Türkçe Arapçayi karsilar mi ?
diye basladi o mühim(?)konusma ...
Islami ilimler için bir parça Arapça veya en azindan Osmanlica ögrenmeye gerek var mi
diye devam ediyordu...
Ben bu sorular ile birçok defa karsilasmistim hayat yolumda ...
Birçok defa izah etmeye gayret etsem de
artik meselenin bilgisizlikten degil,
bilmek istememekten kaynaklandigina çoktan kanaat getirmistim.
Hem soranin maksadi sormak degil ,
kendi inanmak istedigine dair deliller aramak olunca orada ilmi bir murakabe degil
nefsi bir münakasa hasil olur derler ...
Zira sorunun maksadi gerçekten ögrenmek olsa eline küçük bir Arapça Türkçe sözcük aldiginda dahi arapça'daki birçok kelimenin Türkçede anlamsal karsiliginin olmadigini, Türkçe'nin Arapçayi karsilayamadigini görebilirdi insan.
Fakat buradaki mesele bilgi eksikligi olmadigi için "ama"lar ile devam eden itirazlar, pesi pesine siralaniyordu dudaktan ...
Zira insan çogu zaman inanmak istedigi sekilde cevaplar arar, inanmak istedikleri dir pesinde kostugu argümanlar. Eksiklik bilgide degildi , neyi ariyorsa onu buluyordu bulanlar ...
Iste simdi meseleyi biraz deginmek istedigim noktaya kaydiralim, yani tüm bu arayislarimizin kaynagi olan " iç dünyamiza" . . .
Zira hyatta bilgi heryerde,
ucuz olusuda bundan ya ...
Insan çogu zaman hakikati, onun kendinde uyandirdigi sorumluluk hissini kabul edemedigi için kabul etmeye yanasmaz aslinda.
Mesela burada türkçe-arapça kiyaslamasinda insan eger ki arapçanin türkçe'den çok daha gelismis oldugunu kabul etse, Islami ilimlerin tam izahi ve idraki için gerekli oldugunu da kabul etmesi gerekmiyecek mi ?
Veya irkina duydugu siddetli muhabbetin sinirlarini sorgulama sorumlulugu hissetmiyecek mi ? vs. vs
Böyle nicesini sayabiliriz bu hakikatin bizde olusturacagi sorumluluk hislerini ...
Tabi bunlarin her birisi birer içsel sorumluluk ise beraberinde bir içsel hesaplasma da degil mi ?
Hah iste tam olarak burada dügümleniyor ya hersey ...
Kim kendisi ile hesaplasmayi göze alabilir ki ?
Evet böylelikle hakikat ile aramizdaki duvarlari aslinda kendimiz kendi iç dünyamizda nasil ördügümüzü görüyoruz degil mi ?
Kendi bilincimiz, kendi idrakimiz önündeki en büyük engel olur çogu zaman. Zihinsel konfor ve öz sorumluluktan kaçis hissidir
bunun temelindeki argüman.
Türkçe - Arapça tartismasi, insanin bu karmasik psikolojisi üzerine gidebilmemiz için sadece bir örnek hemde çok siradan.
Oysa insan , hayatini her an
bu ikilem ve çeliskilerde, iç çatismalar üzerinde devam ettirir, her an bu benlik ve hakikat müsaderesinde geçiyor zaman ...
Insanin dogru ve yanlis üzerine hakiki kemâli ise iste burada neticeleniyor Azizim ! ...
Zira unutma hakikat, sadece kendini tasaffi etmis zihinlerin hakkidir. Kemalat ise çok bilmek degil,
hakikati kabul edebilme erdemine, yani öz yeterlilige ermektir.
Hayat insanin afaki dünyasinda bir yolculuk bir ilerleme oldugu kadar,
ayni hayat insanin enfûsi dünyasinda da bir yolculuk ve ilerleme oldugu takdirde,
insan öz yeterliligi ve müstak oldugu kemalati bulacaktir.
Bu yoldaki yolcunun ilk anahtari ise, sik sik kendini sorgulamak olmali. Ben hakikati mi ariyorum yoksa kendi dogrularima deliler mi ? diyerek kendine sik sik sormali. Sonra aldigi cevap neticesi hakikatin bu sorumluluk baskisini asmali.
"Bunun hakikati budur gereklilikleri de vardir fakat insan eksiktir, binâenaleyh bende eksikligimi, kusurumu kabul edebilirim. Hem yüklendigim sorumluluk kadar gerçege erebildim " düsüncesi ile enfûsi yol açilacaktir ...
Vel hâsil Azizim, meselenin psikolojik (aslen Enfûsi derim) analizinden çikip, yolun kurallarini ögrendikten, hakikati kavrayabilecek bir zihin insaa ettikten sonra yolumuza, tekrar basladigimiz noktaya dönecek olursak.
"Kelimeler manalarin kiliflari dir" der ehli kelam,
bir linsanda kelimeler ne kadar nakis ise
mâna içinde tezahür edebilecegi bir kilif bulamadigindan o kadar nakis kalir.
Bu sebeple elbetteki Islami ilimlerin idraki için Islami terimlerin de idraki lazimdir.
Fakat bu sadece Islami ilimlere de münhasir degil. Fenne, sanata, edebiyat ve kültüre dair mananin tezahürü içinde, bir toplumda kelimelerin ve dilin gelismisligi mühim.
Ters den gelip bu iddiaya birde saglama yapacak olursak. Mademki kelimeler mânalarin kiliflari dir, mâna kelime ile hayat ve vücut bulur, öyle ise bir medeniyet veya bir neslin kelime dagarcigi ne kadar dar ise o kadar mânasiz ve rûhsuz olacaktir ...
Ecdadimiz bu sebepten ruhlarindaki asilligi Farsça, Arapça ve Türkçe yi harmanlayarak olusturduklari, medeniyetler üstü bir bir dil ile taçlandirmis.
Sonra kullandiklari dili, maddi manevi medeniyetlerinin kemalatina bu vesile ile basamak kilmis.
Ahh iste o sonra ki süreç...
Sonrasindaysa Türkçe'nin sadelestirilmesi adina yapilan inkilaplar neticesi sadelestirme çabalari, gayet açik ve net görüldügü gibi, basitlestirme neticesini vermis. Tabiki nâkis bir dile mahkum edilmis bir nesil ve toplumdan hâliyle mâna da çekilmis. Sîret gitmis , akil ve kalbin yüzü Sûrete düsmüs.
"Gözünü kapatan yalniz kendine gece eder" demis ehli hikmet ...
Bende derimki birazda kisa kesmek gerek ...
Iç ve dis dünyamizdaki yolculugun bilincinde olup zihinsel girdaplara takilmadan, hakikati kabul edebilme, aklimizin kalbimizin ve vicdanimizin nazarini hâkikatin ufkuna çikarip , hakikati oldugu gibi temasa edebilme erdemine erismek ümidiyle ...
Dua eder duanizi beklerim ...
(M. Cihad ULUÇ)
(Bu yazida yer alan fikirler yazara aittir. Hikmet Akademisi’nin bakis açisini yansitmayabilir.)