Bundan önce yayinlanmis bir yazimizda(*) Türklerin, ta Türkistan’dan(Orta Asya) baslamak üzere, ugrayip yurt tutup yerlestikleri ve uzun yillar, asirla boyu yasadiklari topraklarda, o topraklarin sahibi olan yerli unsurlarla karsilastiklarini belirtmistik.
Uzun asirlar boyu yasamanin elbette çesitli boyutlari vardi; sosyal, siyasal, dinî/mezhebî, kültürel vb.
Kavimlerin büyük bölümünün, dünya yüzüne çiktiklari toprak parçalarindan ziyade, belli bir müddet sonra, genellikle geçimlerini saglamak ve güvenli ortamlarda yasamak için, kendilerine yeni topraklar, yurtlar aradiklari bilinmektedir. Yurt aramayi özellikle Türkler için öngördügümüzde, Türkçede “yurt tutmak, yurtlanmak” gibi kavramlarin varligi, konuyu önemli kilar.
Türklerin, bu göçlerinde geçirdikleri hâllere bir bakalim; Türkistanilik, Iranilik, Orradogululuk(Irak, Suriye); Balkanlilik ve Anadoluluk olarak belirtilebilir.
Buna, az bir kesimi de dahil ettigimizde 2. Dünya Savasi sonrasinda, özellikle de Almanya’ nin yeniden imarinda göz nuru ve el emegi bulunan gurbetçilerimizi de dahil ettigimizde, Balkanlilik ile birlikte Avrupaîlik hâli de bu hâller içerisinde sayilmayi hak eder.
Zira Türklerin Avrupaîligi, kendi degerlerini korumus olsa da, diger hallerden biraz farkli olarak modernlik tecrübesine de isaret eder.
Bu Hâle ister istemez öteden beri bir yerliligi belirten Kürtlügün Avrupaîligini de ihtiva edebiliriz.
Gerek Avrupa’nin sahsinda Türkiye’yi temsil etme ve gerekse de bulundugu ülkelerde çesitli ideolojik Formasyon saikiyle Kürtlügü siyaset yoluyla dünyaya açma ve tanitma eylemi de ayni minvalde degerlendirilebilir.
Keza Milli Görüs gibi uluslar arasi Islami organizasyonlar yoluyla Türklügün Müslüman/Islam/Islamci halini de konu baglaminda degerlendirebilirdik.
Bu çerçevede Türk unsuru üzerinden –Kürtlügü istisna kilarak belirtelim- Islam(bagimsiz, ya da Diyanet teskilati üzerinden) Türk milliyetçiligi(ülkücülük)/Türk-Islam düsüncesi, salt Türk solu ve Kemalizm üzerinden ideolojik çesitlilikte Türklügün Avrupaî hâline isaret etmektedir.
Simdilerde AK Parti iktidari döneminde Türkiye disinda yasayan Türk kökenli(yakin akraba) topluluklar(Bati Trakya Türkleri vb.) ile özellikle de din unsuru üzerinden Türklerle bir bagi bulunan(uzak akraba) topluluklar(Arnavutlar, Bosnaklar) için, onlarin yardim edilecek konularda yardimi bizzat Türkiyeli insanlarin yapmasina bagli olarak isi organize eden bir kurulus vardi; TIKA(Türk Isbirligi ve Koordinasyon Ajansi)…
Adi geçen bu kurulus, disarida bulunan ve gönül bagimizin bulundugu topluluklar adina devletin, bugüne dek olusturup ortaya koydugu önemli bir proje olarak degerlendirilebilir. Öyle ki, Müslüman cografyaya ait herhangi bir Afrika ülkesinden, Balkanlara, oradan Asya’ya milyonlarca karelik koca bir alanda; yakin ve uzak akrabalarla yeniden iliski kurmak devam etmesi gereken bir strateji için önemliydi. Bu strateji; herkesi kendi dilini, kültürünü ve gelenegini yasarken birbirleriyle kaynastirmak, dünya ile temasa geçirip saglikli iliski kurmak, kurdurmaktan ibaretti..
Bu saydigimiz seyler, ideal olup aramamiz ve buldugumuzda da yasamimiza yön vermesini arzuladigimiz hakikate uygun düserdi.
Düsünün, milliyetçiligin girdabina düsmeden, irkçiliga bulasmadan ve hele hele soven olmadan; insanin öte diyarlarda birakip geldigi “ana” topraklarda yasayan kendi yakin akrabalari ile yeniden iliski kurmak istedigi iliski biçimi insana nasil bir mutluluk verirdi.
Bunun devlet eliyle yapilmasi mi gerekirdi? Tabii ki de hayir, ama sivil yollar bulmak da bizim çabalarimiz bagli…
Bunu baska bir ölçekte de en güzel bag olan din bagi ile birbirlerinden olduklarini resmeden, insanin yakinda bulunan baska kavimlere mensup topluluklarla eskiden oldugu üzere devam ettirilecek ve ayni zamanda yeniden kurulacak iliskilerde insana ayri bir mutluluk verirdi.
Sadece bu konuda ve bu minvalde düsünün; Soyvetler yikilmasaydi çogu kisi Azerbaycan nasil bir ülkedir; dili, dini nedir vs. pek bilmeyecek, Karabag’dan hiç haberi olmayacak ve belki de Ermeni zulmü altinda otuz küsur yil esir hayati yasayan Susa sehrini ismini çok kisi duymayacakti.
Keske Azerbaycan’i, can Azerbaycan’in baska türlü duymus olsaydik, bilmis olsaydik!
Keza Saddam’in o mesum katliami olmadan da Haleçpe’yi, orada yasayan Müslüman Kürt halkini, kardeslerimizi baska zeminlerde ve farkli durumlarda tanimis olsaydik.
Keske, ABD Irak’i isgal etmeden de Felluce’yi, orada yasayan Arap Müslüman kardeslerimizi daha farkli ortamlarda tanimis olsaydik…
Keske, Esedlerin zulmü olmadan ve o zülme bazi Müslümanlarin dahli olmadan Suriye’yi ve halkini zulüm altinda degil de, gönenmis bir sekilde tanimis olsaydik…
Keske, onlarda bizi, kurdugumuzu israrla belirtikleri Kemalist karakterli Cumhuriyet rejimi ile bir görüp bizleri(tüm Türkiyeliler) Batililasmis, dinden çikmis insanlar olarak degil de, kendileri gibi Müslüman olarak görmüs olsalardi. Gerçi bu, gerek Arap baharini takip eden süreçte onlarin feryatlarina tüm toplum olarak kulak kabartip eyleme geçtigimizde, bizim de kendileri gibi Müslüman bir toplum ve ülke oldugumuzu anlamislardi.
Bastan beri Müslüman oldugumuzu bilen vardi, ama pek de yeterli degildi. Bir de var olan Kemalist rejim, hem bizlerin onlara yanasmamizi zorlastiracak ve hem de onlarin bizi tanimamalari için ideolojik engeller çikariyorlardi. Ama çok sükür istenen boyutta olmasa da, bu engelleri az çok asabildik. Ki, bu engellerin az da olsa asilmasinda, Özal dönemi ile AK Parti döneminde olusan sartlarda vaki olabilmisti. Bunu da unutmamak gerekirdi.
Zaten devlet bazli bir toplum oldugumuzdan maada, bize uygun bazi seyler devlet eliyle yürüyordu. Uzak akrabalar; Orta Asya’da kalan Türkler(Türkmen, Özbek, Kazak, Kirgiz vb.) Balkan Türkleri, Arnavutlar, Bosnaklar, bir bütün olarak Araplar, Hind alt kitasi Müslümanlari, Afrikali Müslümanlar vb. Yakin akrabalar ve kardes topluluklar; en basta Kürtler(Zazalar da dahil) bu topraklarda yasayan Arnavutlar, Bosnaklar, Abazalar, Gürcüler vb.
Dünya degisiyor, insan degisiyor, haliyle toplumlarda degisiyordu. O halde, var olan bu degisimden kaçilamayacaksa, uzakta kalan kalacak, ama yakinimizda bulunan kardeslerimizde hem Islam kardesligi ve hem de herkesin kendi fitri haklarina sahip olacak sekilde yasamalari için saglam bir toplumsal sözlesmeye ihtiyacimiz vardi. Bu sözlesmeyi yapmak, imzalamak ve bihakkin uygulamak için çaba sarf etmemiz gerekir.
-----------------------
Not; yazida “biz” vurgusu hen ne kadar Türk unsuru üzeriden degerlendirdigi düsünülecek olsa da, kastimizin salt Türklük olmadigi, yazimiz bir bütün olarak okundugunda anlasilacaktir.
(*)https://farklibakis.net/yazarlar/sait-alioglu-yazdi-anadolu-turk-ve-kurt-1/
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)