Bundan ötürü, insan “doganin efendisidir ve seyleri adlandirabilir.” Yine onun sözleriyle, “insan, seyleri adlandirmak suretiyle” Tanri yaratimi tümlenir.”(47) Dilin mucize olusu, varligin fitrî, hayatin diyalektik gelisimine uygun serpilip zenginleserek içkin ve iç içe bir iliskiyi sonsuza dek sürdürecek istidat olmasidir. “Insanda verili olan dilin kendisi degil yetenegidir. Dil tarih içinde gelismistir, insanlar onu kusaklar boyu islemistir.”(48) John C. Condon’a göre, “Dilin kullanilmasi demek, insanin, birtakim gözlem-deney ve iç sorgulamalarla elde ettigi birikimlerini, gene kendisinin seçecegi bir dizi dilsel göstergelere-imgelere yükleyerek baskalarina aktarmasi, baskalariyla paylasmasi demektir.”(49) Aktarimin ortak kabuller düzleminde yayginlasip, kitlesellesmesi ölçüsünde dil genel Formuna ulasir. Esyanin özü ve özelligini simgeleyen ses ve isaret kodlamalarinin, göstergelere dönüsüp ortak anlamlar ve tanimlar üzerinden baska zihin ve idraklere aktarilmasi, mekanizma olarak bile öyle kolay anlasilir bir isleyis degildir. Isleyis insani aciz birakmaktadir. Bu kesinlikle ve ancak bir mucize, insana muazzam ve biricik yüksek deger katan bir mucizedir. Yeri gelmisken bir evrensel hakikati teslim etmek veya bir evrensel haksizligi reddetmek adina, yüksek düzeyli degerle donatilmis olan insanligin atasi, ilk peygamberimiz Hz. Âdem’in, “hiçbir sey bilmeyen bir magara adami degil, ilâhî bir terbiyeden geçmis bir yeryüzü sultani”(50) oldugunu ifade etmeliyim.
*
Tam da bu noktada materyalist veya pozitivist evrimci görüsler, konuyu manipüle etmektedir. Eger özgür irade, düsünme, anlama özelliklerimizin yaradilistan yani ontolojik deger ve donanim olarak bahsedildigi kabul edilirse, insanin Tanri’ya karsi hamd ve sükran duygulariyla sorumlu olmasi gerekecektir. Insan olma sorumlulugun sinir ve sinanmasina tabi olmak istemeyen seytanî yaklasim, varligini ve varliginda inkâr edemedigi anlami, tanrisal inayetten kopararak ilgisiz, keyfi bir isnatla açiklama yoluna gitmistir. Bu egilime göre insanin dil ve dille anlasilabilecek seçkin özellikleri, dogal hayatin normal iliski düzeni içinde diyalektik bir sonuç olarak ortaya çikmistir. Dil insanin dünya ve toplumla iliskisinde karsilikli degisim ve kültürlenmenin uygun, mecburi ortamini olusturur. Insan çevresini degistirirken çevresi de insani degistirmistir. Gelisip kemale ererek olgunlasma hem varligin hem yaradilisin yasasidir. Bir varligin olgunlasarak gelismesi, onun kendiliginden oldugu veya tanrisal iradenin müdahil olmadigi anlamina gelmez. Bir seyin nasil oldugunu, nasil devam ettigini anlatma sigligi ile niçin olamayacagi aldatmasina gerekçe üretilmek istenmektedir. Materyalistler dilin köken ve kaynagini, insanin maddeyle diyalektik iliski sonunda kültürlenmesine dayandirirlar. Buna göre “Ilk insanlar ellerini kullanarak çalisirlarken, yapilan isin karmasikligi ölçüsünde, ses organlarinda tepkili hareketler ortaya çikarmakta ve çalismaya eslik etmekteydi. Daha sonra, bu sesli hareketler, bilinçli bir biçimde, elle yapilan çalismayi yönetmenin bir araci olarak gelistirildi. Ve en sonunda bunlar, ellerin tepkili hareketleriyle tamamlanan bagimsiz bir bildirisim düzenine dönüstüler.”(51) Bu ve benzeri antropolojik yaklasimlar, tarihî süreç içinde dilin ve kültürün nasil sekillendigine iliskin açiklayici yaklasim olarak kabul edilse de, ilk olusumuna dair zihnî fantezi ve spekülasyondan baska bir degeri, dayanagi yoktur, olmayacaktir. Çünkü konusma sürecinin yani dilin tam ne zaman, nasil basladigini kimse bilmiyor, bilemez. “Insanlar bazi laflar söyleyip sonra mi araç yaptilar, yoksa önce araç yapip sonra mi konustular ya da hepsi birden mi oldu? Bu belki de çok önemli degil, önemli olan su sirada hem düsünüyor, hem konusuyor, hem de üretiyor olmamiz.”(52) O zaviyeden bile bakilsa “aletlerin kullanilmasi, yüksek bir akil düzeyini ya da konusmadan ayri tutulamayan yeni türden bir akli gerektirir.”(53)
Daha da vahimi bu saptirmalara yaslanarak insanî sorumluluktan kurtulmayi sanmaktir. Saptirmaya bir de “bilimsel” yakistirma yapildi miydi sorumsuzluk kesin bir haklilik ve iç rahatligiyla sürdürülebilir olmaktadir. Müstakil baska bir arastirmaya konu edilmesi gereken bu mesele, mutlak yaratici olan Rabbimizin Kur’an’da verdigi bilgiler isiginda anlasilmalidir. Kaldi ki, ister kültürlenme ister bilinçlenme süreciyle açiklansin, dilin tanrinin mucizevî bir bagisi oldugunu su ya da bu gerekçeyle reddeden yaklasimlarin, ne ilmî ne aklî dayanagi olmustur. Fantastik yakistirmaya dayali kurgular, ilmî, tarihsel olgular realitesinde gülünç kalmistir. “Insanin dil yeteneginin öteki bes parmaklilarda da bulundugunu destekleyen daha ciddi bir uslamlama varsa ben bilmiyorum. Aslinda, bana öyle geliyor ki, eldeki bütün kanitlar, dili edinme ve kullanma yeteneginin türe özgü bir insan yetenegi oldugunu, insan dilinin dogasini belirleyen ve kökleri insan zihninin kendine özgü yapisinda bulunan çok derin ve sinirlayici ilkeler oldugunu destekler niteliktedir.”(54)
Evrim yaratilisin, var olmanin diyalektigidir. Varligin ontolojik gelismesini çogu zaman bir anlamda ilahî isleyisin geregi olan diyalektikle anlariz. Varlik, yaradilis diyalektigi içinde tekâmül eder, tekâmül ederek var olur, tamamlanir. Tekâmül ilkesinden yoksun bir olus teorisi de, yaratilis gerçekligine ilgisiz bir varlik tasavvuru da, bizce kusurludur. En çok kullanilan organin digerlerinden daha fazla gelismesinden daha tabii ve fitrî ne olabilir? Bu gelismelerin olan, olmasi gereken sonuçlarini dogal isleyisle açiklamak dogru, ancak dogal isleyisi tanrisal iradeden ayri degerlendirmek yanlistir. Kaldi ki yüz bin milyonlarca yil geçmesine ragmen ellerini kullanan, kismen alet de kullanan, sesler çikaran hayvanlarin insanlastigi veya insanlarinkine benzer bir kültür de dil de ortaya koyduklari görülmemistir. “Insan dili, küresel senaryonun iddia ettigi gibi insan evriminin geç safhalarinda ve çabucak gelismis olmayacak kadar karmasik bir fenomendir” diyen Ruhlen “100. 000 yil önce konusulan insan dilleri, bugünden kalite olarak pek farkli olmayan gelismis bir evreye ulasmis bulundugunu” ifade eder.(55) O nedenle pozitivist ideolojinin egemen kilinmak istendigi dönemlerde kültür mühendisligi olarak egitim sistemlerine dayatilan, neredeyse hiçbir ilmî, aklî geçerliligi ve ciddiyeti kalmadigindan simdilerde zaten modasi da geçen bu tasavvuru fazla da konu etmeye gerek yoktur.
*
Son olarak hayatî bir dil becerisi olarak konusmanin, konusma esasina bagli olarak hayatimizi anlamli kilan dilin, varligimizi mümkün kilan ana unsur oldugu hiç hatirdan çikarilmamalidir. “Elimizde degil ki konusmamak. Bizi konusmaya iten bir içgüdü vardir sanki içimizde. Konusunca disina dogru tasar gibidir insan. Sussa özünü yitirecekmis gibi olur. Insanin zaman zaman kendisini konusmaya birakivermesi bir kaçinilmazligin isbasinda oldugunu gösterir../.. Anlatilmaz bir bunalimdan siyriliriz sanki o zaman../.. Varligimizdaki tikanma azalir yavas yavas.”(56) Konusmak insani hayata baglar, Konusmasak çatlayacagimiz durumlar olur. “Ölmemek için konusmak” kimi durumlarda veya en temelde isleyen psikolojik gerçeklik olarak varolussal bir mecburiyete dönüsür.(57)
Konusmak varlik meselesidir ve hayatî önemdedir. Bu cümle mecazî veya çagristirdigi imajinatif anlamla sinirli algilanmamali. Bu konuda insanlarin kadim meraklari olmustur. Hiç konusmaksizin bir var olusun mümkün olup olmayacagi sorunu ontolojik ölçekte önemli bir mesele edilmistir. II. Friedrich’e atfen söylenen, gerçek ya da kurgu oldugunu bilemedigimiz mitolojik bir hikâye çok ilgi çekicidir: O hikâyede Friedrich “hiç kimseyle hiçbir sey konusmaksizin yetisen çocuklarin, ergenlige vardiklarinda hangi dili ve lehçeyi konusmak istediklerini sinamak ister ve bu yüzden dadilara ve sütannelere, bebeklere süt vermelerini ve onlarla konusmamalarini emreder; ancak, çabalari sonuç vermez, çünkü çocuklarin ya da bebeklerin hepsi ölür.”(58)
Sonuç itibariyle dille var oluruz. Aklimiz, düsüncemiz, ruhumuz, benligimiz, özetle bütün varligimiz dille ve dilde gerçeklesir. Dilsizlik ölümdür. Hayata ve varliga dille baglananlar, sadece mantiki tutarlikla yasamaz, kuvvetli ihtimalle hakikate de yakin yasarlar. Çünkü dil insanlara ve bütün varliga bahsedilmis ilâhi armagandir. Dil mucizedir.
________________
1-Nermi Uygur, Dilin Gücü, s.9, YKY yay, Ist. 2019. Ayrica bkz. Augustinus, Itiraflar, s. 374, çev. Çigdem Dürüsken, Kabalci yay, Ist. 2010.
2-Onur Bilge Kula, Dil Felsefesi Edebiyat Kurami-I, s. 5-7, Is Bankasi yay, Ist. 2012.
3-Claude Lévi Strauss, Yapisal Antropoloji, s. 65, çev. Adnan Kahilogullari, Imge yay. Ankara 2012.
4-Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s.29-32, çev. Berke Vardar, BIrey-Toplum yay, Ank. 1985, Ayrica bkz. A. Faruk Sinanoglu, Dil Bilgi ve Toplum Üzerine Düsünceler, s.90, IQ yay. Ist. 2009.
5-Arda Denkel, Anlamin Kökleri, s.13, Metis yay. ist. 1984.
6-Merih Zillioglu, Iletisim Nedir?, s.42, 2. bas, Cem yay, Ist. 1996.
7-Merih Zillioglu, age, s.43.
8-Rosalind Coward, John Ellis, Dil ve Maddecilik, s.142, çev. Esen Tarim, Iletisim yay. Ist. 1985.
9-Ibrahim Bor, Analitik Dil Felsefesinde Dil Düsünce ve Anlam, s.15, elis yay, Ankara 2011.
10-Fatih Özkan, “Dil ve Dünya Görüsü”, Felsefe-Edebiyat ve Degerler Sempozyumu, s.508, Kahramanmaras Belediyesi, Ed: Cevdet Kabakçi, Serdar Yakar, Ankara 2014.
11-Dogan Aksan, Dil: Su Büyülü Düzen, s. 35, 3. bas, Bilgi yay. Ankara 2011.
12-Bedia Akarsu, Wilhelm Von Humboldt’da Dil-Kültür Baglantisi, s.16, Remzi Kitabevi yay, Ist. 1984.
13-Gadamer, “Insan ve Dil”, Felsefî Fragmanlar, s.113, çev. ve der. Medenî Beyaztas, Efkâr yay. ist. 2004.
14-Titus Burchard, Aklin Aynasi, s.23, çev. Volkan Ersoy, Insan yay. ist. 1997.
15-Roy Harris, Tablot J. Taylor, Dil Bilimi Düsününde Dönüm Noktalari, s.40, çev. Eser E. Taylan, Cem Taylan, TDK yay. Ankara 2002.
16-Necmettin Evci, Söz ve Sessizlik, s.257-288, Beyan yay, Ist. 2020.
17-Thomas Hobbes, Leviethan, s.38, çev. Semih Lim, YKY yay, Ist. 2007.
18-Fatma Erkman, Göstergebilime Giris, s.15, Alan yay. ist. 1987.
19-Afsar Timuçin, Estetik Bakis, s.46, Buket yay. Ist. 2005.
20-Theodor W. Adorno, “Felsefî Tespitler”, Felsefi Fragmanlar, s.59.
21-Ludwig Wittegenstein, Tractatus logico-Philosophicus, s.27, çev. Oruç Aruoba, Metis yay, 7. bas, Ist. 2013.
22-Ömer Naci Soykan, “Dil Düzeni-Nesne Düzeni” Felsefe ve Sanat Sempozyumu, s.114, Ara yay, Ist. 1990.
23-Walter Benjamin, Son Bakista Ask, s.172, 173, çev. Nurden Gürbilek, 4. bas. Metis yay. ist. 1993.
24-Bedia Akarsu, age, s.120.
25-Ludwig Wittgenstein, Tractatus, s.133.
26-H. G. Gadamer, “Felsefenin Bilimselligi Hakkinda” Felsefi Fragmanlar, s.44, çev. ve der. Medenî Beyaztas, Efkâr yay. Ist. 2004.
27-H. G. Gadamer, agm, age. s.44.
28-Nermi Uygur, age, s.21.
29-Henri Bergson, Düsünce ve Devingen, s.108, çev. Miraç Katircioglu, Maarif Basimevi, Ist. 1959.
30-Martin Haiddeger, 'Über den Humanismus, s.5, Klostermann yay, Frankfurt a.M.,1949.
31-Gadamer, “Insan ve Dil”, age, s. 117.
32-Bayram Karaçor, Insana Yön Veren Degerler, s.71, Beyan yay, Ist. 2015.
33-Özcan Baskan, Bildirisim, s.16. Altin Kitaplar yay, (Tarihsiz)
34-Bayram Karaçor, age, s.62.
35-John U. Nef, Sanayilesmenin Kültür Temelleri, s.139,140, çev. Erol Güngör, MEB yay. Ist. 1970.
36-Walter Benjamin, Son Bakista Ask, s.171, çev. Nurden Gürbilek, 4. bas. Metis yay. Ist. 1993.
37-Bakara 31, 37, Rahman:4.
38-Necdet Çagil, Din Dili ve Mecaz, s.27, Iz yay, ist. 2008.
39-Ibrahim Bor, age, s.17.
40-Ibrahim Emiroglu, Sufi ve Dil, s. 32, 2. bas, Insan yay. Ist. 2005.
41-Tevrat, Tekvin 2:19.
42-Yusuf Akçay, Dil Atlasi, s.28, Kaknüs yay, Ist. 2005.
43-Seyyid Ali Esref, “Edebiyat Ögretiminde Islâm Ilke ve Yöntemleri” S. Hüseyin Nasr, Felsefe Edebiyat ve Güzel Sanatlar, s.46, çev. Hayriye Yildiz, Akabe yay, Ist. 1989.
44-Peter Hobson (Ismail Abdülbaki), “Çeviri: Sorunlar ve Yöntemleri”, S. Hüseyin Nasr, age, s.120.
45-Yusuf Akçay, Dil Atlasi, s.27, Kaknüs yay, Ist. 2005.
46-Besim F. Dellaloglu, Benjaminia: Dil, Tarih ve Cografya, s.45-51, Ayrinti yay, Ist. 2012.
47-Onur Bilge Kula, Dil Felsefesi Edebiyat Kurami-I, s. 211, 212, Is Bankasi yay, Ist. 2012.
48-Fatih Özkan, “Dil ve Dünya Görüsü”, Felsefe- Edebiyat ve Degerler Sempozyumu, s.507.
49-Ali Dündar, Dil ve Düsünce, s.75, Kültür Bakanligi yay, Ankara 2001.
50-Sirri Er, Sözün Büyüsü, s.39, Hayat yay, ist. 2010.
51-George Thomson, Insanin Özü, s.31, çev. Celâl Üster, 2. bas, Payel yay. ist. 1979.
52-Fatma Erkman, age, s.15.
53-George Thomson, Insanin Özü, s.30, çev. Celâl Üster, 2. bas, Payel yay. ist. 1979.
54-John U. Nef, Sanayilesmenin Kültür Temelleri, s.154, çev. Erol Güngör, MEB yay. Ist. 1970.
55-Merritt Ruhlen, Dilin Kökeni, s.10, çev. Ismail Ulutas, Hece yay, Ankara 2006.
56-Remi Uygur, age, s.46.
57-Michel Foucault, Sonsuza Giden Dil, s. 72, çev. Isik Ergüden, Ayrinti yay, ist.2006.
58-Umberto Eco, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayisi, giris sayfasi, çev. Kemal Atakay, Afa yay, Ist. 1995. Daha genis bilgi için, Necmettin Evci, Söz ve Sessizlik, s. 78, Beyan yay, Ist. 2020.