CENNET EHLİNİN HOCASINI RABBİMİZE UĞURLADIK...
Uzun yıllar ilkokullarda günahsız sabilere öğretmenlik yaptığı için kendini cennet ehlinin hocası olarak tanımlıyordu. Çocuklar ve gençler, Rıfat Hocamı kendinden alıyordu. Nerede bir çocuk veya bir genç görse yüzünde güller açar, gönlündeki ışıltılar gözlerinde bir ışık hüzmesine dönüşürdü.
Gençler anlaşılmıyorlar, anlayamıyoruz onları diyordu. Bir defa olsun gençlerden dert yandığına şahit olmadım. O zaten hep çuvaldızını kendine batırırdı.
O, cennet ehlinin hocası olduğu kadar aslında çok iyi bir talebeydi. Ve öyle bir talebelik ki, sekeratı mevtine kadar inançla, azimle, kararlılıkla sürdürülmüş bir talebelik. O, okurken kitabın altını çizer, notlar alır ve bunları dostlarıyla mütaalaa ederdi. Son bir kaç ayında dahi, okuduğu mealden, ve 2 ciltlik Esmaü'l - Hüsna kitabından aldığı notları kadim dostu Abdullah Kayhan Hocamla paylaştığını cenaze namazı sonrası yapılan tezkiye konuşmasında öğrendik. O, huzura derdi davası olan bir talebe olarak gitti.
O, "Kur'an'ın ve onun hayata aktarımı olan Efendimiz'in (SAV) sünneti seniyyesine sadakati en büyük izzet, şeref, onur kabul etmişti. Ruhunu, gönlünü, zihnini Kuran'ın nuru ile tezyin eylemişti. En büyük kariyer planı; şu gök kubbede hoş bir sadâ bırakarak, hayır ve dualarla anılarak razı olunmuş bir kul olarak huzura varmak ve meleklerin " Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" nidasına muhatap olmaktı. Bunun içindir ki, her türlü fedakarlığa katlanırdı, kendini dahi feda etmekten imtina etmezdi; ama değerlerini, ilkelerini asla.
İmanı kâmil bir mü'mindi. Efendimiz'in (SAV) ahlâkı olan Kuran'ı hayatına ilmek ilmek işlemeye gayret sarf ediyordu. Alemlerin yegâne sahibi olan Rabbimizin insanla kurduğu ilişki, iletişim ve bunun yansıması olan Efendimiz'in (SAV) arkadaşlarıyla, gençlerle, çocuklarla kurduğu ilişki tarzı hep dikkatini çekerdi. Bu ilişkiye dair örnekleri anlatırken duraksar, gıpta eder ve “ya biz... ya biz” diye hayıflanırdı.
Meal okurken ebeveyn-evlat ilişkisindeki hitaplar dikkatimi celbetmişti. Rabbimizin; Hz. Meryem'in yetiştirilmesindeki inceliği ifade etmek için "Rabbi onu bir çiçek gibi yetiştirdi" (Ali İmrân/37) ifadesini; Hz. Yakub'un, (Yusuf/5) Hz. İbrahim'in (Saffat/102) Hz. Lokman'ın çocuklarına, (Lokmân/13) ve hatta Hz. Nuh'un iman etmeyen oğluna "YAVRUCUĞUM"(Hud/42) diye hitap etmesine karşın; Azer'in, oğlu İbrahim'e "Ey İbrahim" (Meryem/46) diye hitap ettiğini; bütün bunlarla birlikte; Hz. Yusuf'un (Yusuf/4), Hz. İsmail,'in (Meryem/42-43-44), Hz. Şuayb'ın kızının (Kasas 26) babalarıma "BABACIĞIM diye hitap etmelerine mukabil; Hz. Yusuf'u kuyuya atan kardeşlerinin ise Hz Yakub'a "Baba" diye hitap ettiğini (Yusuf/11) belirten ayetlerdeki inceliği kendisiyle paylaştığımda, yitiğini kaybetmiş bir mü'min gibi "Kadirciğim... İşte bu, işte bu... Bak, Rabbimiz bizi nasıl terbiye ediyor, üslubumuza nasıl bir incelik kazandırıyor" derkenki mutluluğunu nasıl unutabilirim.
Akl-ı ve Kalb-i selim bir mü'mindi. Hislerinin, duygularının kendini esir almasına asla müsaade etmez, itidali elden bırakmaz, hakkaniyetten ayrılmazdı. Amacı hep üzüm yemekti, hiç bir zaman bağcıyla işi olmazdı.
Empatiye önem verirdi. Bir de onu dinlemek lazım derdi. Acele karar vermez, teenni ile hareket eder, konuyu siyakıyla-sibakıyla dinlemeden, öğrenmeden hüküm vermezdi.
Hikmet ehliydi. Olaylardan, hadiselerden öte bunların arkasında murad olunan hikmeti aramaya gayret ederdi. "Hayır gördüklerimizde şer, şer gördüklerimizde hayırlar olabileceğini" sürekli vurgular, hikmete ram olurdu.
İletişimin gücüne inanırdı. "Kardeşlerinizin arasını düzeltin" emri ilahisini her daim düstur edinirdi. Fitneye, fücura pirim vermez hak bildiğini söylemekten imtina etmezdi.
Hakk'ın hatırını her şeyin üzerinde tutardı. M. Akif'in şiirindeki dizelerin mücessem haliydi adeta... Halimdi; ama asla uysal bir koyun değildi. Kesilirdi belki, fakat çekmeye gelmezdi boynu. Adam aldırma geç git, diyemezdi. Aldırırdı, çiğnerdi çiğnenirdi, hakkı tutar kaldırırdı. Zalimin hasmıydı; amma severdi mazlumu. Dünyanın neresinde kanayan bir yara görse, yanardı ta ciğeri...
Zevk-i selim sahibi bir gönül insanıydı. Estetiğe, zerafete, letafete, nezakete, nezahete çok ihtimam gösterirdi. Marifete iltifat etmek onun en belirgin özelliklerinden biriydi. "Allah işini en güzel şekilde yapanları sever" derdi. Yapılan iş her ne olursa olsun, o işin hakkının verilmesi gerektiğini söyler; mezara toprak atmanın bile bir adabı olduğunu vurgulardı. Estetik, nezaket, zerafet, letafet adına ne varsa dikkatini çekerdi. Neler dikkatini celbetmezdi ki... Bir manavın tezgâhını dizerken gösterdiği özen, bir bakkalın tebessümü, bir şoförün yayaya yol verirken ki jest ve mimiği, bir doktorun veya hemşirenin hastasına gösterdiği ilgi ve alâka, bir öğretmenin öğrencisiyle kurduğu empati, bir vaizin üslubundaki incelik, selam verilirken ki ses tonu, sohbet sırasındaki muhatabın bakışları, bir yaşlıya gösterilen hürmet, bir çocuğa gösterilen şefkat, bir sokak hayvanına gösterilen merhamet, bir ağacın budanışıdaki, bir meyvenin dalından koparılışındaki rikkat... Ve daha neler neler... İltifatta cok cömertti hele hele çocuklara ve gençlere...
Evini, yuvasını, ailesini çok severdi. Torunlarından bahsederken görmeliydiniz mutluluğunu. Malatya'yı panoramik gören terasında envai çeşit güller, çiçekler yetiştirirdi. Deprem sonrasında hasret kaldığı gülleri onu son yolculuğunda yalnız bırakmadı. Kabri gül sularıyla bezendi.
Şefkat ve merhamet abidesiydi. Nerede bir mazlum, bir fakir- fukara, bir garip gureba, bir yetim-öksüz duysa onu kendine dert edinirdi. Bir derde derman, bir yaraya merhem, bir sadra şifa olmak için didinip dururdu. Belki de en huzurlu olduğu anlar da bu anlardı.
"Ameli salih dediğimiz şey; incitmeden, hissettirmeden, karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek insanların hayatına dokunmaktır" derdi. Merhum Cemil Meriç'in; "Daha fazlasını bekleyerek yapılan iyilik tefeciliktir" sözüne atıfta bulunurdu. İyilik adına her fırsatı değerlendirmeye çalışır, tanıdık tanımadık demeden hayatlarına dokunduğu nice insanın hayır dualarıyla ahiretini mamur etmeye gayret gösterirdi.
O; çok vefakârdı. 1970 lerin sonu, 80 lerin başında taksicilik yaptığı dönemde, ayrı dünyaların insanı olsa da, iyiliklerini unutamadığı ve kör bir kurşuna kurban giden arkadaşı Fuat'ın ismini biricik oğluna verecek kadar kadirşinastı. 40 yıl sonra dahi, iyiliğini gördüğü arkadaşından güzellikle bahsederken duygulanır ve yutkunurdu.
Emeklilik sonrası özel okullarda öğretmenlik yaptı. O sadece ögrencilerin Rıfat Hocası değil; hocaların da Rıfat abisi, Rıfat Hocasıydı. Çimentonun harcı tuttuğu gibi bir ve beraber tutmaya çalışırdı kardeşlerinden ayırmadığı çalışma arkadaşlarını. Eğitimin bir ticari faaliyet, öğrencilerin birer müşteri olarak görülmesine asla tahammül edemezdi. O, öğrencileri toprakla buluşan tohuma, fidana; ögretmenleri gül yetiştiren bahçıvana benzetirdi. Onun için öğretmen toprak gibi mütevazı ve cömert olmalıydı. Bıkmadan, usanmadan, bağrını açmalıydı tohuma, fidana.
İnsan acelecidir, ektiği tohumun, diktiği ağacın meyvesini hemen görmek ister. Meyvesini tatmayacağı ağaca emek vermeyen modern insanın zıddına O, insan emek ister. Emek ise sabır. Tohumu ekmek bizden, yeşertmesi Allah'tan derdi. İnandığı için emek verirdi, sabrederdi. Muvaffakiyetin Rabbimizden olduğunun bilinciyle sonuca değil, sürece odaklanırdı.
Binbir özenle yetişmelerine katkı sunduğu tohumların filizlenmesi, fidanlarının dal budak salması ise onu çok mutlu ederdi. Son yolculuğunda, gözü yaşlı talebelerini görünce duygulanmamak mümkün müydü? Rabbim, hocamın ektiği tohumları, diktiği fidanları rızana vesile eyle...
Dostluğa, kardeşliğe önem verirdi. Mü'minlerin derdi ile dertlenirdi. Hastalığının en çetin dönemlerinde dahi, kendi derdiyle ilgili bir şeyler konuştuğuna sahit olmadım. Sadece inşallah daha iyi olacağız der geçiştirirdi. Konuyu mutlaka ama mutlaka ümmetin özelinde insanlığın yaşadığı sıkıntılara getirir, derin bir iç çeker, sessizliğe bürünür, ne yapabiliriz diye kafa yorardı.
Elhâmdulillah... Dostları da onu son yolculuğunda yalnız bırakmadılar. Binlerce mahzun gönül Rıfat Hocalarını Şehir Mezarlığı'nda hüsnü şehadetleriyle, hayır dualarıyla , göz yaşlarıyla son yolculuğuna uğurlarken, bazı kardeşleri, dostları da Kâbe'de, Mescidi Nebevide, Ravzai Mutahhara'da kıldıkları gıyabi cenaze namazlarıyla görevlerini ifa ediyorlardı.
Farklılıklarda rahmet arayan bir münevverdi. İstişareye çok önem verirdi. Konuşmaktan daha çok dinlemeyi yeğlerdi. Dinlerken muhatabına cevap yetiştirmenin derdinde olmazdı. Pür dikkat kesilir, can kulağıyla dinler, bakışlarıyla, jest ve mimikleriyle sürece katılırdı. Haklı çıkmak için uğraşmazdı. Düşüncelerini dikte etmezdi. Amacı bir doğruya, bir hakikate ulaşmaktı. Hakikatin merkezine hiç bir zaman kendini koyma zehabına düşmedi. Düşüncelerini ifade ederken "okumalarım ve tecrübelerim bana şunu diyor... Tabii ki en iyisini Allah bilir..." derdi. Kimin söylediğinden öte ne söylendiğine ve nasıl söylendiğine odaklanırdı. "Söyleyene değil, söyletene bak" ondan sıklıkla duyduğum bir cümleydi.
Kendini anlık değişen gündemlere kurban etmezdi. Onun beraberinde götürdüğü, kendine ait bir derdi, bir gündemi vardı. Onun gündemi, derdi, davasıydı.
3 D kuralı olarak Formülize ettiği nasihati "çocuklarıma, aileme, ve mü’min kardeşlerime vasiyet" olarak bırakıyorum." "1) Dinimizi kaynağından yani Kuran'dan ve sünneti seniyyeden öğrenin, 2) Dünya'yı tanıyın, Pergel metodunda olduğu gibi ayaklarınızın bastığı yer ülkemiz olsun; ama büyün dünya ile bir bağınız olsun. Var olduğunuz toplumu, şehri, ülkeyi anlamadan dünyayı; dünyayı tanımadan da hayatımızı idame ettiğimiz ülkeyi, şehri, toplumu anlayamazsınız." 3) Devletimizi iyi tanıyın. Devleti siyasi iktidar olarak algılamayın. Devleti bütün sac ayaklarıyla beraber bir bütün olarak okumaya, algılamaya çalışın" demişti.
Tabiat ile çok barışıktı. Rabbimizin varlık aleminde oluşturğu makro armoniyi, o ruhunda meczetmişti. Bunun için; gecenin sessizliği, gündüzün aydınlığı, mehtaplı gecelerin dinginlik bahşeden huzuru, seherin sekineti, güneşin parıltısı, ay'ın şavkı, rüzgârın esintisi, yağmurun tınısı, toprağın kokusu, dağların heybeti, toprağın tevazusu, derenin şırıltısı, tohumun başak salması, ağaçların çiçek açması, yaprakların sararması, bülbülün şakıması, kuzunun meleyişi, karıncaların azmi ve bütün bunlar arasındaki armoni onu, O'na götürürdü.
Çocukluğundaki, gençliğindeki mahalle kültürünü hep özlemle yâd ederdi. Banazı'nın, Kileyik'in, Gündüzbey'in, Çırmıktı'nın, Bostanbaşı'nın nostalji kokan ve artık tarih olan sokaklarında gezerken mutluluktan neredeyse uçacaktı. Çat kapı gittiğimiz; bahçelerinde şarıl şarıl derelerin aktığı, envai çeşit ağacın meyveye durduğu, rengârenk çiçeklerle süslenmiş, her köşesinde nice anıların biriktirildiği müstakil, cumbalı, kerpiç evlerin avlusunda, üzüm asmalarının altında, ahşap bir divanda, demir bir somyede hayatında ilk defa karşılaştığı insanlarla bir bardak çay eşliğinde muhabbet ederken yine "Evet Kadirciğim işte bu, işte bu" diyordu.
Mahalle kültüründen, geniş ailelerden, müstakil evlerden yetişmeyen çocuklar ve gençler için üzülürdü.
Şimdi yüreğindeki çocuğu ve gözünün nuru, gönlünün süruru gençleri bize emanet ederek ayrıldı aramızdan. Ne büyük bir sorumluluk bıraktı arkasından, ahh bilebilsek...
Evet, bu dünyadan bir Rıfat Hoca geçti. Hayatın binbir zorluğuna, dünyanın onca çirkefliğine rağmen imanıyla, ahlâkıyla, nezaketiyle, nezahetiyle, letafetiyle gök kubbede hoş bir sadâ, gönüllerimizde silinmez izler bırakarak çok sevdiği Rabbimize göç eyledi.
Yaşlı gözlerimiz, hüzünlü gönüllerimizle dua etmekten başka elimizden ne gelir ki...
Rabbim biz razıydık sen de razı ol ve ebedi rızana mazhar kıl. Biz incinmedik sen de incitme. O merhametliydi, sen ise merhametlilerin en merhametlisinin. Hocamıza rahmetinle, mağfiretinle, merhametinle muamele eyle. O cömertti, sen ise cömertlerin en cömertisin. Kendisine cennetinde sonsuz nimetlerinle ikramda bulun. Ailesiyle, sevdikleriyle, dostlarıyla, ögrencileriyle, hocalarıyla, kardeşleriyle Havz-u Kevserinde bir ve beraber eyle. Bizleri de hocamızın emanetlerine sahip çıkmaya muvaffak eyle... Amin amin amin... Ya Muin...
İhsan Yalçın
Rıfat hocamız için çok güzel bir yazı yazmışsınız, elinize canınıza sağlık. Allah cc sizden, Rıfat Hocamızdan ve bütün müminlerden razı olsun inşaallah.