ŞEHRİN YÜZÜ, ÇARŞILARIN HÜZNÜ /3
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
Gölgem gibi demiyorum
Çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da
Ellerim ayaklarım gibi de değil
Uykudayken yitirirsin elini ayağını
Ben hasreti uykuda da yitirmiyordum
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
Açlıktı, susuzluktu demiyorum
Sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil
Giderilmesi imkânsız bir şey
Ne sevinç ne keder
Şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz
İçimdeydi dışımdaydı
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden
Zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan
Hasretten gayrı / Nazım Hikmet
Şehrin en hüzünlü anı, yıkımın miladı, dört şehrin dört hikâyesi, hepsi kedere dair bir takvim. Hâlâ kendine gelememiş, kendinden gidenlere yas tutamamış, acısını, sızısını tam yaşayamamış şehirler. Tutkusunu yitirmiş, dağınık bir gazel gibi. Söz söyleme sırası kendisine gelişin istemeyen bir suskun edasında. Upuzun bir cadde, kimsesiz, her akşam korkarak izliyor gün batımını. Bir eli kalbinde, kalp ağrısı yaşıyor.
Malatya’da İnönü Kapalı Çarşısı önünden İstasyon Virajı’na kadar olan cadde, İnönü Caddesi adını taşıyor. Şehri boydan boya geçen nadir caddelerden biri. Şehrin iskeleti, omurgası sayılıyor bu cadde. Sağlı sollu birçok mekân bu caddede yer alıyor. Eskilerin deyimi ile şehrin künyesi gibi, mekânların hası burası. PTT binası, Ziraat Bankası, lokantalar, büyük mağazalar, Sanat Sokağı, Büyükşehir Belediyesi, Öğretmenevi, İstasyon, Eğitim Araştırma Hastanesi bu caddenin kenarında bulunuyor. Törenler, geçitler, festival yürüyüşleri, konserler hep burada. Şehre dair söylenen her şey bu caddenin tarif ettiği mekânlarla ilişkili.
Geçen hafta Malatya’ya gittim. Şehirde büyük boşluklar oluşmuş, adeta tarlaya dönen yerler var. Mekânların büyük çoğunluğu ya yıkılmış, ya da ağır hasarlı, yıkımı bekliyor. Çevre yolundan geçince bunu fark edemezsiniz, ancak şehrin içine girince durumun vehameti daha iyi anlaşılıyor. Bir kez daha deprem geçiriyor insan. Caddenin kenarlarına konumlandırılmış konteynerler göze çarpıyor sonra. Caddedeki yıkım sizlere kendi diliyle ağıt yakıyor adeta.
Bu caddede 28 yıl boyunca yürüdüm, mekânlarında oturdum. Büyük Baharatçısına uğradım, kitapevlerine sohbet ettim, çayhanelerinde çay içtim. Bir caddeden fazlası burası. Şehrin en bilinen yeri, şimdilerde en yalnız ve perişan yeri.
Mekândan edebiyata, edebiyattan mekâna yolculuklar vardır; yaşanmışlıklar bu yolculuğu dolduruyor. Yürürken bu caddede eski zamanlar kulağınıza fısıldıyor. Uzun yıllar boyunca görev yaptığım Kız Meslek Lisesi de bu caddenin en gözde, en kalabalık dörtyolunda. Yukarıya Emeksiz’e çıkılıyor, aşağıya çevre yoluna. Solunda Valilik Binasına ve Kanalboyuna gidersiniz, sağında İstasyon’a kadar uzar gider cadde.
Malatya’ya yaptığınız her yolculuk, bundan sonra depremle anılacak muhtemelen. Bir de burada yaşamışsanız, zaman geçirmişseniz, hatıralarınız, dostlarınız, arkadaşlarınız, yakınlarınız varsa şehrin hüznüyle bir kez daha hüzünleneceksiniz demektir. Çünkü bir cadde tek başına sizleri alıp başka yerlere taşıyacaktır. Belki her gidişte şehir biraz daha yabancılaşacak, tabelalar, mekânlar değişecek. Çarşının sosyolojisi, havası değişecek elbette, daha vahim olanı yerinde dönüşüm için şehrin hafıza mekânlarının tekrar inşa edilmeyecek olması daha büyük bir yabancılaşmanın habercisi olabilir.
Cadde eskiden, gece yarısı belediye ekipleri tarafından yıkanırdı. Sabah çarşıya inerken tertemiz ve güzel kokardı. Caddede sabah yürümek keyif verirdi insana. Simitçiden simit alıp bir çayhaneye oturmak güzeldi ve sabah için bir umuttu. Kaldırımlarında dolaşmak, işe gitmek, esnafla selamlaşmak, sohbet etmek bu caddenin güzelliğindendi. Bir de Kanalboyu’ndaki Milli Eğitim binasından Öğretmenevine kadar yürüdüğümde, onlarca esnafa uğramadan yürüyemezdim, alınganlık yaparlardı, ‘uğramadan gidiyorsun” diye. Cadde aynı zamanda şehrin nabzını, hayatın soluğunu anlamak için de önemli bir güzergâhtı. Malatya Anadolu’nun adeta bir prototipidir; herkesten ve her görüşten insana rastlamak mümkündü.
Aradan yedi ayı aşkın bir zaman geçmesine rağmen hâlâ artçı depremler oluyor burada. Şehir sanki kayıyor gibi. Caddeleri, evleri, binaları durmadan kayıyor. Her şey hareket hâlinde yani.
Gündüz arabaların çoğunluğu ve trafikteki karışıklık dikkatinizden kaçmıyor. Sürekli bir yer arama hâli var, herkes adeta yer değiştirmek istiyor. Umursamayanlar da var depremi. Onlar daha bir rahat, telaşları daha az. Kimileri ise kanıksamış yaşayanları, ama cadde karşınıza dimdik geçmiş bu yaşananları anlatıyor sizlere, çekinmeden hem de.
Şehrin yüzü kederli, çarşıların hüznü devam ediyor, hep bir umut istiyor insan. Belki iyi olacak şeylerin düşüyle. Eski günleri arayarak geçiyor caddelerden, geçiyor upuzun suskunluklardan.
Bu yorgunluk, bu hüzün hep heybemde artık,
Anlaşılmayacak belki,
Birini uğurlarken bir şehirden,
Kirpiklerine kelimeler bırakarak,
Ayrılmak,
Anlaşılmayacak belki.
Kolay değil, bir sözlükten kelimeleri kovmak,
Şehirlere ne söyleyelim şimdi,
Caddelere nasıl bakalım?
Gümüş ustalarına. Bakırcılara söyleyecek neyimiz kaldı.
Bu yorgunluk, bu hüzün hep heybemde artık,
Hep bir yolculuk hâli,
Hep bir gülüşün kenarına oturmak ister insan.
Bir cümlenin yanağında uyumak ister.
Şarkılar fısıldayan.
Ölürken bile…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Hikmet Akademisi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
ali akbaş
Eskiler derler diki burası dutluktu şimdi ne o dutluktu yeri tanınıyor nede dutluktu tan sonraki hali hafızamız gitti yer ve yol tarif etmek artık zor ne şehrin yüzü nede hafızası kaldı.