Biz küçükken ne de sen sakraktik. Ne de mutlu ve neseliydik. Çamurdan ev, taslardan misket yapar oynardik. Buldugumuz ise yaramaz naylonlarla, kisin o buz kesen havasinda kayar eglenirdik. Çocuktuk ve mutluyduk. Birbirimize kizsak da iki dakika sonra; sey sunu söyle yapalim mi pismanligina günes gibi parlayan gözlere ve siralanmis bembeyaz dislere sahiptik.
Çok büyük dertlerimiz yoktu. Küçükken; küçük dertlerimiz, küçük acilarimiz vardi. Çelik çomak oynarken düstügümüzde, dizimizin kanayan yarasi acimazdi. Acisa da hemencecik kabuk baglar, birkaç güne yeri bile belli olmayacak sekilde iyilesirdi. Kaybolan oyuncaklarimiz(!) bile yoktu ki hayiflanalim…
Aglamalarimiz; bir yerlere gittiginde annemiz, bir de çobanlik yaparken kaybettigimiz ve sonra da hemencecik buldugumuz kuzularimiz içindi…
Yaptigimiz yaramazliklar simdiki gibi KALP kirmalarimiz degildi… Yaramazliklarimiz bahçe ve bostanlarda kaçirdigimiz elma, üzüm ve salataliklardi…
Kirdiklarimiz sevdiklerimizin KALBI degil, evin bir tarafinda duran ayna ya da cam bardaklardi…
Isledigimiz suçlardan, en sevdigimiz arkadasimizin ya saçini çekmekti ya da kolunu isirmaktan duydugumuz pismanlikti… Büyük suçlar islemeyecek kadar küçüktük.
Peki ya simdi?
Yaralarimiz ne kadar da büyüyerek degisti… Bir o kadar derinlesti ve bir o kadar da basini aldi gitti… Tamiri mümkünsüz CAN kiriklarimiz, YAMA tutmaz hatalarimiz ve su götürmez KIR’lerimiz…
Sanirim, dünya biz büyüdükçe kirlendi… Ve bunu da kendi ellerimizle gerçeklestirdik…
Oysa ki bilmez miyiz aslinda sukutun kelimelerden daha agir oldugunu? Bilmez miyiz kelimelerin kalpten geçtigi gibi agizdan çikmadigini… Aslinda ne kadar tasarlarsak tasarlayalim bir seylerin noksan kaldigini bilmez miyiz? O halde izahata gerek var mi acaba?
Aslinda biraz susmayi becerebilsek mi acaba? Kendimizle bas basa kaldigimiz da, bu sefer tamam diyebilmeyi düsünsek olmaz mi? Kim kardesinin bir hatasini gizlerse Allah kiyamette onun hatalarini gizler düsturunu hatirlasak olmaz mi?
Aklimizdan geçirip de resmigeçit yaptirmadan gönlümüzden dökülüverse de sözcüklerimiz ve karsimizdakileri kirmazsak olmaz mi?
Yarin, yarindan sonra ve bütün yarinlar oldugunda unutmalar olsa da yaralarimiz sarilsa olmaz mi acaba? Yoksa bütün bunlara ragmen son bir hamle yapip bütün kelimeleri dilimizin ucuna mi getirsek? Ama…
Kelamin isin sirrini bozup bozmayacagina karar veremiyoruz degil mi?
Aslinda kelimelerin her seyi izah edemeyecegini de düsünmüyoruz degil mi?
Her seyin daha kötü gideceginden mi korkuyoruz ne?
Yoksa bu çaresizlik içinde yine içimizde ne varsa konusmaya tesebbüs etmeyi mi kararlastirdik?
Aslinda karsimizdakine nasilsin sorusunu sormak mi, nasilsin sorusuna cevap vermek mi daha zor düsünemiyoruz…
Öylesine düsünürken oyalanmalarimiz “kalk git” manasina gelmiyor degil mi?
Ama biliyorum ki seslerimizdeki titremeler, ses tellerimizdeki rahatsizliktan dolayi degil…
Yüzlerimizin al al olmasi da öyle.
Gözlerimizin dalginligi uykusuzluktan, yüzlerimizin solgunlugu yorgunluktan degil elbet… Söyleyemedigimiz kelimeler, bilmedigimizden degil bogazimiza dügümlenen söylemlerden olsa gerek…
Bizler konusmasak da birbirimizi biliriz aslinda ve anlariz ne demek istedigimizi…
Içten içe içimize konusuruz, hafizalarimizdan geçenleri, gönlümüzden geçenleri. Bende kalsin olmaz! Karsimizdakiler okur ve söylerler….
Söylemesek de duyariz birbirimizi…
Biliriz konusmalarimizin zor ve kelimelerin kifayetsiz kaldigini. Büyüdükçe bunu da ögrendik…
Yazsak da konussak da meramimiz anlasilmiyor… Bir seyler kaliyor geriye ama kelimeler kalmiyor izahat için… Belki de konustukça uzaklasiyoruz, konustukça unutuyoruz ve konustukça kuracagimiz söz parçalari bizden kaçisiyorlar…
Peki, sustukça is hal oluyor mu ki?
Hayir hayir! Sustukça, dertler büyüyor bu defa. Yutkundukça kelimelerimiz dügüm dügüm oluyor, yumru oluyor, lokma oluyor kuru ve iri…
Ve sessizlik konusur. Harfsiz, lal bir dil olur insan…
Ve bir söz yazilir buz üstüne, bir söz çizilir de insan binlerce sey hisseder lakin kelimelerle açiklayamaz…
Sessizlik konusur. Harfsiz ve de lal bir dil olur insan…
Belki de bir umudu sakliyoruz içimizde… Bir dahaki sefere diye diye geçistiriyoruz hayati… Bir dahaki sefere hep umut oluyor, hep çare olsun diye hep kaçiyoruz…
Bazen dogrulardan, bazen kendimizden, bazen dostumuzdan… Kaçislar bir liman oluyor…
Öyle limanlar ki terk edilmis sandallarla dolu; sakin, sessiz ve sensiz… Martilardan bile mahrum…
Yalnizliklardan çikmanin yollarini arariz çogu zaman… Yalpalariz, bazen basarisizliklar bazen basarilar engel olur…
Bu sefer hadi bir daha be arkadas ya… diyorum/uz diyorsun/uz… Çünkü senin gördügün rüyalarin aynisini ben de görüyorum da ondan sen konusuyorsun, ben susuyorum…
Gözlerin siyahsa geceden, maviyse gündüzden, yesilse baharin mustulugundan, sariysa yazin en parlak günesini hemen oracikta bulabilirim.
Anlayacagin senden olan bitenden haberdarim. Sakin nereden biliyorsun deme… Ben kendimi yani bizi bilmez miyim?
Benden ben biziz, senden sen benim ve ben de benim biliyorsun degil mi? Artik sen anliyorsun…
Dünya; acaba biz büyüdügümüz için mi kirlendi?
Yoksa dünya mi kirletti bizi biz büyüdügümüzde…
SIDDIK KARADUMAN
Hüseyin ttas
Acaba bunlar neden oluyor birilerinin bilmedigimiz bir nhirslarimi varda bize yansiltilmiyor