FİLİSTİN’E NASIL ZARAR VEREBİLİRSİNİZ ?– 1

Gazze’de yaklaşık dört ay süren soykırımın ardından ateşkes haberleri gelmeye başladığında tekrar aklıma geldi bu söz. Gazze bizim olgunluk çağımızın başlangıcı olabilir miydi? Eğer kendimize verdiğimiz zararlardan da biraz olsun bahsedebilirsek belki… Kendi elimizle içine düştüğümüz trajikomik hallere dair de konuşabilirsek, neden olmasın? Keşke…
FİLİSTİN’E NASIL ZARAR VEREBİLİRSİNİZ ?– 1
Peren Birsaygılı MUT
Peren Birsaygılı MUT
Eklenme Tarihi : 14.02.2024
Okunma Sayısı : 516

FİLİSTİN’E NASIL ZARAR VEREBİLİRSİNİZ ?– 1 

Aliya İzzetbegoviç şöyle der; Şimdiye kadar başkalarının bize verdiği zararlardan ve mağlubiyetlerden bahsettik.  Artık kendimize verdiğimiz zararları ve mağlubiyetleri konuşmanın zamanı. Bu bizim olgunluk çağımızın başlangıcı olacak.

Gazze’de yaklaşık dört ay süren soykırımın ardından ateşkes haberleri gelmeye başladığında tekrar aklıma geldi bu söz. Gazze bizim olgunluk çağımızın başlangıcı olabilir miydi? Eğer kendimize verdiğimiz zararlardan da biraz olsun bahsedebilirsek belki… Kendi elimizle içine düştüğümüz trajikomik hallere dair de konuşabilirsek, neden olmasın? Keşke…

Filistin’de 100 senedir süren haysiyet kavgasının bizim üzerimizdeki yansımalarına dair söylenecek çok şey var. Dört ay gibi kısa bir sürede yaklaşık 30.000 insan katledildikten sonra aynanın karşısına geçmemizi gerektiren çok fazla nokta var artık. Bir makalenin değil bir kitabın konusu olacak kadar çok şey hatta. Bunların hepsini tek tek yazmamız, konuşmamız ve üzerinde durmamız gerekiyor.  Zira bugüne kadar olan söylemlerimizin yeterli olmadığı açıkca ortaya çıktı Gazze’de. Sadece düşmanımızı eleştirmenin bize savaş kazandırmadığı çıktı ortaya. Siyonistler şöyle şeytan, İsrail böyle kötü diye yanıp yakılmanın yeterli olmadığı belli oldu. Hatta belki de Nekbe’den sonra ilk kez bu kadar açıkca görüldü bu. İlk kez böylesi sert bir tokat gibi çarptı bu gerçek yüzümüze.  

Aliya’nın olgunluk çağı olarak adlandırdığı şey de tam olarak bu işte. Birşeylerin geç de olsa farkına varmak. Hatalarımız üzerine konuşmaya ve tartışmaya başlamak. Hatalarımız basit birer hata olarak kalmıyor, zamanla dallanıp budaklanıyor ve Filistin davasına zarar veren bir hâl alıyor, bir halkın 100 senelik tertemiz mücadelesinin istismar edilmesine sebep oluyor çünkü. Aksi halde bana ne-bize ne der, geçmez miydik zaten? Nihayetinde seyyar satıcı peşinde koşan zabıta memuru gibi hata kovalayan bir tür salakça adanmışlık içinde değiliz hiçbirimiz. Ancak eğer yazarları şairleri sokak ortasında alçakça katledilen, çocukları yetim bırakılan, erkekleri-kadınları elektriksiz susuz yaşamaya mahkum edilen, yaşlıları dahi vatanından sürülen bir halkın mücadelesi söz konusuysa… Bu hataları ve doğurduğu istismarı görmezden gelmek mümkün mü?

Hayır görmezden gelmek mümkün değil. Telefonu kapatırken böyle söyledi 1. İntifada’dan bu yana aktif olarak direnişin içerisinde yer alan kıymetli bir Filistinli hocam. Ben söylemiyorum yani. Kendimle ilgili küçük bir parantez açmak istiyorum burada. Filistin’e dair bir şey yazar ya da konuşurken hiçbir zaman kendi şahsi görüşlerim değildir yansıttıklarım. Ya da birşeyleri kafamdan uydurarak konuşmamışımdır şimdiye kadar. 2010 senesinden bu yana neredeyse her gün konuştuğum, kimi yazar kimi şair kimi siyasetçi kimisi de Filistin’in çeşitli yerlerinde üniversite profesörü olan onlarca Filistinli hocamın, arkadaşımın kanaatleridir bunlar. Onlarla olan konuşmalarımızın, tartışmalarımızın, onların bana anlattıklarının sonucunda söylediğim şeylerdir. Bu onurlu mücadelenin başrolünde onlar vardır çünkü. Onlar bana anlatır, konuşuruz, hatta kimi zaman tartışırız da… Ben öyle yazarım, konuşurum. Bazen beklettiğim de olur yazdıklarımı bu nedenle. Aklımda en ufak bir şüphe varsa eğer bekletirim yazımı, yanlış bilgi vermemek ya da yanlış bir fikir yürütmemek için. Onları nasıl çok sevdiğimi anlatacak kelimem yok. Kimi zaman ansızın parlamamın, öfkelenmemim sebebinin altında yatan sebep de, kaybettiklerimin yerine koyduğum onlara karşı hissettiğim derin sevgi ve yoldaşlık duygusudur belki de bilmiyorum. Onların mücadelesinin zarar görmesini, istismar edilmesini istemeyişimdir… Bu dünyadan göçmeden önce özgürlük ve adalet mücadelesi veren sevdiğim insanların bir kez olsun kazandığını görme arzumdur belki de… Bunun için değil birşeyleri alevlendirmek, dünyayı yakmak bile mümkün. 

Filistin davası ölü çocuk bedenleri üzerinden anlatılamaz  

Acı çeken insanları, özellikle de çocukları görmenin önemli olduğu söylenir. Kimsenin, savaşın ortasındaki çocukların görüntülerine duyarsız kalmayacağı düşünülür çünkü. Hayatını kaybetmiş ya da acı çeken çocukları görenlerin, mağdurun yerine kendi çocuğunu koyarak, özdeşlik yapacağına inanılır. 

Ancak kim ne söylerse söylesin, Filistin davası ölü çocuk bedenleri üzerinden anlatılamaz. 

Çünkü İsrail tarafından katledilen Filistinli çocukların görüntülerini sosyal medyada paylaşmak Filistin'e katkı sağlamak değil aksine Filistin direnişini, rutin olarak ekran karşısında gözyaşı dökerek izlenebilecek burjuva tipi bir duygusal sömürü aracı haline getirmek demektir. Filistin direnişi burjuva direnişi değildir. İlk başlarda etkileyici gibi gelse de, zamanla kanıksanmasına sebep olur. Gördüğümüz artık sadece ölü bir nesneden ibarettir. Tarihin bir anına hapsolmuş ölü bir nesne.  Aynı anda hem rahatsızlık verici, hem de sıradan, yani alışılmış. İnsanı, eylem ile eylemsizlik arasında arafta bırakan bir durum. 

Ve ölü çocuk bedenlerini bir teşhir nesnesi gibi sergilemek, İsrail’in zulmünü değil bizim acziyetimizi gösterir aslında. Filistin’de yaşananlar konusundaki üzüntümüzün ve hassasiyetimizin değil çaresizliğimizin, tembelliğimizin göstergesi olur ancak. Bu mudur yani bunca sene sonra elimizden gelen? Müslümanlar böyle bir şeye tevessül edebilir mi? Çocuk bedenlerinin mahremiyeti ne olacak? Benzer pek çok soru sorabiliriz. 

Filistin davasına destek olmanın yolunun duygu sömürüsü ve ajitasyondan değil istikrarlı çalışma ve bilgiden geçtiği çok açıkken, küçücük çocuk bedenlerinin tespih gibi ortalara saçılması nasıl da acıdır. Oysa aşırı bir duygusallık içine girerek kazanılan hiçbir dava olmamıştır şimdiye kadar dünya tarihinde. Aksine fazla duygusallık daima kaybettiren birşeydir hayatta. Hele de karşınızda 100 seneden fazla bir süredir büyük bir disiplin ve ciddiyet içinde çalışan bir düşman varsa… Gözyaşı, kazanmak için yapılması gereken herşeyin üstüne bir hamaset örtüsü örter. Rahatlatır, sanki önemli bir şey yapmış hissi verir. İvan Gonçarov’un Oblomov’u gibi. Sabah kalkıyoruz, yatağımızda doğruluyoruz, ne olacak bu Filistin’in hali, bu çocukların hali, diye ağlayıp, geri yatıyoruz. Sosyal medyada oturduğumuz yerden birkaç çocuk bedeni paylaşıp, çok yorulmuşuz ne de olsa. 

Filistinli bir hocam seneler önce şöyle söylemişti; Hamaset ve istismar ikiz kardeş gibilerdir. Bir yerde hamaset varsa, orada mutlaka konunun istismarı ve kazanç da vardır.

Ayrıca bugün de ölü çocuk bedenlerinin fotoğraflarını paylaşarak, Müslümanların zayıf tarafını yani aşırı duygusallığını kullanan ve ardından astronomik ücretlere Filistin konferansları verenler olduğunu duyuyoruz. 7 Ekim’den önce Filistin konusunda tek bir makale bile yazmamış insanlar, Müslüman halkın neden etkileyeceğini çok iyi anlamış, zayıf noktasını kavramışlar, ölü çocuk bedenleri üzerinden rant sağlıyorlar ve ticaret yapıyorlar düpedüz.  

İşgalci İsrail, Filistinli çocukları kaçırıp organlarını satıyor. Bunlar ise çocukların görüntülerinden rant sağlıyor. İkisi arasında ne fark var? 

İşte o yüzden tam da burada, hamasetten ve duygusallıktan uzak durmamızın ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Filistin davasının en büyük cephelerinden birisi de, Filistin üzerinden aldatılmaya ve istismara karşı mücadele çünkü.

Yazının orijinali için bakınız: https://perenbmut.blogspot.com/2024/02/filistine-nasil-zarar-verebilirsiniz-1.html

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!