İmajı Bakımından İbn Sina: Entelektüel İmajın Sosyopolitik Arka Planı

Dimitri Gutas, İbn Sina üzerine bir makalesinde İbn Sina’yı “kendisinden önceki tüm eğilimlerin doruk noktasını temsil eden, kendisinden sonra gelen her şeyin ise kaynağı durumunda” bir düşünür olarak tavsif ediyordu. Her ne kadar bu iddia Gutas’la ortaya çıkmamış olsa da alıntılanan bu cümle eş-Şeyhu’r-reîs olarak bilinen İbn Sina’yı kavramak adına mühim bir zemin oluşturacaktır.
İmajı Bakımından İbn Sina: Entelektüel İmajın Sosyopolitik Arka Planı
Yusuf MANAV
Yusuf MANAV
Eklenme Tarihi : 29.05.2023
Okunma Sayısı : 896

İmajı Bakımından İbn Sina: Entelektüel İmajın Sosyopolitik Arka Planı

Dimitri Gutas, İbn Sina üzerine bir makalesinde İbn Sina’yı “kendisinden önceki tüm eğilimlerin doruk noktasını temsil eden, kendisinden sonra gelen her şeyin ise kaynağı durumunda” bir düşünür olarak tavsif ediyordu. Her ne kadar bu iddia Gutas’la ortaya çıkmamış olsa da alıntılanan bu cümle eş-Şeyhu’r-reîs olarak bilinen İbn Sina’yı kavramak adına mühim bir zemin oluşturacaktır. Nitekim mevzubahis iddianın zemini, bu denemenin temel sorusunu teşkil edecektir: İbn Sina, İslam düşünce geleneği içinde nasıl temel bir konuma yerleşmiş ve kanonik bir figür haline gelmiştir? Ancak bu deneme dahilinde ortaya konacak olan İbn Sina’nın düşünsel konumu değil, entelektüel imajının sosyopolitik arka planıdır. Denemenin temel iddiası ise İbn Sina’nın İslam düşünce geleneklerine tesirinde kimi mühim problemleri çözüme ulaştıran ve kapsayıcı bir felsefe sistemi geliştiren kendi düşünsel çabasının yanı sıra hayatında siyasal otoriteyle kurduğu ilişkinin toplumsal varlık kazanmasında bilfiil etkili olduğu ve bu yolla imajını şekillendirdiğidir.

Düşünürler, salt düşünürler olarak algılarımızda var olmazlar. Bilakis, tam da bu noktada düşünürün kendisi ile alımlanmasına dayalı imajı arasında bir ayırıma gitmek gerekecektir. Düşünürün kendisinden kasıt, somut bir birey olarak düşünürün bilişsel kapasitesi ve belirli bir zaman ve mekanda ortaya koyduğu entelektüel üretimdir. Ancak bu entelektüel üretim salt bir biçimde aktarılmaz ve alımlanmaz; düşünürlerin genel düşünce gelenekleri üzerindeki tesirleri de salt bir biçimde gerçekleşmez. En yalın anlatımla bir tesirin gerçekleşmesi için öncelikle düşünürün ortaya koyduğu metinlerin yaygınlaşması, okunması ve tartışılması, kısaca düşünürün kendisinin toplumsal bir varlık kazanması ve bir imaja sahip olması gereklidir. Bu süreç ise genel itibariyle düşünürün bilişsel kapasitesinin dışında kalır ve maddi koşullar üzerinden gelişir; düşünürün kendisi ve dışsal koşullar zemininde şekillenen imajı arasındaki ayırımın temeli burada yatmaktadır. 

 

İbn Sina özelinde değerlendirildiğinde de benzer bir durumla karşılaşılacaktır; İbn Sina’nın kendinden önce gelen eğilimlerin zirvesini teşkil ederek kendisinden sonraki entelektüel geleneklere kaynaklık etmesi bizatihi İbn Sina’nın entelektüel üretiminin kıymetinden yahut zekasından kaynaklanmamaktadır. Göz önünde bulundurmak gerekir ki İbn Sina ne denli büyük bir deha olursa olsun yahut tevarüs ettiği geleneklerin temel sorunlarını ne kadar iyi çözümlerse çözümlesin metinleri yaygınlaştırılmasa ve epistemik cemaatler tarafından okunmasaydı ismi zikredilen bir figür dahi olamayacaktı. Dolayısıyla bugün İbn Sina’yı algılama biçimimiz, salt düşünürün kendisinden kaynaklanmamakta, kazandığı toplumsal varlığın bir neticesi olarak varolmaktadır. Bu toplumsal varlık ise kendisinin erken yaşlarından başlayarak saray hekimliği görevlerinde bulunmuş ve hükümdar ailelerini tedavi etmiş olmasıyla yakından ilişkilidir. Hayatının sonraki dönemlerde vezirlik görevini de kabul eden İbn Sina, talebeler yetiştirmiş ve ilmi otoritesini siyasal sahada kanıtlamıştır. İddia edilebilir ki siyasal otoriteyle bu ilişkisi, öğretisinin, felsefi projesinin, metinlerinin tanınmasını ve yaygınlaştırılmasını sağlamıştır.

İslam toplumu içinde oluşum evrelerini tamamlamış kelam, akaid, fıkıh, hadis gibi dini ilimlerin yanı sıra Abbasiler dönemi tercüme hareketinin neticesinde ortaya çıkan felsefe literatürünü ve akli ilimleri tevarüs etmiş; eş-Şifa külliyatını, el-Kanun fi’t-tıbb’ı kaleme almış; varlık ve mahiyet, zorunlu mümkün ayrımları üzerinden geliştirdiği ontolojisi ile üniForm bir evren tasavvuru yaratmış İbn Sina, girişte de değinildiği üzere bu yazının kapsamı dışında kalmaktadır; nitekim kendisi olarak İbn Sina’ya dair salt aktarım düzeyindeki bu bilgiler kolaylıkla elde edilebilir niteliktedir. İslam düşünce tarihine İbn Sina’nın tesirini tartışmak için ise İbn Sina’nın felsefi projesinin ve onun total entelektüel üretiminin nasıl yaygınlaşabilecek bir zemin bulduğunu incelemek gerekir. Zira böyle bir yaygınlaşma sürecinin neticesinde İbn Sina düşünce geleneklerine tesirde bulunmuştur; özellikle Gazali ve Fahreddin Razi gibi eleştirmenlerin yanı sıra İbn Rüşd çizgisinin ve hatta Nasirüddin Tusi’nin İbn Sina ile girdikleri diyalog biçimi İbn Sina’nın tesirine delalet edecek biçimdedir; farklı zeminlere sahip düşünce gelenekleri, ama eleştirmek, ama geliştirmek ve savunmak suretiyle böyle bir ilişkiye mecbur kalmışlardır. Aşağıda Gutas’tan aktarılan tablo, İbn Sina’nın bu gelenek içindeki rolüne işaret eder.Metin ve öğretilerinin bilinmesi/yaygınlaşması bağlamında, imajı bakımından irdelendiğinde İbn Sina’nın siyasal otoriteyle/otoritelerle kurduğu ilişkiler büyük bir önem arz eder. Zira düşünürün bürokratlarla, hükümdarlarla kurduğu ilişki biçimi, entelektüel çabanın maddi koşullarına dair bilgi sunar. Hassaten, bilginin demokratik bir hüviyet taşımadığı ve matbaanın mevcut olmadığı bir dönemde entelektüel faaliyetin kendisi özel bir karaktere bürünmektedir; kitabın kendisi ziyadesiyle lüks bir ürün olup kütüphane sahibi olmak varlık sahibi bürokratlara has bir olgu iken okumak, ilim tahsil etmek, bilgi edinmek süreçleri de zorunlu olarak değişmektedir, çünkü “herhangi bir kimse”nin bilgiye ulaşımı söz konusu olmaktadır. Benzer bir biçimde telif edilen metinlerin yaygınlaşması da bu sürece dahildir; istinsah edilecek, çoğaltılacak, tedavüle girecek metinlerin rastlantısal bir şekilde seçilmeyeceğini varsaymak gerekir. 

İbn Sina daha hayattayken eserlerinin tedavüle girmesi, yaygınlaşması ve okunması bu doğrultuda düşünürün siyasal otoritelerle kurduğu ilişkilerden müteşekkil özel bir arka plana işaret eder. Bu arka planı, yani imajı bakımından İbn Sina’nın sosyopolitik arka planını anlamak için İbn Sina’nın siyasal otoriteyle kurduğu ilişkileri irdelemek faydalı olacaktır. Öncelikle İbn Sina’nın Samaniler’le erken yaşlarda kurduğu ilişki bu arka planın önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Nitekim felsefe ve tıp alanlarında genç yaşta şöhrete erişen İbn Sina’nın Samani hükümdarı Nuh bin Mansur’un ağır bir hastalığa yakalanması üzerine saraya çağrılması ve diğer hekimlerle çalışarak görece bir başarı elde etmesi daha on sekiz yaşındayken saray hekimliğine getirilmesine yol açmıştır. Bu vesileyle İbn Sina, oldukça zengin bir kütüphane olan Samani saray kütüphanesinden serbestçe yararlanma fırsatı bulmuştur; dikkat çekmek gerekir ki kütüphanenin kamusal alanın bir parçasını teşkil eden “halka açık” bir kurum olmadığı bu dönemde kütüphaneden yararlanmak da siyasal otoriteye yakınlığa bağlı olmaktadır. 

Babası Abdullah’ın vefatıyla (m. 1003) İbn Sina’nın siyasal ilişkileri de yoğunlaşmıştır. Nitekim Samani devletinin bu tarihlerde krize girmiş ve çökmüş olması, İbn Sina’yı da hükümdarlar tarafından himaye edileceği “güvenli” bir beldeye göç etmeye mecbur bırakmıştır. İbn Sina, Buhara’yı terk ederek ilkin Gürgenç’e gitmiş ve burada vezir konumunda bulunan ve akli ilimlerle ilgilenen Ebü’l-Hüseyin es-Süheylî, onu bölgesel bir yönetici olan Ali bin Me’mûn’a takdim etmiştir. Bu vesileyle Gürgenç’te kaldığı süre boyunca Emir Ali, İbn Sina’ya maaş bağlamıştır. 1012 yılında ise İbn Sina, Cürcan’a dönmüş ve burada nispeten rahat bir hayata kavuşmuştur. Nitekim Ebu Muhammed eş-Şîrâzî kendisine maddi imkanlar tanımış ve onun için bir ev satın almıştır. Talebesi Ebû Ubeyd el-Cûzcânî’nin kaleme aldığı biyografiye göre İbn Sînâ bu talebesine mantıkla ilgili el-Muhtasarü’l-evsat adlı bir kitap dikte ettiği gibi Ebû Muhammed eş-Şîrâzî için de el-Mebde ve’l-meʿâd ile el-Ersâdü’l-külliyye’sini yazmıştır. Ayrıca el-Kanûn fi’t-tıbb’ın başlangıcı ile Muhtasarü’l-Mecistî gibi birçok eserini burada kaldığı süre dahilinde telif etmiştir. İbn Sina’nın hekimliği yalnızca Samanilerle sınırlı kalmamıştır; Cürcan’dan sonra Rey’e giderek burada Büveyhi valisi Fahrüddevle’nin oğlununun tedavisini üstlenmesi, 10-11. asırlarda İran ve Irak’ta hüküm süren Büveyhilerle temasını kurmuştur. Ardından Hemedan’da Büveyhi hükümdarı Şemsüddevle’yi tedavi etmek için Büveyhi sarayında bulunmuş ve başarılı olmasının bir neticesi olarak kazandığı çokça mükafatın yanı sıra hükümdarla da yakın ilişki kurma fırsatı yakalamış ve prestijli bir konuma erişmiştir.

 İbn Sina, bürokrat ve aristokratlara hekimlik yaparak siyasi bir yakınlık elde etmenin yanı sıra bilfiil siyasi görevler de üstlenmiş ve hatta Büveyhiler’e vezirlik yapmıştır. Fakat ordu içi huzursuzlukların yol açtığı bir isyan esnasında İbn Sînâ yoğun bir tepkiyle karşılanmış ve hükümdar isyancıları yatıştırmak için onu görevinden uzaklaştırmıştır. Yeniden vezirlik makamına getirilmesi ise hastalığı ağırlaşan Şemsüddevle’nin kendisini tedavi etmesini istemesiyle olmuştur; vezirlik makamına eriştiği gibi çokça ikram ve iltifata nâil olmuştur. Akabinde İbn Sina, 1024 senesinde İsfahan’a geçmiş ve burada emir Alâüddevle tarafından vezirliğe getirilmiştir. Bu dönemde, Dânişnâme-i ‘Alâ’î adlı eserini kaleme alarak emire ithaf etmiştir. 

İbn Sina’nın bürokrasiyle kurduğu bu yakın ilişkinin entelektüel kapasitesiyle karşılıklı bir ilişki içinde bulunduğunu söylemek mümkündür. Zira bu başarısıyla ilmi otoritesini kabul ettirdiği gibi siyasal iktidarla ilişkisi de entelektüel imajına katkı sağlamış ve onu dönüştürmüştür. İbn Sina’nın emir ve hükümdarlar için eser telif etmiş olması ve saray meclislerinde alimlerle karşılaşması entelektüel manada toplumsal bir varlık kazanmasına yol açmış ve onu bu manada düşünce sahasında bilinen, tanınan ve okunan kanonik bir figür haline getirmiştir.

 Her ne kadar İbn Sina Fahreddin Razi kadar geniş talebe çevrelerine sahip bir düşünür olmasa da vezirlik yaptığı yıllarda talebe de yetiştirmiştir. İbn Sina’nın toplumsal bir varlık kazanmasında yetiştirdiği talebelerin de görece öneme sahip olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim eserlerinin okunması, yaygınlaştırılması, dikte edilmesi gibi süreçlerde talebeleri bizzat rol oynamışlardır ki bu rol, İbn Sina imajının maddi koşullarına işaret eder niteliktedir. Özellikle biyografisini kaleme alan ve birkaç eserini dikte eden Cüzcani’yi bu talebeler arasında zikretmek gerekir. Gündüzleri devlet işleriyle meşgul olduğu gibi gece vakitleri de ders vermiş, özellikle eş-Şifa ve el-Kanûn fi’t-tıb gibi eserlerinin yazılmış bölümlerini talebelerine okutmuştur. Bu talebelerin kimlikleri malum olmamakla beraber aralarında Ebû Abdullah el-Ma‘sûmî, Ebû Mansûr İbn Zeyle ve Behmenyâr b. Merzübân el-Âzerbaycânî’nin bulunduğu nakledilmektedir. Özetle, siyasi otoriteyle bağlantılarının bir sonucu olarak yetiştirdiği bu talebe çevresinin varlığı da, İbn Sina’nın metinlerini ve öğretilerini yaygınlaştırma bağlamında entelektüel bir figür olarak toplumsal imajını şekillendirmiştir.  

Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki İbn Sina’nın İslam düşünce geleneği içinde merkezi bir konuma yerleşmesi, yalnızca bireysel bilişsel kapasitesinin üstünlüğünde ve felsefi projesinin başarısında aranmamalıdır. Zira bu metinler ve öğretiler bütünü, herhangi bir gelenek üzerine tesirde bulunmasına öncel bir biçimde yaygınlaşmış, bilinir ve tanınır olmalıdır. İbn Sina’nın böyle mühim bir tesire sahip olması da neticede kazandığı toplumsal varlığın ve bu yolla şekillenen imajının bir neticesidir. İbn Sina’nın imajı ise, siyasal otoriteyle kurduğu ilişki biçimlerinin bir sonucu olarak şekillenmiştir. İlmi ve hekimliğiyle bürokrasiye yakın olması ve bilfiil vezirlik görevini üstlenmiş olması, İbn Sina’nın hassaten epistemik cemaatler arasında tanınırlığını artırmış ve bu şekilde kapsayıcı bir niteliğe sahip felsefi projesi geniş bir düşünce çizgileri yelpazesince okunmuş ve kendisiyle diyaloğa girilmiştir. Nitekim İbn Sina, hükümdarların yanında onlara eserler ithaf ederek ve meclislerindeki alimlerle görüşme fırsatı yakalayarak ilmi otoritesini sağlamlaştırarak ispat etmiştir. Bunun yanı sıra yetiştirdiği talebeler eserlerinin yazılması ve öğretisinin yaygınlaştırılmasında önemli bir rol üstlenerek bu imajın maddi koşullarını oluşturmuşlardır.

YORUMLAR
YENİ YORUM YAP
güvenlik Kodu
EDİTÖRDEN
Bizimle sosyal ağlarda bağlantı kurun!